Türkiye’nin Libya Krizini Aşma Stratejisi

ORSAM’da 5 Nisan’da “NATO, Libya ve Türkiye: Krizden Çıkış Arayışları” adı altında yayınladığımız çalışmada NATO’nun Libya krizinde Türkiye’nin rolüne ciddi şekilde ihtiyaç duyduğunu belirtmiştik. NATO misyonunun başarısı için Türkiye’nin aktif bir şekilde Libya politikasına angaje olması gerektiğini aksi durumunda yalnızca Libya değil NATO’nun de bir çıkmaza doğru sürüklenmekte olduğunu ifade etmiştik. Çalışmamızda ayrıca Türkiye’nin başarılı olabilmesi için yalnızca tüm taraflarla görüşmesinin yeterli olmadığını ve mutlaka çözüm önerilerini kamuoyuna duyurması gerektiğinin altını çizmiştik. 7 Nisan tarihi itibariyle hem Başbakan Erdoğan hem Dışişleri Bakanı Davutoğlu Türkiye’nin Libya stratejisini açıklayarak bu konuda süren tartışmalarında ana çerçevesini belirlemiş oldular. Söz konusu stratejilerin hem Ankara’yı ziyaret eden Libya Dışişleri Bakan Yardımcı Abdulati Ubeydi hem de Doha’da Dışişleri Bakanı Davutoğlu ile görüşen Libya muhalefeti liderlerinden Muhammed Cibril ile masaya yatırıldığı öngörülmektedir. Nitekim Katar’a düzenlediği ziyaretin ardından bir açıklama yapan Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Libya Ulusal Konseyi’nin önde gelen isimlerinden Muhammed Cibril ile kapsamlı görüşmeler yaptık. Pazartesi günü de Trablus’tan gelen özel temsilci ile görüştük. İlgili taraflarla yaptığımız görüşmelerde bir ateşkes ve siyasi değişimi destekleyecek bir yol haritası üzerinde çalışmalarımızı sürdürüp bu konuda geldiğimiz noktayı önümüzdeki günlerde kısa bir sürede açıklamayı düşünüyoruz” ifadesini kullanmıştı.(1) Dolayısıyla Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan çözüm stratejilerinin Libyalı gruplarla yapılan görüşmelerin ardından kamuoyuyla paylaşıldığını ileri sürebilir. Bu çerçevede açıklanan stratejilerin tartışılmasının önemli olduğunu düşünmekteyiz.

Türkiye’nin Krizi Aşma Politikası

AK Parti Genel Merkezi’nde Libya krizine yönelik 7 Nisan 2011’de düzenlediği basın toplantısında (2) Başbakan Erdoğan öncelikli politikalarının “halkın meşru talepleri karşısında anayasal demokrasiye geçişi sağlayacak, gerekli şartların oluşturulması ve Libya’nın toprak bütünlüğünün ve egemenliğinin korunmak” olduğunu belirtmiştir. Türkiye böylelikle 17 Şubattan itibaren devam eden Kaddafi karşıtı gösteri ve eylemlerin meşru olduğunu bir kez daha kabul ettiğini açıklayarak bu konuda oluşturulmaya çalışılan soru işaretlerini gidermeye çalışmıştır. Meşru taleplerin başında ise halkın istediği lideri seçme hakkının da olduğunu görmek gerekir. Böylelikle Türkiye’nin yol haritasındaki temel amacının tarafları demokratik bir seçime ikna etmek olduğu görülmektedir.

