Türkiye’nin Tam Üyelik Başvurusu (1987-1989) ve Başvuruya AT Komisyonun Görüş Raporu (18 Aralık 1989)
Türkiye Cumhuriyeti 1923 yıllındaki kurulumundan bu yana siyasi bir misyon yüklenip yüzünü batıya dönmüştür. Bu misyon doğrultusunda daima batılı medeniyetler seviyesini kendisine hedef olarak belirlemiştir. Bu yeni kimliğin doğal sonucu olarak da, 1950’li yıllarda başlayan Avrupa Topluluğu’nun oluşum hareketiyle olabildiğince yakın ilişkiler sürdürme çabası göstermiştir.
1960,1973 ve 1980 yıllarında yapılan üç ayrı askeri darbeden dolayı Türkiye’nin demokratik duruşunun lekelenmesi neticesiyle olası Avrupa Topluluğu üyelik girişimleri gerçekleşememiştir. Türkiye 14 Nisan 1987 tarihinde dönemin Dışişleri Bakanı Ali Bozer vasıtasıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna, Avrupa Kömür Çelik Topluluğuna ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğuna katılmak için bildirimde bulunmuştur. Bu, Türkiye’nin Avrupa Topluluğuna tam üyelik başvurusuydu ve Türkiye için çok büyük bir adımdı, dönemin Başbakanı Turgut Özal bu başvurunun başrol oyuncusu olmaktan hep kıvanç duymuş, açıklamalarını bu yönde yapmıştır. Başvurunun ardından iç ve dış politikada yoğun temaslar gerçekleştirilmiş ve sıkıntılı bir dönem yaşanmıştır. 18 Aralık 1989 yılında yani Türkiye’nin tam üyelik başvurusundan tam 2 yıl 8 ay sonra başvuruya cevaben Komisyonun Görüş (Avis) Raporunu açıklamış, ardından 5 Şubat 1990 yılında da bu Görüşü AT Dış İşleri Bakanlar Konseyi oylama ile kabul etmiştir. Ancak tam üyelik başvurusu, söz konusu sürecin sadece başlık bölümünü oluşturduğundan tahmin edilebileceği gibi süreç derin ve sıkıntılıdır. Bugün tam üyelik başvurusunun tam 23. yılındayız ve müzakerelerimiz oldukça ağır ilerlemektedir. Birliğin 1987 yılında yalnızca 12 üyesi varken, şimdi ise 2010 yılındayız, birliğin tam 27 üye ülkesi ve müzakere yürüttüğü 3 aday üye ülkesi bulunmaktadır. Dolayısıyla Avrupa Birliği kalesinin duvarları yükseldi, toprakları genişledi ve kale kapılarının kilitleri yeni milletlere hele de Müslüman bir millete kolaylıkla açılmaz hale geldi.
TAM ÜYELİK BAŞVURUSU
Türkiye Cumhuriyeti, 14 Nisan 1987 tarihinde, Ankara anlaşmasından bağımsız olarak bu antlaşmada öngörülen dönemlerin tamamlanmasını beklemeden bir Avrupalı bir devlet olarak; AKÇT’yi kuran antlaşmanın 98. maddesine göre AKÇT’ye, AET’yi kuran antlaşmanın 237. maddesine göre AET’ye, EURATOM’u kuran antlaşmanın 205. maddesine göre EURATOM’a tam üyelik başvurusunda bulunmuştur. Tam üyelik başvurusuna ilişkin mektup, dönemin devlet bakanı Ali Bozer tarafından, Brüksel’deki Palais Egmont sarayına, topluluk dönem başkanı ve Belçika dışişleri bakanı Leo Tindemans’a verilmiştir. Daha sonra AET komisyonu başkanı Jacques de Lors’u ziyaret ederek, mektubun bir kopyasını ona da iletmiştir.
Böylece Türkiye, Ankara Anlaşmasının 28. maddesinde belirtilen duruma, henüz ekonomik yönden ulaşamadığı savını ortadan kaldırmış ve Roma Antlaşmasının ‘her Avrupalı Devlet topluluklara katılmayı isteyebilir’ hükmünden yararlanmıştır. 27 Nisan Bakanlar Konseyi toplantısında görüşülmesini hedeflenerek başvuru tarihi 14 Nisan günü seçilmiştir. 27 Nisan 1987’de Lüksemburg’da Dış İşleri Bakanları düzeyinde toplanan Konsey, Yunanistan’ın usule ilişkin bir itirazı dışında, Roma Antlaşmasına uygun görülerek oybirliği ile başvurunun incelemek üzere Komisyon’a gönderilmesi kararlaştırılmıştır.
