1. AET’nin Kuruluşu
AKÇT’yi oluşturan altı devlet, Mart 1957’de Roma Antlaşması ile AET’yi kurmuştur (Bozkurt 1997: 93). Roma Antlaşması ile AET’nin ana organları ve kurumsal yapısı da ortaya çıkmıştır. Bu temel organlar; Asamble, Konsey, Komisyon, Adalet Divanı, Avrupa Yatırım Bankası ve Avrupa Sosyal Fonu’dur (Özdemir 2012: 192).
AKÇT Antlaşmasının başarılı bir şekilde uygulanması Roma Antlaşmaları’na giden yolu açmıştır denebilir. Kömür ve Çelik sektöründe başlayan ekonomik bütünleşme yerini bütün sektörleri kapsayan bütünleşme çalışmalarına bırakmıştır (Çelik’e atfen İlhan 2010: 193). Gümrük Birliği’nin gerçekleştirilmesi de çalışmaların amaçlarındandır (Bozkır 2002: 83).
1955’te Messina’da AKÇT Dışişleri Bakanları Konferansı daha sıkı bir ekonomik işbirliğinin çerçevesini belirlemek üzere toplanmıştır. (http://www.cep.eu/eu-fakten/historie-der-eu/gruendung-der-ewg/ewg/ewg-und-euratom-entstehung 11.04.2013) Tarafların kendi görüşleri hususunda ısrarcı davranmaları bu konferansta gümrük birliği hakkında tam bir uzlaşıya varılmasını engellemiştir. Fakat Messina’dan hiç bir sonuç almadan ayrılmak istemeyen taraflar Belçika Dışişleri Bakanı Paul Henri Spaak başkanlığında Avrupa Bütünleşmesi Hakkında Hükümetlerarası Komite’yi (Spaak Komitesi) kurmuşlardır. Komite Spaak Raporu olarak da bilinen sonuçlarını Nisan 1956’da üye ülkelere bildirmiştir. Spaak Raporu doğrultusunda Haziran 1956 – Mart 1957 tarihleri arasında hükümetlerarası konferans düzenlenmiştir. Bu konferanslar sonucunda Roma Antlaşmaları’nın genel çerçevesi hazırlanmıştır (Özdemir, 2012: 187-188).
AET Antlaşması’nda, Topluluğun amacı, “üye ülkeler arasında ekonomik faaliyetlerin uyumlu bir biçimde geliştirilmesi, sürekli ve dengeli bir genişleme, istikrarı artırma, yaşam standartlarının hızla yükseltilmesi, daha yakın ilişkilerin desteklenmesi olarak açıklanmıştır (Çalış 2008: 44). AET Antlaşması’nı imzalayanlar ekonomik entegrasyonun yayılma etkisi (spill-over effect) ile nihayetinde politik birliğe ulaşmayı hedeflemekteydiler (Bozkurt’a atfen Çalış 2008: 45). Roma Antlaşmaları, antlaşmaların amaçlarına ulaşılması ile aşama aşama Avrupa Birleşik Devletlerine giden yolu açmıştır (Bozkurt 1997: 95).
2. Türkiye’nin AET’ye Başvurusu
Avrupa ile ekonomik, siyasal ve kültürel yönden yakın ilişki içerisinde olmayı devlet politikası haline getiren Türkiye AET’ye uzun süre yabancı kalamazdı. O yıllarda iktidar partisi Demokrat Parti (DP) yöneticileri de “Avrupalılaşma” ile özdeşleşmiş bir parti geleneği içerisinde yetişmişlerdi (Bozkurt 1997: 274). Bu durum dönemin hükümet programına şu şekilde yansımıştır:
“Son yıllar zarfında batı camiasına dahil devletler arasında siyasi ve askeri sahalardaki işbirliğine muvazi olarak iktisadi integration geliştirmek yolunda müspet adımlar atılmakta olduğu malumunuzdur. Avrupa Kömür – Çelik Birliği, Atom Birliği ve Müşterek Pazar gibi sadece bazı Avrupa memleketleri arasında girişilmiş olan iktisadi integration faaliyetleri, serbest mübadele bölgesi ihdası teşebbüsü ile bilumum Avrupa İktisadi İşbirliği memleketlerinde teşmil edilmiş bulunmaktadır (Sanal 2003: 85).