Başbakan Erdoğan özellikle Bingazi’de yaşanan Türkiye karşıtı protesto eylemlerinin dönük olarak da açık bir ifade ile “Bingazili kardeşlerime seslenmek istiyorum” diyerek yapılan gösterileri önemsediklerini ortaya koymuştur. Erdoğan Bingazi’deki gösterilere yönelik olarak “kardeş Türkiye halkı, hak ve özgürlük çağrınızı yüreğinin derinliklerinde hissetmekte, yaşadığınız sıkıntıların son bulması ve taleplerinizin süreçlere yansıması için büyük bir duyarlılık sergilemektedir. Başından itibaren hakkını, hukukunu isteyen insanlara karşı yapılan müdahaleleri bizler şiddetle eleştirdik, maruz kaldığınız zorlukların aşılması için samimi bir gayret içinde olduklarını” ifade etmiş ve gösterilerin arkasında bazı güçlerin olduğunu ileri sürmüştür. Erdoğan isim vermese bile gösterilerin arkasında Fransa’nın olduğunu ileri sürmüş olabilir. Yapılan açıklamadan anlaşıldığı üzere Türkiye’deki karar vericiler, Fransa’nın veya bazı uluslararası basın yayın organlarının Türkiye’nin pozisyonunu bilinçli bir şekilde yanlış olarak tanımladıklarını ve bunun etkisinde kalan bazı Libyalıların farklı tepki verdiğini düşünmektedirler. Çünkü Erdoğan Bingazi ile ilgili olarak konuşmasının devamında “bölgede yaşanan insanlık dramlarına seyirci kalan ve demokrasiyi Libya halkına çok gören bir kısım güç odaklarının bugün hakkı ve hukuku savunan Türkiye’ye karşı karalama kampanyaları başlatması üzüntü vericidir. Bu karalama kampanyalarının ardında hangi odakların olduğunu biliyoruz, dikkatle izliyoruz ve bunları da not ediyoruz” diyerek bir anlamda sürecin kimler tarafından yönlendirildiğini bildiklerini ifade etmiştir. Ancak bu konuda Türkiye’nin son dönemde Libya konusunda çelişkili açıklamalarda bulunmasının da Libyalı muhalifleri etkilemiş olduğunu kabul etmek gerekir. Özellikle hava saldırıları konusunda Türkiye’nin baştan itibaren eleştirel bir duruşa sahip olması, muhaliflerin silahlandırılması konusunda olumsuz bir söylem kullanması, Kaddafi’nin görevi bırakması konusunda uluslararası topluma net ve açık mesajlar gönderilmemesi ve son olarak da Fransa, İngiltere veya ABD’nin muhaliflere verdiği askeri desteği petrol çıkarları ile ilişkili görme eğiliminin Libyalı muhalifleri etkilediği düşünülmektedir. Dolayısıyla Libyalı muhaliflerin Türkiye karşıtı politizasyonunda bazı güç odaklarının yanı sıra izlenen politikaların da bir etkisi bulunmaktadır. Bununla birlikte gelinen noktada Türkiye’nin tüm bunları bertaraf ederek Libya sorununu çözme gibi bir sorumluluk aldığını görmek gerekir. Dolayısıyla orta dönemde Türkiye’nin tüm Libyalıların güvenini bir kez daha kazanması izleyeceği doğru stratejilerle olasıdır.

Erdoğan Libya ile ilgili basın toplantısında Libya’nın toprak bütünlüğü ve egemenliğine bir kez daha vurgu yaparak krizin aşılması için bir geçiş dönemi öngördüğünü açıklamıştır. Geçiş döneminin nasıl olacağı konusunda net bir açıklama yapılmamakla birlikte bunun en azından demokratik sürecin başlayacağı tarihe kadar sürmesi öngörülmektedir. Erdoğan’ın açıklamalarında geçiş sürecinin hem muhaliflerin hem de rejime bağlı güçlerin üzerinde uzlaşabildiği bir liderin gözetimde gerçekleştirilmesinin düşünüldüğü öngörülmektedir. Çünkü, basın toplantısında Libya yönetimine de seslenen Başbakan Erdoğan, “başından beri bizzat söylediğim üzere, tarihi bir sorumluluk üstlenerek, halkın özgür iradesiyle yöneticilerini seçeceği anayasal demokrasiye geçiş sürecinin önünü lütfen açın. Kendi halkınızın ve uluslararası toplumun çağrılarına olumlu karşılık vermeniz, ülkenizin selameti açısından hayati derecede önemlidir. Yapılan çağrılara ivedilikle kulak verin ve gereken adımları atın” ifadelerini kullanarak Kaddafi’nin yönetimi zaman kaybetmeksizin bırakması gerektiğinin altını çizmiş olabilir. Konuşmasında kendi halkınız ve uluslar arası toplumun çağrılarına kulak verin demesi Türkiye’nin hem rejim yanlıları hem de muhaliflerle yaptığı görüşmelerde Kaddafi’nin iktidardan çekilmesi gerektiği mesajlarını verdiğini ileri sürebiliriz. Diğer yandan açıklamada Kaddafi’nin gereken adımların atması ifadesinin kullanılması geçiş döneminde Kaddafi’nin başta kalması olarak da yorumlanabilir. Dolayısıyla ilerleyen günlerde Kaddafi’nin bırakması konusunda net açıklamaların yapılması gerekebilir. Bununla birlikte şayet Kaddafi veya oğullarının liderliğinde bir geçiş dönemi öngörülüyorsa bunun başarılı olma şansı oldukça düşüktür. Hükümetin bu konuda daha açık bir dil kullanması yararlı olacaktır.