TAM ÜYELİK BAŞVURUSUNUN ANA NEDENLERİ
Türkiye için tam üyelik başvurusu genel hatlarıyla değerlendirildiğinde beş ana sebepten ötürü üyeliğin gereklilik arz ettiği görüşü, ülkedeki siyaset, iş ve akademi dünyasında hâkim olmuştu. Bunları başlıklar halinde sırlamak gerekirse; politik rejimle ilgili, ekonomik, dış politikayla, dış savunmayla ve iç politikayla ilgili nedenler olarak sırlanabilir.
Politik Rejimle İlgili Nedenler;
Türkiye Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana her zaman batılılaşma ve modernleşme yönünde politikalar yürütülmüştür, Avrupa Topluluğuna katılmayı ise bu politikaların doğal bir sonucu olarak görülmüştür. Gerekçeleri her ne olursa olsun 1960 ile 1980 yılı arasında demokratik rejime yapılan üç ayrı askeri müdahaleden ötürü çalkantılı ve belirsiz bir süreç yaşanmıştır. Tam üyelik politikasına göre de demokratik devlet rejimini temel kural edinen Avrupa Topluluğu çatısı altında olunursa demokratik rejim böylece sigortalanacaktı. Yani tam üyelik, demokrasinin Türkiye’de yerleşip sürdürülmesini garanti altına alacaktı.
Ekonomik Nedenler;
Türkiye’nin Avrupa Topluluğu ile ilişkilerinin dengesi bozulmuş, ortaklık anlaşması da tıkanmışken, AT genişleme sürecini dahilinde İspanya Portekiz ve Yunanistan’ında üyelikleriyle, Türkiye tanınan ayrıcalıklar ortadan kalkmıştır. Ayrıca 4. Mali Protokol ile Türkiye’ye aktarılması planlanan krediler tüm diplomatik çabalara rağmen alınamamış, serbest dolaşıma yönelik yapılan temaslar sonuçsuz kalmıştı. Bu ortamda bütün umutlar tam üyelik başvurusuna kalmış, ilişkiler dengesi için terazideki boşluğun ancak üye olunarak dolabileceği fikri yerleşmiştir. Türkiye’de 1980li yıllara kadar yürütülen ithal ikameci politika, 1980 sonrası yerini daha dışa açılım politikalarına bırakmıştı böylece 1983-87 yıllarında ülkede ihracat artışı gözlenmiş ve kalkınma hızında ki başarı ile ekonomik gelişme göstermişti. Her ne kadar AT ile aradaki fark büyük uçurum olsa da Türkiye 1960 yıllarda başlayan ilişkilerden beri ilk defa AT paralelinde bir politika yürütmeye çalışıyordu ve tam üyelik başvurusuyla dışa dönük kalkınmasını sürdürüp geliştirebileceği bir ortam hazırlamayı amaçlıyordu.
Dış Politikayla İlgili Nedenler;
Türkiye’nin Yunanistan ile arasında öteden beri var olan kıta sahanlığı ve Kıbrıs gibi konularda olan sorunları, Yunanistan’ın topluluk üyesi olması ile birlikte Türkiye AT sorunu şekline dönüşebilmesi ve Türkiye’nin dış politikada yalnız kaldığı korkusu tam üyeliği gerekli hale getiriyordu. Ayrıca Türkiye tam üyeliğin yalnızca Yunanistan karşısında bir güç olmasından ziyade tüm dış politikada güç kazandıracağına da inanıyordu.
Dış Savunmayla İlgili Nedenler;
Türkiye NATO’nun en güçlü müttefiklerinden olmasını AT içinde olmanın doğal bir gerekçesi olarak görmüştür. Çünkü Avrupa kıtası topraklarında olan tüm NATO üyesi devletler aynı zamanda Avrupa Topluluğuna üye devlet statüsündeydiler sadece Türkiye bunlara dahil değildi, askeri savunmasında büyük rol oynadığı toprakların ekonomik ve siyasi örgütlenmesinde de olmayı da bir hak olarak görmekteydi.
İç Politikayla İlgili Nedenler;
İç politikada ki Refah Partisi dışında tüm partiler tam üyelik başvurusunu desteklemiş, tam üyeliğin kaçınılmaz olduğunu ifade etmişlerdir. Başvuruyu gerçekleştiren Anavatan Partisi lideri Turgut Özal bir konuşmasında ‘ANAP iktidarına nasip olan’[1] ifadesini kullanmıştır.
ÜYELİK BAŞVURUSUNUN TÜRKİYE’DE DEĞERLENDİRİLİŞİ
Siyasi Partilerin Tepkileri;
Başvurusu ülke içindeki partilerin tümüne yakını desteklemiştir. Bu olumlu tepkilere örnek olarak o günlerin güçlü partilerinden DYP’nin konuya ilişkin açıklaması şöyledir:
“AT ile işbirliğini kalkınma hedeflerimizin gerçekleşmesinde itici bir faktör, sanayi ve tarım üretiminde rasyonelleşme vasıtası, Türkiye’nin dünya ticareti içinde artan oranda yer alma kararı olarak anlamaktayız. Ortak Pazar’a tam üyeliğimizin bir an önce gerçekleşmesinin ülkenin menfaatine olduğu inancındayız…” [2].
