Arap ülkelerindeki yönetimlere karşı başlayan halk ayaklanmaları yeni tartışmalara yol açmıştır. Bir taraftan Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerdeki diktatöryal yönetimlerin çöküşü diğer taraftan da değişim yaşayan ülkelerin hangi yönetim biçimiyle yönetileceği ve bu halk ayaklanmalarının söz konusu ülkeleri nasıl bir geleceğe doğru taşıyacağı ciddi merak konusudur.
Özellikle de Arap dünyasının kalbi olarak nitelenen Mısır’ın Mübarek sonrası nasıl bir yönetim modeliyle istikrara kavuşacağı oldukça merak edilen bir konudur. Bu nedenle değişime uğrayan veya değişimi bekleyen pek çok Arap ülkesi rejim tartışmalarına sahne olmaktadır. Ancak bu ülkelerin istikrara ve refaha kavuşması ise daha önemli bir meseledir. Bu nedenle Arap ülkelerinde esen değişim rüzgârlarının sonucunda “din eksenli” ya da “laik” sistemlerin olup olmayacağı tartışılmaktadır. Türkiye’nin bu noktada “model” bir ülke olup olmaması da bu tartışmaların içinde yer bulmaktadır. Bu analizde olası bir yönetim değişikliklerinde “Türkiye, Arap ülkelerine model olabilir mi?” sorusuna yanıt aranmaya çalışılacaktır.
Arap Ülkelerindeki Değişim ve Yönetim Arayışları
Aralık 2010’dan beri esen değişim rüzgârları Tunus, Libya ve Mısır’da yönetim değişikliğine sebep olmuşken Suriye ve Yemen’de de şiddetli bir biçimde devam etmektedir. Arap ülkelerinde kemikleşmiş diktatör rejimlere karşı meydana gelen ayaklanmaların adı ne olursa olsun, yaşanan gelişmelere bakıldığında bu ayaklanmalar, Arap halkının yıllarca çiğnenen onuru ve gururunun geri kazanılma çabası anlamını taşımaktadır. Başka bir ifadeyle, yıllarca diktatörler tarafından ezilen Arap halkı bu ezikliği giderme hedefiyle sokaklarda tüm olumsuz şartlara rağmen mücadele etmektedir. Arap dünyasındaki yeni nesil, artık baskıcı ve şiddet uygulayan yönetimleri kabul etmeyeceği görüntüsü vermektedir. Bölgede daha reformist ve dünyadaki gelişmeleri takip eden bir Arap uyanışı yaşanmaktadır. Bu uyanış duygusunun istekleri veya ihtiyaçları doğrultusunda gelişmeler meydana gelmezse, bunun yerini kaosun doldurabileceğini şimdiden görmek mümkündür.
Arap ülkelerindeki halk ayaklanmaları yönetimleri devirme konusunda başarılı olmuş ancak yeni bir yönetim modeli tartışmalarına da neden olmuştur. Böylece Tunus, Mısır ve Libya’da yönetimin değişmesinden sonra laik mi yoksa dini temele dayalı bir sistemle mi yönetilmesi konusu bu tartışmaları daha da şiddetlendirmektedir. Arap ülkelerindeki değişimin ardından sorunun rejim değişikliğinden ziyade, halkın ülkelerindeki gelirlerin adil paylaşılması, işsizliğin giderilmesi ve özgür bir yaşam sürdürülebilmesi olduğu söylenebilir. Bu açıdan rejim tartışmaları sürerken değişim gösteren ülkelerin (Tunus, Mısır ve Libya) istikrarsızlaştığı ve ekonomik olarak gerilediği görülmektedir. Hatta son zamanlarda Mısır’da Kıptilere karşı düzenlenen saldırılar sebebiyle bir nevi din temelli çatışmaların ve ayrışmaların yaşandığı da gözlemlenmektedir. Mübarek sonrası Mısır’daki olaylara bakıldığında, yönetimin yine Mısır Yüksek Askeri Konseyi’nin kontrolünde olduğu ve sadece yönetimin başındaki diktatörün gittiği görülebilir. Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarının getirdiği değişimin bir rejim değişimi olmadığını belirtmekte fayda vardır. Var olan rejimin devlet organları üzerindeki etkisi halen devam etmektedir. Ayrıca halk ayaklanmalarıyla değişim yaşayan Arap ülkelerinin herhangi bir rejim üzerinden tartışma içine girmesi yalnızca bölgede istikrarsızlaşmayı ve kaosun artarak devam etmesine sebep olur.