Hükümetimizin bu sahadaki çalışmalara faal bir surette iştirak eylemekte ve bu teşebbüsün bir an evvel tahakkuk safhasına intikaline gayret etmektedir. Bu teşebbüs çerçevesi içinde memleketimizin iktisadi kalkınma sahasındaki faaliyeti tarsin edilmiş ve süratlendirilmiş olacaktır (Sanal, 2003: 85-86).”
Nitekim DP 1959’da Yunanistan’ın başvurusundan hemen sonra AET’ye üyelik başvurusunda bulunmuştur (Bozkurt 1997: 274). Ankara AET’ye ilk başvuru yaptığı zaman hem yaptığı başvurunun anlamının farkındaydı, hem de Avrupa’daki entegrasyon hareketlerinden haberdardı (Çalış, 2008: 50-51).
1957 genel seçimleri sonrası Avrupa ile yakından ilgilenen Fatin Rüştü Zorlu’nun dışişleri bakanı olması Türkiye Cumhuriyeti başbakanının Avrupa’daki entegrasyon hareketlerine ne kadar duyarlı olduğunun göstergesiydi. Sonrasında bakanlık personeli Avrupa’daki entegrasyon çalışmalarını yakından izlemek yönünde uyarılmıştır (Çalış 2008: 52).
AET’ye başvuruda politik gerekçeler ekonomik gerekçelerden daha etkiliydi. Türk politika yapıcılara göre, Türkiye’nin uzun vadede Avrupa’ya entegre olma isteği için Birlik önemli bir adımdı (Bourguignon 1990: 52). 1963 yılında kaleme alınan bir Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı (TCDB) dokümanı politik gerekçeler üzerine şöyle vurgu yapmaktadır (Çalış 2008: 55):
“Kuruluşundan beri Batı camiasının ayrılmaz bir parçası olduğunu hisseden Türkiye Cumhuriyeti 2. Dünya Savaşından sonra, ekonomik ve siyasal prensipleri Türkiye’ninkine uyan, pek çok batılı teşkilata katılmıştır. Dolayısıyla, Avrupa’da her şeyden önce bir ekonomik topluluk, daha sonra da siyasal bir birlik oluşturmayı amaçlamış Ortak Pazara Türkiye’nin katılmaması düşünülemez bile (TCDB’ye atfen Çalış, 2008: 55-56).”
Aynı dokümanda Türkiye’nin böylesi bir topluluğa katılması için politik ve ekonomik gerekçelerin yanında pratik ve teknik sebeplerin de olduğu belirtilmiştir (TCDB’ye atfen Çalış 2008: 56).”
Atina’nın AET’ye yapmış olduğu başvurunun Ankara’nın başvurusunda istisnai bir yeri vardır (Çalış 2008: 56). Yunan başvurusu Türkiye’nin AET konusunda harekete geçmesinde itici rol oynamıştır (, Çalış 2008: 56).
Yunanistan’ın başvurusundan sonra bürokratların Türkiye’nin başvurusu konusundaki “politik olarak arzu edilir” ama ekonomik açıdan “ihtiyatlı davranılması gerekir” dolayısıyla da “düşünülmelidir” açıklamaları dışişleri bakanı Zorlu tarafından olumlu bulunmaz (Çalış 2008: 57). Bakanın şu sözleri tepkisini ifade eder:
“Bizim için bu, ekonomik olmaktan ziyade, siyasi bir meseledir. Eğer Yunanistan’ın böyle bir organizasyona yalnız başına girmesine müsaade edersek, bu, Türkiye’nin dışarıda kalması demektir. Yani, Türkiye’nin böyle bir batılı organizasyona grime şansı, büyük ölçüde “Avrupa’nın altın çocuğu”, “medeniyetin beşiği” denilen şu Yunanistan’a bağlıdır. Yunanlılar harekete başladığında, siz, başka hiçbir şey düşünmeden, yanlarında koşmaya başlamalısınız. Eğer onlar bir havuza atlarlarsa, siz de atlamalısınız. Velev ki bu havuz içi boş, susuz bir havuz olsa bile (Çalış, 2008: 57-58).”