Görüş birliği tam üyeliğin demokratikleşme sürecinin güvencesi olduğu yönündeydi. Özellikle sosyal demokrat partiler, AT çatısının güvencesi altındaki Türkiye’yi demokrasisini sigortalatmış gibi görüyordu.
İktisadi Kuruluşlar ve Kamuoyunun Değerlendirmesi;
Hemen hemen tüm iktisadi kuruluşların tepkisi olumlu yöndeydi. Yaptıkları açıklamalarla örneklendirmek gerekirse; Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, “Türk hür teşebbüsü olarak gecikmiş bir müracaatın, iyi bir zamanlamayla yapıldığı” düşüncesini ifade etmiştir.
İstanbul Sanayi Odası Başkanı; ‘bugünleri görmekten mutluyuz, batılılaşmanın dönüm noktasındayız’ demiştir.
TÜSİAD başkanı ise yaptığı açıklamada “… bir Türk gibi adım attığımız AT üyeliğini bir Avrupalı gibi sonuçlandırabilmek için…” ifadesini kullanarak başvurunun başlangıç olduğunu hatırlatmıştır.
Kamuoyu Değerlendirmeleri;
Milliyet gazetesinin yaptırdığı geniş kapsamlı araştırmaya göre; Türkiye’nin kırsal kesimlerinde %58, kentsel kesimde ise %64l’ük bir destek söz konusudur. Yine bu araştırmada halkın %40’ı tam üyeliği Avrupa’da iş imkanı olarak gördükleri sonucuyla karşılaşılmıştır aynı şekilde %40’lık bir kesim başvuruya olumlu yanıt alınılacağını düşünmekteydi.
ÜYELİK BAŞVURUSU SONRASI GİRİŞİM VE GELİŞMELER
Avrupa Topluluğu’yla İlişkiler: Çeşitli Düzeydeki Temas ve Gelişmeler
Turgut Özal tam üyelik başvurusunu yapıldığı gün yani 14 Nisan 1987’de yaptığı açıklamada politik stratejinin, ortaklık konseyi ve tam üyelik başvurusunun paralelliğiyle çift yönlü olacağı şeklindeydi.
Başvuruyu yapan Ali Bozer bu doğrultuda ikinci kez AT üye ülkelerini ziyaret ederek, temaslarda bulunulması gerektiğini düşünerek Batı Almanya ile başlayan bir Avrupa diplomasi gezisi düzenlemiştir. Bozer ilk durağı olan Batı Almanya’da Dış İşleri Bakanı Genscher ve AT işlerinden sorumlu Devlet Bakanı Schwetzer ile temaslarda bulunmuş, Ortaklık Konseyinin Batı Almanya dönem başkanlığında toplanmasını taleb etmiştir. Ayrıca Bozer, Türkiye için hazırlanacak olan raporun olağan yöntemlerle, normal süresinde yapılmasını istemiştir. Ardından Strasbourg’ da Avrupa Parlamentosu ve daha sonrada Brüksel’de AT yetkilileri ile görüşüp, isteklerini tekrarlamıştır.
AT Adalet Divanı Kararı: Bozer Brüksel’deyken 30 Eylül 1987’de bir Türk işçisinin Serbest Dolaşım ile ilgili açtığı dava kaybedilmişti, Adalet Divanının açıklamasına göre; Ortaklık Antlaşmasının serbest dolaşım ile ilgili 12. maddesiyle, Katma Protokolün 36. maddesi yorumlanarak bu hükümleri sadece bir hedef olarak konulduğunu, yürürlük konusunun açık ifade edilmediği üye ülkelerde doğrudan uygulanır bir nitelik taşımadığı ileri sürülmüştür. Böylece serbest dolaşımın, Türk işçileri için fiilen olduğu gibi hukuken de rafa kaldırılması söz konusuydu.
1988 Yılı Başındaki Bazı Girişimler:
Komisyon’un Türkiye’nin tam üyelik başvurusuyla ilgili kapsamlı raporu hazırlayacak heyetin iki üyesi, başvurudan dokuz ay sonra ilk temasları yapmak üzere Ankara’ya geldiler(19-20 Ocak 1988).
Heyet, Komisyon Akdeniz Bölge Sorumlusu Claude Cheyson’un Kabine Şefi Jean Durieaux ile Türkiye Masası Şefi Jean Jacques Schwed’den oluşmaktaydı. Böylece Türkiye üzerindeki inceleme fiilen başlamıştı.