Kurulması istenen yeni rejimin niteliği konusunda tartışmaların devam ettiğini yukarıda belirtmiştik. Ancak bu noktada Arap ülkelerinin yönetimsel model olarak hepsinin birbirinden farklı toplumsal ve ekonomik yapıya sahip olmasından dolayı her ülkenin farklı modellere sahip olabileceğini de belirtmek gerekmektedir. Dolayısıyla bahsi geçen Arap ülkelerinde mutlak bir şekilde laik veya dini değerlere bağlı bir yönetimin kurulması gerektiğinden bahsedilmesi yanlış olacaktır. Özellikle Tunus ve Mısır’da Zeynelabidin ve Mübarek’in devrilmesinden sonra her iki ülkede de seçimler beklenirken, laik, dindar ve liberal görüşe sahip siyasi gruplar arasında ülkelerinin yönetim biçimine yönelik tartışmalar kızışmaktadır.
Arap Kamuoyunda Laiklik
Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanan değişim rüzgârı bağlamında laiklik tartışmaları da gündemdeki bir diğer önemli maddedir. Bölgedeki değişime asıl neden olan faktörlerin laiklik tartışmasıyla beraber kimi zaman ikinci plana atıldığını da söylemek mümkündür. Aslında Araplarda laiklik algısı oldukça net bir kavramdır. Bu da devlet ile dini birbirinden ayrılmak anlamını taşımaktadır. Laikliğin Arapça karşılığı “El-İlmani”dir. Köken olarak İlmani, bilimsel öncülük veya dünyevi değerler üzerinden bir bakışa sahip olma manasındadır. (1) Bu sebeple laiklikten söz edilince Araplar arasında bu kavram doğrudan dinsizlik olarak algılanmaktadır. Belki de laiklik kavramına değinilmeden sadece laikliğin değerlerinden söz edilirse Arap kamuoyu laikliği kabul edebilir.
Öte yandan Arap akademisyenlerinden sosyolog Cezayirli Bo Khalefa Habib’e göre, halk ayaklanmalarına şahit olan Arap ülkelerinde “İslami” bir devletin kurulmasının ne Mısır’ın ne de Tunus, Libya ve diğer Arap ülkelerindeki İslamcıların çıkarına değildir. Diğer yandan Arap dünyası aydınlarından Felah Bin Abdullah ise bu tartışmalara ilginç bir yorum getirmektedir. Bin Abdullah’a göre, Arap dünyasında aklıselim hiçbir dinci kesimin dini bir devletin kurulmasını istemediğini ve bunun da temel sebebinin İslam düşüncesinin edebiyatında dini bir devletin olmadığını vurgulamaktadır. Dini devlet kavramının batılılar tarafından ortaya atılan bir söylem olduğunu ifade etmektedir. (2) Böylece laiklik algısının Arap dünyasında dini siyasetten ayırmaktan öte dinsizlik algısını canlandırmaktadır. Arapların laiklik anlayışı konusundaki algısını yenmesi oldukça zaman alacaktır. Bu doğrultuda Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarıyla beraber ortaya çıkan çeşitli düşüncelerin Arap camiası tarafından dikkate alınması gerekmektedir. Aksi takdirde etnik ve dini bölünmelere yol açması kuvvetle muhtemeldir.
Arapların Türkiye’nin “Laiklik” Kavramına Bakışı
Türkiye’nin, son dönemlerde Ortadoğu bölgesine yönelik politikaları ve Araplarla ilişkilerine bakıldığında ciddi bir gelişim yaşandığını görülmektedir. Özellikle son beş yıldır Türk dizilerinin Arap televizyonlarında yayınlanması ve Arap halkı tarafından beğeni kazanması kültürel açıdan her iki halk arasındaki yakınlığı göstermesi bakımından önem arz etmektedir. Ancak Ankara’dan görüldüğü kadarıyla Arapların bakışındaki Türkiye algısınde ciddi bir değişim olup olmadığı halen tartışmalıdır. Bu soruları yanıtlamadan önce şu hususa dikkat çekmekte fayda vardır ki Araplar hem sosyal ve kültürel dokusu gereği hem de geçmişten günümüze kadar yaşadıkları sorunlardan dolayı fikirsel olarak çabuk değişen bir toplum değildir. Arapların zihninde halen bir Osmanlı algısı bulunmaktadır. Günümüzde Türkiye’nin Arap ülkelerine yönelik izlediği politikalara rağmen Arap tarih ders kitaplarında Osmanlı’nın “işgalci” olduğundan bahsedilmektedir ve Araplar arasında Türklere “işgalci” gözüyle bakılmaktadır. Bu nedenle Arap ülkeleri ile Türkiye’nin birçok alanda işbirliği yapması ve bazı ülkelerle de vizenin kaldırılmasıyla bu bakışın tamamen değişeceği beklenmemelidir. Bu algının değişmesi çok uzun zaman alabilir ve Arap ülkeleri ile Türkiye arasında bu konuda daha çok mesafe kaydedilmesi gerekebilir.
