Türkiye’nin Güveni?

Türk medyasındaki ve uluslararası medyadaki fazla sayıda makaleler, son zamanlarda Türkiye’nin ekonomisinde ve dış politikasında kendine fazla güvenmesinin kendi sonunu getireceğini iddia etmektedirler. Eleştirmenler, herhangi bir ikna edici argümanlar sunmadan, Türk ekonomik kaynamaların yakında patlayacağını öne sürmekteler. Arap Baharı’nın ardından yeni dinamikler Türk dış politikasını zora sokmaktadır. Eleştirmenler Suriye’de, İran’da, Irak’ta ve diğer Arap ülkelerinde Türk dış politikasının çöktüğünü iddia etmekteler. Bu eleştiriler asılsız ama düşünmeye değer. Türk ekonomisinin ve dış politikasının gücü bir hayal ürününün sonucu değil, kendini tatmin edici bir güvenin sonucudur. O gerçek ekonomik rakamlara ve somut dış politika girişimlerine dayalıdır.

Türkiye İstatistik Kurumu’na (TUİK) göre, Türk dış politikası 2011 yılının sonunda 122 milyar doları aşmıştır. Ticaretin yaklaşık yüzde 60’ı üretim piyasalarının ve onların çeşitliliğinin gücünü göstererek küçük ve orta boy girişimler tarafından yapılmıştır. Türkiye’nin ticaretinin yüzde 50’sinden fazlasını Avrupa’yla yürütmeye devam ettiğine işaret ederek kabaca toplam Türk ihracatının 69 milyar doları Avrupa ülkelerine idi. Bu, ticarette yaklaşık 36 milyar dolarla Kuzey Afrika ve Orta Doğu bölgeleri tarafından takip edilir.

Türkiye’nin ihracat-ithalat açığı, ağırlıklı olarak Türkiye’nin enerji bağımlı bir ülke ve petrol, doğal gazı Rusya ve İran gibi ülkelerden ithal ettiği gerçeğinin bir sonucudur. 2011’de 31,5 milyon üzerinde rekor sayıda turist Türkiye’yi ziyaret etti. Kişi başına düşen gayri safi milli hasıla 10,000 doları aşmıştır. Dünya Bankası’nın ve Uluslararası Para Fonu (IMF)’un 2010 ve 2011’de yayınlanan raporları gelişmekte olan piyasalar arasında Türkiye’yi ayırmıştır. Küresel finansal krizlerin ve Euro bölgesi sorunlarının etkilerine rağmen, Türk ekonomisi ortalama olarak yaklaşık yüzde 9 büyümüştür.

2009 Eylülünde küresel finansal krizin ortasında Ekonomist, Türkiye’nin kredi çatırdamasını gelişmekte olan diğer ekonomilerden daha iyi atlattığını belirtti. Bu onların, çoğu Batı bankalarının aksine, birkaç zehirli mülklere ve sınırlı ipotek riskine sahip olduklarından kaynaklanmaktadır. Bu sebeplerden dolayı hükümet, halkın parasını kurtarıcı bankalara çevirmek zorunda kalmadı.

Tüm göstergeler, Türk ekonomisinin sabit ve güçlü kalmasını ve dünyanın 16ıncı büyük ekonomisi olarak büyümeye devam edeceğini öneriyorlar. Bu, Türk ekonomisinin zorluklarla karşılaşmayacağı anlamına gelmez, örneğin; kalifiye iş gücü, doğrudan dış yatırım ve altyapı gibi. Fakat Türk ekonomisinin şu anki güç ve istikrarı krize ve paniğe yol açmadan bu problemlerin hakkından gelmeyi mümkün kılıyor.

Dış politika cephesinde Türkiye, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki Arap Baharı’nın ardından yeni zorluklarla ve avantajlarla başa çıkmada başarılı oldu. Türkiye’nin yükselen profili ve aktivizmi, zorlu problemlerin ve düşmanlıkların ikili ilişkiler, ticaret ve toplum iletişimi gibi alanlarda yaratıcı diplomasi ve yakın işbirliği aracılığıyla ele alındığı yeni bir jeopolitik iklim yaratmaya yardım etti. Türkiye’nin aktif ve tüm komşularıyla olan çok boyutlu bağlantıları, bölgede tüm ülkeler için yeni avantajlar geliştirdi.

Bu demek değil ki; hiç problem yok. Suriye konusunu ele alalım. Ben birilerinin Türkiye’yi Suriye’deki durumu kötüleştirme konusunda suçlayabileceklerinden şüpheliyim. Türkiye, Esad rejimini, Suriye halkının adalet, demokrasi ve hukuk kuralları için yasal taleplerini karşılaması için ikna etmek adına elinden gelen her şeyi yaptı. Bunun yerine, Şam rejimi kendi halkının aleyhine döndü, kendi halkına düşman oldu. Suriye’deki rejim krizine ilişkin olarak Türkiye, Arap Ligi ile, Avrupa Birliği ile ve Müslüman ülkelerin çoğu ile aynı pozisyonu paylaşıyorlar. Esad rejimi için Rus ve İran desteği yanlış anlaşıldı ve Suriye ile Arap halklarının büyük amaçlarını yansıtmadı.

Türkiye, Suriye’de askeri müdahaleye karşıydı ve Rusya’nın, İran’ın ve bu noktadaki diğerlerinin endişelerini paylaşıyor. Ama bu, Esad rejiminin acımasız baskı ve reformu ret politikasını devam ettirmesi için yasal izin değildir. Eylemsizlik, Suriye için de bir alternatif değildir ve bu yüzden Türkiye, Beşer Esad’ı barışçıl bir geçiş için istifaya çağırıyor.

Türkiye’nin Suriye politikasında başarısız oldu iddiası uçup gitti, çünkü Türkiye, Suriye rejiminin sorumlu bir şekilde davranacağını ve kendi halkının taleplerini karşılayacağını önerir. Arap Baharı dalgası Suriye kıyılarına ulaşana kadar Türkiye, çoğu dünya başkentlerinden sert eleştirilere rağmen, Suriye’ye söz verdi. Ne Şam rejimi ne de onun destekçileri Türkiye’nin Suriye’de gizli bir gündeme sahip olduğunu iddia edemezler. Son analizlere göre, Suriye rejiminin şiddet, baskı ve soyutlanma yolunu seçmesi, Türkiye’nin hatası değildir.

Biz hiç kendi bölgemizde tüm problemleri çözmek için sihirli bir değneğe sahip olduğumuzu iddia etmedik. Ama Türkiye, Arap devrimlerini ve Arap ve Müslüman ülkelerinde reformun barışçı sürecini destekleyerek tarihin doğru tarafında bulunmaktadır. Bu ne kibir ne de kutsanmış bir fazla güvendir.

Yazının İngilizcesi için tıklayınız…

Doç. Dr. İbrahim KALIN

Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörü

Çeviren:

Merve VELİPAŞAOĞLU

UİÇ Stajyeri 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Srebrenitsa Soykırımı Mahkumu Radislav Krstic’in Mektubu

Srebrenitsa’da soykırımın desteklenmesi ve yardım edilmesi suçundan Lahey’de 35...

Trump’ın Ukrayna’da Batı/NATO Barış Gücü Planına Yönelik 10 Engel

Andrew Korybko 10 Obstacles To Trump’s Reported Plan For Western/NATO...

Türkiye-AB İlişkilerinde Kırılma Noktası: AK Parti Döneminde Yaşanan Gelişmeler ve Güncel Durum

Dr. Aziz Armutlu Giriş: Türkiye AB İliskileri Türkiye ile Avrupa Birliği...

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...