Türkiye Yunanistan Zirveleri:
Özal ve Papandreu’nun katıldığı Dünya Ekonomik Formu çerçevesinde Davos’ta gerçekleşen ilk toplantı 1-2 Şubat 1988 tarihlerinde iki ülke arasında kronikleşmiş sorunların dondurulması yerine çözümlenmesi başlığını taşıyordu. İki lider sorunları ana hatlarıyla görüştüler ve bu zirve olumlu izlenimler yarattı. Davos’ta yeni bir ruhun oluştuğu ileri sürüldü. Ancak Yunanistan’ın Davos sonrasında Brüksel deki olumsuz tutumunu sürdürdü ve ortaklık konseyinin 25 Nisan 1988 tarihinde yapılmasına karşı çıktı ve toplantı kararı 11 oy ile alındı. Yunan Dış İşleri Bakan Yardımcısı Pangolos, sorunların hallolmadığını vurgularken Türkiye’nin söz konusu üyeliğine razı olmayacaklarını bir kez daha tekrar etti.
Diğer İkili Temaslar:
7-9 Nisan 1988’de İngiliz bir başbakan ilk defa Türkiye’yi ziyaret etti. İngiliz Başbakan Thatcher ve Özal’ın görüşmelerinde gündem Türkiye’nin tam üyelik başvurusuydu, İngiliz başbakan başvuruyu açıkça desteklemede karşı çıkmamıştır.
Ortaklık Konseyi Toplanmasının Son Anda İptal Edilmesi:
25 Nisan 1988 tarihli Ortaklık Konseyi’nin ana gündemini ziyaretleri sırasında Ali Bozer incelemiş, tartışmış ve daha sonra da “Ortaklık Konseyi’nin gündemi hakkında Konseyle aynı paralel de görüşe sahibiz” şeklinde açıklama yapmıştı.
Ortaklık Konseyinin gündeminin konu başlıkları şöyledir:
- Demokratikleşme ve İnsan Hakları
- 4. Mali Protokol’e işlerlik kazandırılması
- Serbest Dolaşım
- Türkiye’nin Gümrük İndirimleri
Çabalar sonuç vermiş istenilen Ortaklık Konseyi sonunda gerçekleşiyor derken 12 Nisan 1988 tarihinde Ortaklık Komitesinde toplantı gündemi konusunda anlaşma sağlanamamıştı. Yunanistan Kıbrıs ve İnsan Hakları konusunun eklemesi şartı ile koyduğu genel çekinceyi kaldıracağı tehdidinde bulunmuştur. Orta yol bulundu Kıbrıs konusu resmi gündemde olmayarak fakat Batı Almanya Dış İşleri Bakanı konuşmasında Kıbrıs, İnsan Hakları, Ortadoğu gibi konularından bahsedecekti. Ancak Mesut Yılmaz ve Ali Bozerli Türk Heyeti, Alman Dış işleri bakanın konuşma metninde geçen ‘Kıbrıs melesi AT-Türkiye İlişkilerini olumsuz yönde etkiler’ cümlesinin değiştirilmesini istedi olumsuz cevap alınca da Türk tarafı toplantıya katılmamıştır
Özal’ın Atina Ziyareti:
Bir Türk Başbakan tam 36 yıl sonra 13-15 Haziran 1988 tarihinde Özal Yunanistan, ziyaret etmiştir. Atina’da yapılan görüşmelerden Davos sürecinin devam ettiğini belirten bildiri dışında somut bir sonuç alınamamıştır. Yunanistan Türkiye’nin AT ilişkilerinde önemli engellerden biri bir kere daha anlaşılmıştır.
Türkiye’nin Yeni Arayış ve Çabaları: Türkiye tıkanan ilişkilerin yarattığı durgunluğu kırabilmek için Avrupa Topluluğuna yönelik lobi ve yaygın faaliyetlerinde bulundu. Dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 12-15 Temmuz’da İngiltere’ye ve 17-21 Ekim’de Batı Almanya’ya resmi ziyaretlerde bulunmuştur. Sonuç olarak olumlu yanıtlar alamayınca NATO üyeliğini zorunlu olarak gözden geçirmek zorunda kalacağını vurgulamıştır. Ama bu tehditkâr açıklamalar Avrupa hiç ses getirememiştir. Bu ikili görüşmeler sonuç vermeyince, Türkiye’nin alternatiflerinin olduğu savı ortaya atılmıştır. Bu alternatifler Sovyet Birliği, İslami Birlik ve Türki Cumhuriyetler Birliği gibi… Ancak bu savda Türkiye iç politikasında sınırlı kalmıştır.
Bir sonraki çalışmada AT işverenler zirvesine katılabilmek için gerçekleştirildi. TÜSİAD ve TİSK başkanlarının da olduğu bir heyet toplantıya katılmıştı. Federasyon Başkanı Türkiye’nin Ekonomik durumunun Portekiz’den daha kötü olmadığını söyleyerek, Türk heyeti için umut veren bir duruş sergilemiştir. Son olarak da Türkiye AT’ye yönelik bir takım kampanya çalışmalarında bulunmuştur. Bu çalışmalara örnek olarak The Street Journal, Euromoney veya Economist gazetelerinde çıkan reklam temelli bildiriler.