Bu çerçeveden Türk-Arap ilişkileri değerlendirildiğinde Türkiye’nin Arap ülkeleriyle kurduğu ilişkilerin Araplar tarafından “Yeni Osmanlıcılık” şeklinde yorumlandığı görülmektedir. Özellikle son on yılda ani bir çıkışla Ankara’nın Batılı ülkelerle geliştirdiği ilişkilerinin yanında Arap ülkelerine dönük de bir dış politika izlemesinin Arap kamuoyunda böylesi bir algıya yol açtığı söylenebilir. Ayrıca Türkiye’nin bu politikasının, ekonomik çıkar elde edebilme ve bölge üzerinde nüfuz kurabilme çabalarının bir sonucu olduğu değerlendirmeleri yapılmaktadır. Bu durum Arap ülkelerinin Türkiye’ye yönelik değişken bir tutum izlenmesine de sebep olmaktadır.
Mısır, Tunus ve Libya gibi ülkelerde yaşanan yönetim değişikliğinin ardından Türkiye’nin bölge ülkeleri için bir “model ülke” olup olamayacağı gündeme gelmiştir. Bu tartışmalar yaşanırken 13 Eylül 2011 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Mısır, Tunus ve Libya’yı ziyareti ve Mısır’da laiklikle ilgili açıklamalarda bulunması Arap kamuoyunda ciddi tartışmalara neden olmuştur. (3) Bu tartışmalar Araplar arasındaki radikal dincilerin tepkisiyle karşılanırken, liberaller ve sol eğilimli gruplar tarafından olumlu karşılanmıştır. Başbakan Erdoğan’ın laiklikle ilgili açıklamalarının Mısır ve Tunus’taki yankılarının iki boyutu vardır;
Birincisi, Mısır’da laiklik söyleminin Müslüman Kardeşler tarafından tepkiyle karşılandığı görülmektedir. Hatta 23 Eylül 2011 tarihinde Müslüman Kardeşler’in siyasi kanadı Adalet ve Özgürlük Partisi’nin Genel Sekreteri Muhammed Saad El-Katatni’nin Elaph elektronik gazetesine verdiği röportajda, Türkiye’deki uygulamanın aynısını uygulama gibi bir çaba içinde olmadıklarını belirtmiş ve Mısır’ın Türkiye’den birçok alanda daha ilerde olduğu vurgulamıştır. (4)
Müslüman Kardeşler’in Başbakanın laiklik vurgusuna verdiği tepkiler dikkate alındığında; Erdoğan’ın laiklik söyleminin gerek Mısır’da, gerek diğer Arap ülkelerinde “Dinsizlik” olarak algılandığını ifade etmek mümkündür. Ayrıca Müslüman Kardeşler ile Türk Hükümetinin arasında iyi ilişkileri olmasına rağmen şaşırtıcı tepkiler vermesi de laikliği anlamak açısından önemlidir. Başbakan Erdoğan, laiklikle ilgili açıklamasını Mısır’da değil de Tunus’ta yapsaydı alacağı tepki daha farklı olabilirdi. Bunun iki önemli nedeni vardır. Birincisi, Mısır, Arapların omurgası, Müslümanlığın kalbi ve Ortadoğu’nun nabzı olarak kendini görmekte ve tanımlamaktadır. Bu sebeple Mısır’da laikliğin Arapların algıladığı “dinsizlik” şeklinde uygulanması oldukça zor gözükmektedir. Ancak daha ılımlı ve anlayışlı (dinler arasında ayırım yapmayan ve tüm kesimleri kucaklayan) bir yönetimden bahsedilseydi bu konuşma esas hedefine ulaşabilirdi. Diğer yandan yıllardır askeri yönetim altında yönetilen Mısır, Türkiye’yi model alırsa yine ordunun kontrolünde olacağı kaygısını da taşımaktadır.