Erdoğan’ın basın toplantısında belirttiği “hak ve hukukun bir lütuf değil, her insanın sahip olması gereken kutsal değerler olduğunu ve siyasi hesaplarla bir defa şunu çok iyi bilmemiz lazımdır ki bunlar yok edilemez, yok sayılamaz, bastırılamazlar. Bizler en temel hakların yok sayılmasına, bastırılmasına nasıl tahammül gösteremezsek kanın akıp gitmesine, canların yitip gitmesine de sessiz kalamayız” ifadesi Türkiye’nin muhaliflerin baskı ve güç ile bastırılmasının kabul etmeyeceğinin açık bir şekilde ilan edilmesi olarak yorumlanabilir. Bundan önceki açıklamalardan farklı olarak Türkiye ilk kez muhaliflerin güç kullanılarak bastırılmasına razı olmayacağını ortaya koymuş oldu. Bu açıklamanın ardından Kaddafi’nin muhaliflere karşı güç kullanması durumunda Türkiye’nin söz konusu kesimleri koruması gündeme gelebilir. Böyle bir durumda Türkiye’nin doğrudan rejim yanlısı gruplara karşı ilerleyen dönemlerde güç kullanacağı ilk kez açıklanmış oldu. Böylelikle Türkiye Kaddafi rejimine muhaliflere saldırılarını sürdürmesi durumunda aktif olarak iç savaşa karışacağının mesajını vermiş olabilir.

Bununla birlikte Türkiye’nin güç kullanma konusunda önceliğinin muhaliflerin kesimlerin korunmasına yönelik olacağı öngörülmektedir. Erdoğan konuşmasında güvenli bölgeler kavramını kullanması da ilerleyen dönemlerde Türkiye’nin coğrafik olarak sınırları çizilmiş bölgeleri koruma görevini üstlenmeye hazır olduğunu göstermektedir. Zira, başından itibaren Türkiye’nin coğrafik olarak sınırları belirlenmiş güvenli bölgelerde muhalif grupların korunması sorumluluğunu alması oldukça önemli olduğunu ifade etmiştik. Böylelikle muhalif aşiretlerin bulunduğu yerleşim alanlarının saldırılardan korunması ve bu bölgelere aktif bir şekilde insani yardımların ulaştırılması sorumluluklarını Türkiye’nin  üstlenmesi oldukça yararlı olacaktır.

Erdoğan’ın konuşmasından anlaşıldığı kadarıyla Türkiye’nin Libya krizinden çözüm planının hayata geçirilmesi için öncelikli olarak derhal ve önkoşulsuz bir ateşkes sağlamaya çalıştığı görülmektedir. Ateşkes sağlandıktan sonra Türkiye ikinci bir aşama olarak muhaliflerin yaşadığı ve halı hazırda Kaddafi’ye bağlı güçlerin kuşatması veya denetiminde olan şehirlerden çekilmesini sağlamaya çalışacaktır. Her ne kadar kamuoyunda Libya’nın üçüncü büyük kenti Misurata kuşatması dikkat çekse de istikrarın sağlanabilmesi için Batı’da nüfusu muhalif kabilelerden oluşan Zintan gibi şehirlerdeki rejim güçlerinin de çekilmesi gerekir. Ancak bu sürecin oldukça zor olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla Türkiye hem muhalif gruplarla hem de rejime yakın gruplarla çalışmanın ötesinde doğrudan sorunlu yerleşim birimlerine gözlemci göndermek için yoğun bir diplomatik çaba harcaması gerekir. Türkiye’nin içerisinde Arap ülkelerinden temsilcilerin de bulunduğu bir komisyon kurarak tartışmalı olan şehirlerde araştırmalarda bulunması yararlı olacaktır. Böylelikle rejime bağlı güçlerin hangi şehirlerden çekilmesi gerektiği konusunda daha net ve birincil elden verilere ulaşması mümkün olacaktır.