Özal’ın Brüksel Temasları: 29 Mayıs 1989 yılında Özal Türkiye- AT ilişkileri konusunda AT liderleriyle görüşmeler yapmıştır ancak olumlu sonuç alınamamıştır.
Olumsuz Gelişme ve Değerlendirmeler:
Fransa eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard Türkiye’yi dost bir ülke olarak gördüğünü fakat Roma ve Ankara Anlaşmalarına rağmen ‘din farkından’ ötürü asla Birliğe tam üye olamayacağını ifade eden tam üyelik başvurusu değerlendirmesi olumsuz gelişmelerdendir.
1989 yılı ikinci yarısında Fransa’nın Dönem Başkanlığı döneminde Avrupa Parlamentosunda ki tartışmada çıkan ortak fikir Türkiye’nin tam üye olarak istenmediği yönündeydi. Komisyon Başkan Yardımcısı Bargemann’ın Ziyareti: 28-30 Eylül 1989 gerçekleştirilen ziyarette, Türkiye’nin tam üyeliği konusunda Avrupa Topluluğu yetkilileriyle ortak bir tutum sergilemiş ve tam üyelik görüşmeleri için kesin bir tarih verilmesinin söz konusu olmadığını söylemiştir.
Türk Özel Sektöründen Uyarı Bildirgesi: Komisyon Başkan Yardımcısının tam üyelik görüşmeleri için tarih verilemeyeceği yönündeki açıklaması Türk Özel Sektöründen büyük tepki aldı.
ITO, IKV, TOBB, İSO ve İstanbul Ticaret Borsası başkanları AT üst düzey yetkilerine yolladıkları bir bildiriyi yayımladılar. Bildiri, AT’nin Türkiye’ye önerileni bazı başlıklarda ele alarak irdelemiştir:
- 1992’ye kadar Gümrük Birliğinin gerçekleşmesi,
- Yatırım politikalarının, AT ile uyum içinde olması (tarım, kömür çelik…)
- Özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi,
- Çalışanlara daha geniş sosyal haklar verilmesi, haksız rekabetin önlenmesi
- Teşviklerin kaldırılması.
Berlin Duvarı’nın Yıkılması: 11 Kasım 1989 günü beklenmedik bir biçimde Doğu-Batı bloğu oluşmasının simgesi olan Berlin Duvarı yıkıldı. İki Almanya’nın birleşmesi, Polonya, Macaristan’ında birliğe dahil edilebileceği tartışmaları duvarının yıkılması ile ortaya çıkmıştır. Bu durum Türkiye’nin tam üyelik için en başından beri elinde koz olarak tuttuğu NATO üyeliğinin önemini ve Doğu Avrupa açısından sahip olduğu siyasi ve askeri gerekliliğini zedelemiştir.
Komisyon’un Raporunu Tamamlaması:
Berlin duvarının yıkılmasının ardından Avrupa Parlamentosunda Komisyon başkanı Delors AT’nin ilerdeki genişlemesinin büyük olasılıkla ‘halkalar’ şeklinde olacağından bahsetmiştir. Buna göre birinci halkada 12 AT üye ülkesi bulunmaktaydı, ikinci halkada EFTA üyesi ülkeler ve Romanya, Polonya ve Macaristan ve üçüncü halkada ise Türkiye, İsrail ve Fas bulunmaktaydı.
Bu haber Türkiye de müthiş yankı bulmuş ve büyük tepki toplamıştı. Ancak her şeye rağmen Türk yetkililerin bazıları iyimserliklerini korumuşlardı. 17 Aralık 1989 Tarihinde Pazar günü olmasına rağmen toplanan Komisyon, uzun süre devam eden bir tartışmanın ardından söz konusu raporu kesinleştirmiştir.
AVRUPA PARLEMENTOSUYLA İLİŞKİLER
Ermeni Soykırım Tasarısı:
18 Haziran 1987 tarihindeki oturumda, Avrupa Parlamentosu Ermeni Soykırımı konusu gündemine aldı. Kararda 1915-1917 yıllarında Osmanlı İmparatorluğunda Ermenilerin soykırıma uğradığı belirtiliyor, bugünkü Türkiye’nin sorumlu tutulamayacağını ancak bu kararı tanıması isteniyordu. Bu tasarı Parlamentoda 68’e 60 oy ile çıktı.
Türkiye’de Referandum ve Seçimler: Avrupa Parlamentosunun sürekli olarak üzerinde durduğu konulardan biri Anayasanın geçici 4. Maddesinin değiştirilmesiydi.