İkincisi, Tunus açısından laiklik söylemine bakıldığında hem halk hem de yönetim biçim olarak Mısır’dan daha farklıdır. Laiklik kavramının Tunuslular tarafından rahatsız edici bir kavram olmadığı yorumu yapılabilir. Çünkü Zeynelabidin Bin Ali’den sonra Tunus’ta etkili olmaya başlayan El-Nahtha Partisi (Uyanış Partisi) Türkiye’yi model almak istediklerin dile getirmektedirler. 1981 yılında Raşid Gannuşi tarafından kurulan El-Nahtha Partisi, Türkiye gibi hem İslami değerleri koruyan hem de demokrasiye ve insan haklarına saygılı bir model olmak istediklerini vurgulamaktadır. (5) Bu nedenle Türkiye, Tunus’a bir model olarak sunulabilir. Ancak, Mısır ve Libya gibi ülkelere Türkiye’nin ilham kaynağı veya model olması oldukça zordur. Çünkü siyasi konjontürün bu modelin uygulanması açısından gerekli zemini oluşturmadığı söylenebilir.
Bütün bu tespitler ışığında Türkiye Arap ülkelerindeki halk ayaklanmalarının ardından yönetim biçimi olarak bir model olmaktan ziyade söz konusu ülkelerin gelişmesi ve kalkınması konusunda yardım eden ülke olabilir. Aksi takdirde laiklik kavramının Arapların siyasal sisteminde yer alması ya da Türkiye’nin model olmasının zamana ihtiyacı vardır.
Sonuç
Arap dünyasında baş gösteren halk ayaklanmalarının sonucunda yönetimlerin değişmesiyle birlikte Arapların önünde iki yönetim şekli seçeneğinin olduğu söylenebilir. Bunlar ya radikal ve katı bir din sistemi ile yönetilmek ya da laik ve demokratik anlayışa sahip bir yönetimi seçmektir. Ancak Arap kamuoyunda her iki seçeneği de istemediğine dair bir görüntü ortaya çıkmıştır. Aslında Araplar radikal veya köktenci gruplardan gelen tehdit ve baskılardan oldukça rahatsızdır. Bunun yanısıra Araplar, eski diktatörlerden kurtulmanın yolunu ararken yeni yönetimlerin eskilerini aratma ihtimalinden büyük endişe duymaktadır. Bu nedenle bundan sonraki süreçte demokratik bir şekilde seçimlerin yapılmasına ve Mısır, Tunus, Libya ve diğer Arap ülkelerindeki halkların hangi siyasi partiye oy vereceğine kendisi karar vermelidir. Aksi bir durumda değişim yaşayan söz konusu ülkelerde şiddet ve kaosun hâkim olması kaçınılmazdır. Zira Mısır’da Kıptilerle Müslümanlar arasındaki gerginlik değişime sahne olan ülkeleri nasıl bir geleceğin beklediği konusunda çağrışımlar yapmaktadır.
Öte yandan Türkiye’nin, Araplar arasındaki “Yeni Osmanlıcılık” algısının giderilmesi için ciddi bir kamu diplomasisi başlatmasında fayda vardır. Özellikle bölgede cereyan eden her gelişmeye anında müdahil olan Türkiye, Arapların “Yeni Osmanlıcılık” algısını tetiklemektedir. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve olaylar ışığında Türkiye’nin bölgeye yönelik politikasının önündeki engellerden biri de “Yeni Osmancılık” söylemidir. Bundan sonraki süreçte Türkiye’nin üzerine düşen en önemli görevlerden birisi kendi yönetimindeki laiklik sisteminin değişim yaşayan Arap ülkelerinin sistemleriyle uyumlu bir şekilde revize edilmesini sağlamak ve bunu Arap ülkelerine en doğru şekilde anlatmaktır.
Ali SEMİN
BİLGESAM Ortadoğu Uzmanı
Notlar:
(1) http://samiqab.blogspot.com/2011/05/blog-post_03.html.
(2) http://www.elaph.com/Web/news/2011/10/688462.html.
(3) http://www.alarabiya.net/articles/2011/09/14/166779.html
(4) http://www.elaph.com/Web/news/2011/9/684716.html
(5) http://www.islammemo.cc/akhbar/arab/2011/10/03/135151.html