Zorlu’ya göre Yunan faktörü Türkiye’nin başvurusu için önemli bir etmendi. Bu“faktör” özünde bir “Yunan faktörü” ve buna dayalı “Yunan rekabeti” olmaktan ziyade başka bir içeriğe sahiptir. Zorlu’yu harekete geçiren sebep “rekabet” değil, sahip olduğu diplomatik deneyimlerdi. Zorlu Türkiye’nin Batılı organizasyonlara üye olmasının, nasıl da zor olduğunu yaşayarak öğrenmişti. Türkiye eğer OEEC, NATO ve Avrupa Konseyi gibi örgütlerin üyesi olmuşsa bunda Batının Yunanistan ile Türkiye’yi birbirinden ayırmama isteği etkili olmuştur. Yine de Marshall Yardımı, Truman Doktrini ve Avrupa Konseyi örnekleri dikkate alındığında, Batılıların, Yunanistan’la mukayese edildiği zaman Türkiye’ye daha az değer verdikleri bilinen bir konudur. Zorlu da bu durumun farkındaydı ve isteği iki ülkeye de eşit davranılmasıydı (Çalış, 2008: 59-60).
Türkiye sadece Yunanistan’ı takip için AET’ye başvurmamıştır. Başvuruda Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde izlediği ulusal dış politik hedeflerine uygun bir şekilde hareket edilmiştir (Saraçoğlu’na atfen Çalış 2008: 61).
Türkiye’nin AET’ye başvurusunda idealizm egemendi. Hatta Ankara “Birleşik Avrupa’nın inşasında temel taşları olmak istiyoruz” görüşündeydi (Çalış 2008: 61).
Türkiye’nin Yunanistan’dan önce başvuru yapmamasının nedenleri arasında, Yunanistan’ı Avrupa’ya bağlayan tarihi ve sosyo-kültürel nedenlerin yanında, 1950’li yıllarda TCDB’nin yapısının Yunanistan’a göre yetersiz olması bulunmaktadır (Çalış, 2008: 62-63).
Ankara’nın AET’ye başvurusunun ekonomik gerekçeleri de mevcuttur. AET’ye müracaat DP’nin ekonomik politikalarıyla çelişen bir hareketti değildi. DP, CHP’ye nazaran daha liberal bir ekonomik politika takip etmiş, Türkiye’yi dışa açmaya çalışmıştır (Dipnot 141’de belirtilen yazarlara atfen Çalış 2008: 63).
Ticarette liberalizasyon politikası ekonomik yapıda sorunlara neden olmuştur. Endüstriyel ve tüketim maddelerinde ithalatta yaşanan patlama, Türkiye’nin ödemeler dengesini bozmuştur (Krueger’e atfen Çalış 2008: 65). Ancak Türkiye eğer yardım talebinde bulunacaksa bunu üyesi olduğu IMF, OEEC, GATT ve EPU’dan yapabilirdi. Yani 1954 yılında Türkiye AET’ye başvururken bunu öncelikle yardım alabileceği bir örgüt olarak görmemiştir. Zaten Roma Antlaşmalarının hükümlerinde de ortak üyelere finansal destek sağlanacağına ilişkin bilgi yer almamaktadır (Çalış, 2008: 65-66).
Altılar hem Türkiye’nin hem de Yunanistan’ın en büyük ticaret ortaklarıdırlar. Topluluk Türkiye ve Yunanistan’ın üzüm, tütün, meyve, sebze, pamuk, balık ve zeytin gibi geleneksel tarım ürünlerinin en büyük pazarıdır. O dönemde Türkiye’nin dış ticaretinin yaklaşık 3’te 1’i Topluluk iledir. Bu durum karşısında Türkiye’nin bu pazarı Yunanistan’a bırakması beklenemezdi (Çalış 2008: 67).