6 Eylül 1987’de referandum yapılmıştır ve eski siyasetçilerin politikaya girmesini yasaklayan hüküm kalktı. 1980’den sonra ilk yasaksız genel seçim 29 Kasım 1987’de yapıldı, Avrupa Parlamentosu 10 kişilik heyetle seçimleri yakından izlemiştir.
Türkiye Aleyhinde Kararlar: Parlamento İnsan Hakları kapsamında çeşitli konularda Türkiye aleyhinde Sosyalist ve Komünist grup parlamenterlerin girişimleriyle kararlar alınmıştır.
Gerd Walter Raporu ve İlişkilerin Canlandırılması Yönünde Girişimler: Türkiye ile ilişkilerin yeniden canlandırılması konusunda alınacak kararlara esas olmak üzere, Sosyalist Grup mensubu Alman Gerd Walter Rapor hazırlamakla görevlendirilmiştir. Hazırladığı Rapor Parlamento komisyonunda takıldı. Walter Raporu Türkiye ile Avrupa Parlamentosu ilişkilerinde önemli yumuşama sağladı. Ancak bu Türkiye’nin tam üyeliğine onay boyutunda değildi.
Türkiye Halep’çe katliamından kaçan Kürtleri Türkiye topraklarına kabulü ile Avrupa Parlamentosunun onayını aldı. Ayrıca Türkiye Parlamentonun ısrarı üzerine 26 Ekim 1988’de Avrupa İşkence Sözleşmesini imzaladı. Bu insan hakları konusunda atılmış önemli bir adımdır.
Carlos Primenta Raporu: 1988’de Portekizli Carlos Primenta’ya Türkiye- AT arasında ki ticari ve mali işleri değerlendirecek bir rapor yazma görevi verdi. Rapor 15-16 Mart 1989 AP’ de tartışıldı. Ancak Raporda tam üyelik ile ilgili hiçbir atıf veya değerlendirme bulunmamaktaydı, daha çok Türk Ekonomisinin zaaflarına yer verilmişti.
TAM ÜYELİK BAŞVURUSUNA KOMİSYONUN CEVABI (AVİS)
Komisyon 18 Aralık 1989 tarihinde Türkiye’nin başvurusundan tam 2 yıl 8 ay sonra Görüş Raporu’nu açıklamıştır[3]. Rapor 10 sayfalık bir ‘ana metin’ (Görüş Bölümü) ile buna ekli 125 sayfalık bir ‘teknik rapor’dan (Türkiye Ekonomisinin Yapısı ve Gelişimi Hakkında Rapor) oluşturulmuştur. Görüşteki ekli raporda Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısı, gelişimi belli ölçüde Yunanistan, Portekiz ve İspanya ile karşılaştırılarak incelenmiştir. Giriş bölümünde Ek’e atıfta bulunarak Komisyon’un başvurusu ile ilgili görüş ve değerlendirmelere yer verilmiştir. Komisyon adına Raporu açıklayan Komisyon üyesi İspanya Eski Dışişleri Bakanı, Abel Matutes, 1993’e kadar Tek Senet hedeflerine ulaşamadan tam üyelik başvurularını işleme koyamayacaklarını, ancak 1992 yılından sonra Topluluğun 15 veya 18 üye ile işleyip işleyemeyeceğini değerlendirileceğini, dolayısıyla Türkiye’nin durumunu da bu tarihten sonra ele alınabileceğini belirtmiştir.
Komisyon Görüşünü ana bulgularıyla özetlemek gerekirse; Görüş Türkiye’yi kırmayacak şekilde dikkatli ifadelerle de olsa tam üyelik başvurusunu özünde erken bulup, reddedilmesini önermektedir.
Bu ret gerekçesi, önce AT’nin üçüncü genişlemesine ve yürürlüğe girmiş olan Tek Senet (Tek Pazar) ilkeleriyle bağlantılandırılmıştır. Avrupa Entegrasyonun üstlendiği bu yeni ve iddialı amaçlar tam üyeliğin yetki ve yükümlülüklerini daha da arttırmıştır. Bu nedenle AT, yeni bir genişleme önerisini, bundan önceki katılımlarda benimsemiş olan tutumunu aşan bir şekilde değerlendirmek durumundadır. AT, ancak içteki gelişmelerin sonuçlarını objektif şekilde değerlendirdikten sonra, yeni genişlemeler konusunda karar verebilecektir. Bu husus Komisyonu “Türkiye’nin tam üyelik başvurusu hakkındaki fikirlerini, Topluluğun global strateji oluşturmasını gerektiren, mevcut ve olası başvurularının tümüne ilişkin daha geniş bir çerçeveye oturtmak mecburiyetindedir” demek durumunda bırakmıştır. Komisyon olağanüstü durumlar dışında, 1993’ten önce yeni katılım müzakerelerine başlamasını hem aday, hem de AT ülkeleri açısından ‘akıllıca’ bir davranış olamayacağını düşünmüşlerdir. Türkiye’nin tam üyelik başvurusunun reddinin Görüş’te üzerinde ayrıntılarıyla üzerinde durulan nedeni, Türkiye’nin ekonomik ve politik gelişmişlik düzeyiyle ilgiliydi. Komisyon, bir ülke ile müzakerelerin başlatılması kararını, ancak uygun bir süre içinde olumlu sonuçlar alınmasının mümkün veya en azından muhtemel olması halinde vermektedir. Bununda iki şartı vardır. Birincisi, aday ülkenin klasik bir geçiş dönemi sonunda, üye ülkelerin üstlenmek durumunda oldukları sınırlama ve disiplinleri, ‘topluluğun ilerlemesini tehlikeye düşürmeksizin’ yüklenebilecek durumda olmasıdır. İkincisi ise, AT’nin bu yeni ülkenin kendisine, kademeli olsa da katılmasının doğuracağı yük ve sorunların üstesinden gelebilme olanağına sahip olabilmesidir. Türkiye’nin özel durumunda bu iki husus daha da önemlidir zira Türkiye büyük bir ülkedir ve nüfusu oldukça fazladır ve ilerde daha büyük bir nüfusa sahip olacaktır. Ayrıca Türkiye’nin genel gelişmişlik düzeyi Avrupa ortalamasının hayli altındadır.