Türkiye krizin çözümüne yönelik olarak son aşamada da kapsayıcı bir demokratik değişim ve dönüşüm sürecinin derhal ve ivedilikle başlatılmasını gerektiğinin altını çizmektedir. Bu sürecin hedefinin halkın özgür iradesiyle yöneticilerini seçeceği anayasal demokrasinin kurulması olduğunun altı çizilmektedir. Böylelikle Türkiye Libya krizinin sonlandırılmasında tek çözümü seçimlerle iktidara gelmiş bir yönetim olarak ortaya koymuş olmaktadır. Nitekim muhaliflerin de sürekli bir şekilde belirttiği üzere Libya’daki iktidar sorunun çözümünde özgür, şeffaf, adil ve bağımsız bir seçim sürecinin olduğu tezi Türkiye tarafından kabul edilmiş olunmaktadır.

Ancak bu noktada dikkat çeken en önemli unsur geçiş sürecinin nasıl olacağı yönündedir. Geçiş sürecinde kimlerin rol olacağı oldukça önemli bir konu olmakla birlikte yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere Türkiye, Kaddafi’nin bırakması gerektiğini ifade ederek bir anlamda Kaddafi’siz bir geçiş dönemi öngördüğünü düşünülmektedir. Ancak bu konuda net ve açık bir açıklama yapılmamış olması muhaliflerin yol haritasına yaklaşımını olumsuz etkileyecektir. Bununla birlikte Kaddafi çekilmeyi reddederse Türkiye’nin bir B planının nasıl olacağı da açık değildir. Tüm bu planlar Kaddafi’nin de muhaliflerle uzlaşmaya ve son olarak da çekilmeye razı olması üzerine kuruludur. Aksi durumda çözüm stratejisinin işlemesi oldukça güç gibi görünmektedir. Bu konuda Türkiye’nin Kaddafi kabilesinden veya Magariha kabilesinden birilerinin de içinde yer aldığı bir geçici yönetim konseyinin kurulması yönünde çaba harcaması önerilmektedir. Geçiş sürecinin oluşturulmasında bir B planı olarak hem rejim yanlısı kesimlerin hem de muhalif liderlerin önereceği ve her ikisinin de karşılıklı olarak kabul edebilecekleri 5 veya 10 kişilik bir geçici yönetim konseyinin kurulması sağlayabilir. Devrim Komite Konseyi gibi bir yönetim anlayışına sahip olan Libyalıların Geçici Geçiş Konseyi fikrine yabancı olmadıklarını belirtmekte yarar vardır. Dolayısıyla Kaddafi’nin içerisinde yer almadığı bir yönetim konseyinin geçiş sürecinde önemli bir görevi yerine getirmesi mümkündür.

Sonuç olarak Türkiye’nin ortaya koymuş olduğu yol haritasının ve çözüm önerilerinin bir taslak olarak tartışılmaya açılması oldukça önemlidir. Libya krizinin çözümünde hem NATO hem hem Arap ülkeleri hem de Batılı müttefikler çözüm için Türkiye’nin rolünü oldukça önemsemektedirler. Özellikle NATO’nun Libya krizinde başarısız olması bu örgütün ilerleyen dönemlerde yeni krizlere müdahale etmesini engelleyebilecek boyutlardadır. Dolayısıyla ABD başta olmak üzere birçok ülkenin Türkiye’nin Libya krizinde oynadığı rolü önemsediklerini görmek gerekir. Bununla birlikte çözüm önerileri konusunda alternatif tartışmaların yapılmasının yararlı olacağını belirtmek gerekir. Son olarak ilerleyen günlerde Libya sorunun Türkiye’de birçok ülke ve liderin ziyaretleriyle daha ciddi şekilde tartışılacağını öngörebilir.

 

Doç.Dr.Veysel AYHAN

ORSAM Uzmanı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi Öğretim Üyesi

 

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=1726

 

 

(1) Dünya Bülteni Haber, “Davutoğlu: Libya’da yol haritası için çalışıyoruz”, 07 Nisan 2011,
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=154532  

(2) bkz.: CNN Haber, “Erdoğan Türkiye’nin Libya kararını açıkladı” 07 Nisan 2011, http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/04/07/erdogan.libyayla.ilgili.konusacak/
612539.0/index.html

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...