Görüş’ün bu iki konudaki değerlendirmeleri şöyledir: Türk ekonomisi 1980’den bu yana dışa açılma ve modernleşme politikaları çerçevesinde ‘dikkate şayan’ bir gelişme göstermiştir. GSMH bu dönemde yılda %5.2 gibi yüksek bir hızla artmıştır. Aynı dönemde AT’de bu oran yalnızca %2 olmuştur, ihracat da çeşitlenmiştir. Cari işlemler dengesi, 1988’de ilk kez fazla vermiştir. Ekonomik alt yapıda yollar, elektrik, haberleşme vb. önemli iyileşmeler kaydedilmiştir. Fakat bütün bu iyileşmeler, özellikle dört alanda görülen farklılıkları ortadan kaldırmak için yeterli olamamıştır[4], bunlar:
- Yapısal Farklılıklar
- Sanayinin Yüksek Ölçüde Korunması
- Sosyal Koruma Düzeyinin Düşüklüğü
- Makro- Ekonomik Dengesizlikler
TEKNİK RAPOR (İLK İLERLEME RAPORU 1989) “İKTİSADİ GELİŞMİŞLİK VE YAPILAR”
1. İktisadi Kalkınma: Raporda yer alan Grafik 2.1.1 incelendiğinde Topluluğun gelişmişlik düzeyine göre Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi çok düşüktür. Yine 25 yıllık bir dönem için bakıldığında Türkiye’nin büyüme hızı ve istikrarı da 12’ler Topluluğuna oranla düşüktür. 70’li yılların ikinci yarısında Türkiye karşılaştığı zorluklara rağmen 80’li yıllarda Topluluğun hızına oranla hızlı büyümüştür fakat 1988 yılı tahminlerin altında bir seviye ile %3.4lük bir gelişme göstermiştir. Türkiye’de nüfusun artışı büyümenin GSYIH’ ya yansımasını engellemektedir. İktisadi gelişim raporda; tablo 2.1.1, 2.1.2, 2.1.3 ve grafik 2.1.1, 2.1.2, 2.1.3 ile incelenmiştir.
2. Stratejik Yol Gösterme: Türkiye 1980 öncesinde İthal İkameci bir politika izledi. Bu politika Cumhuriyetin kurulumu sonrası için kaçınılmaz bir yol olarak görülmektedir, ancak 1980 sonrası artık bu politika dünya piyasasının çok gerisinde kalmıştır. Özellikle 1973-1977 yıllarında yaşanan dünya petrol şoku sonrasındaki koşullara uyum sağlayamamıştır. Rapor’da 1977 yılında bütçe açığı kötü yönetimle, GSMH’nın hemen altında %7 eşdeğer olarak idare edildi ifadesi kullanılır. 1979, 1982 yılları arasında 4. plan ile istikrar sağlayabilmek için Türkiye dış borçlarının ertelenmesi, piyasa ekonomisine dayalı yapısal uyum politikası kabul edilmiştir ve
ABD doları ve faiz oranları gerçekçi bir politika ile Türkiye piyasalarına getirilmiştir. Türkiye deki iş gücü verimliliği Topluluk ile karşılaştırılarak, tarım alanında yoğunluğa rağmen verim düşük oluşu ve endüstri alanında olan geri kalmışlık raporda vurgulanmıştır.
3.Üretim Yapıları ve İş Dağılımları: Türkiye de istihdam dağılımının tarım alanında ki oran Topluluk’a göre kıyaslanmıştır. Türkiye’de ki iş gücünün %57 si tarımda istihdam edilmişken Toplulukta bu oran yalnızca %9 dur. Tablo ve grafikler ile tarım, ormancılık, balıkçılık, endüstri ve hizmet sektöründeki Türkiye’nin verileri ile 12 AT ülkeleri ve özellikle Yunanistan, Portekiz ve İspanya ile karşılaştırılmıştır.
4. Yerel MikroEkonomik Politikalar: Raporun bu bölümde Topluluk Özal ile başlayan liberal ekonomi yaklaşımı destekliyor. Ulaştırma, telekominasyon, enerji sektörleri devlet elinde olmalı fakat onun dışında kalan güncel sektörler özel sermayeye bırakılmalı deniyor.
Türkiye 1980’lere kadar; sanayileşmek için var olan ekonomiyi korumayı tercih etti çünkü günün koşulları onu gerektirdi fakat bu yapı serbest piyasa ekonomisine aykırıdır. 1960’lı yıllardan sonra kurulan KİT’lerin verimleri çok düşüktür. Serbest piyasa ekonomisine girişle birlikte Türkiye’de kartelleşme karşıtı kanunlara ihtiyaç duyulacaktır. Günlük tüketim ürünlerin üretiminin %40’ı devlet eliyle yapılmakta, bu oran liberalleşme ile 1980 sonrasında %25’ e düşmüştür ancak bu düşüş devam etmelidir deniyor.
Rapor’da özellikle vurgulanan nokta kamu iktisadi teşebbüslerinin özelleştirilmesidir. Verimi çok düşük olan KİT’lerin üretiminde siyasi bir tavır olduğunu ekonomik kazancın önceliğinin yeterli görülmediği ifade edilir. 1980 sonrası görülen liberal eğilimler komisyon raporunda olumlu tepkiler almıştır. Özellikle maddeler halinde belirtilen ve yapılması gerekli görülen ekonomik reformları raporda yer aldığı şekliyle sıralamak gerekirse;
KİT’ler halka açılmalı, hisseleri satışa sunulmalıdır. Çünkü kamu yatırımlarının %80 altın olarak değerlendiriliyor, bu sayede bu %80lik altın yatırımı KİT hisselerine dönüşüp ekonomide yerini almalıdır. Eğer KİT özelleştirilmezse bile en azından yönetimi siyasi kimlikten uzak olmalıdır denmiştir.
5.Yurt Dışı Mikro Ekonomik Politikalar: 1980’li yıllarda ihracatın desteklenmesinin yanında ithalatta da aşamalı liberalleşme çalışmaları başlatılmış, pozitif listeden negatif listeye geçilmiş, tarife dışı engeller yerine gümrük tarifeleri ve fonlar koyulmuş ve koruma oranları düşürülmüştür. Raporda da Türkiye’deki bu değişikliklerden olumlu şekilde bahsedilmiş ve eksiklerini tablo ve grafikler ile göstermiş ve yine bu başlık altında da 12 AB, Yunanistan, İspanya ve Portekiz ülkeleriyle de karşılaştırmalı bir biçimde vurgulamıştır.
6. Tarım: Rapor da Türkiye’de tarım sektörünü değerlendirilirken, tarımın önemini vurgulanmış, tarım için gereken toprak verimliliği ve sulamada ki kaynak zenginliği de öncelikli olarak belirtilmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliği ile birlikte tarım alanında ki işgücünün %22’den %41’e yükseleceği de öngörülmüştür.
Rapor da Türkiye’nin tarımdan düşük verim sağlamasının altı çizilmiş ve bu noktada da tablo ve grafiklerden yararlanılmıştır. Türkiye’nin topraklarının karakteristik özelliğini çıkartarak düşük verim alınmasını bu özelliklerle ilişkilendirmişlerdir.
Tarımdan çok düşük verim alınmasına gerekçe olarak küçük çiftlikler, toprak parçalarının aşırı bölünmüş mülkiyet hali, yaygın toprak erozyonu, yeterli şirket ve firma olmayışı gösterilmiştir. Ayrıca makineleşme oranının düşüklüğü vurgulanmış ve erozyonla mücadele de yetersiz olunduğu ifade edilmiştir.
7.Turizm: Türkiye yaz için 7000 km kum sahili ile kış içinse kayak yapılmasına uygun dağları ile turizm için elverişli bir ülke olarak görülürken yine bu konuda da Portekiz ve Yunanistan gibi ekonomik yönden zayıf ülkelerin turizm elde ettikleri gelirler tablo ve grafikler ile gösterilerek aradaki fark vurgulanmıştır.
Hilal YILDIRIM
Bahçeşehir Üniversitesi
Avrupa Birliği İlişkiler Bölümü
Kaynakça
Türkiye ve Avrupa Birliği İlişkiler3 İlhan Tekeli, Selim İlkin
Türkiye’nin Avrupa Macerası Mehmet Ali Birand
1989 yılı Komisyon Türkiye İlerleme Raporu