Öte yandan o dönemde bu konuları inceleyen resmi ya da gayri resmi herhangi bir çalışma yoktur. Böyle bir çalışma müracaattan üç yıl sonra 1962’de ekonomi profesörü olan Bestim Üstünel’e yaptırılmıştır. Bu çalışmanın ön sözünde AET ile sürdürülen üyelik yönündeki pazarlıkların desteklendiği, çünkü Ortak Pazar’ın ekonomik, sosyal ve politik yönleri olan “bir hayat tarzı” olduğu, bizim de bu hayat tarzı ile tanınmak arzusunda olduğumuz açıkça beyan edilmektedir (Çalış, 2008: 67-68).
ABD de Türkiye’nin AET’ye girişini desteklemiş, başvurusunu özendirmiştir (Kuyucuklu’ya atfen Arslan 2010: 59).
Başvuru halktan DP hükümetince önce saklanmıştır, ancak hem Türk basınına sızan, hem de yabancı basında yer alan haberlerden sonra DP’nin yarı resmi yayın organı Zafer gazetesi ile Türk kamuoyuna duyurulmuştur (Çalış, 2008: 71-73). Başvurunun kamuoyundan saklanmasının nedeni Menderes Hükümeti’nin Brüksel’den gelecek müspet cevabı bekleme isteği olabilir (Çalış 2008: 71).
3. AET’nin Türkiye’ye Cevabı
Türkiye’nin AET’ye başvurusunun ardından Ortak Pazar’ı oluşturan 6 ülkenin Dışişleri Bakanlarından kurulan Bakanlar Konseyi 11 Eylül 1959’da Brüksel’de buluştuklarında, gündem maddelerinin sonuncusu “Türkiye’nin ortak istemi” idi. Türk kamuoyunun haberi bile olmadığı bu toplantı sonunda şu karar alındı: “Türkiye’nin AET’ye ortaklığının çözülmesi gereken sorunlar çıkardığını saptayan Konsey, bu istemi olumlu karşılamış ve Avrupa Komisyonu’nu Türk hükümeti ile ortaklık ilişkisi koşullarının neler olabileceğini araştırıcı ön görüşmeleri yapmakla görevlendirmiştir.” (Birand, 1996: 51-52)
Yunanistan’ın hemen ardından gelen Türkiye’nin başvurusu sonrasında Türkiye ile Yunanistan arasında dengenin sürdürülmesi, birinin diğerine tercih edilmemesi politikası o günlerde başlamıştı (Birand 1996: 54).
28-30 Eylül 1959’da Belçika’daki Türk Elçisi Rıfkı Zorlu başkanlığındaki Türk heyeti ile AET arasında görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Bu görüşmelerde gümrük indirimleri, tarım, serbest dolaşım, mali krediler, Türkiye’nin topluluk karar organlarına katılma arzusu gündeme gelmiştir. Türkiye ile yapılan görüşmeden AET memnun kalmamıştı. Türk heyetinin hazırlıksız olduğu ortaya çıkmıştı. Öte yandan Yunanistan ile yapılan ön hazırlık görüşmesinde Yunanistan daha kesin önerilerle AET’nin karşısına gelmişti (Birand, 1996: 56-59).
Türkiye ve Yunanistan ile bu ilk görüşmelerden sonra 6 ülkenin daimi delegeleri 1-8 Ekim 1959 günlerinde Türkiye ile Yunanistan dosyalarını ele aldılar. Toplantı sonrasında yapılan açıklamadan; AET’nin Türkiye ile Yunanistan ile aynı tip anlaşma yapmak isteyip istemediğini kararlaştırması ve görüşmelerin sadece ekonomik yönüne eğilerek değil, görüşmeleri politik açıdan değerlendirerek de karar verilmesi gerektiğine dikkat çektiğini görüyoruz. Daimi delegeleri en çok rahatsız eden husus iki ülke arasındaki ekonomik farklılığa rağmen görüşmelerin nasıl paralel yürütülebileceğiydi. Daha sonra heyetler Türkiye ve Yunanistan’a gidip gelmeye, Topluluk iki ülke ekonomisi hakkında bilgi toplamaya başladı. Bütün çabalara rağmen Türk ve Yunan ön müzakerelerinin aynı düzeyde yürütülmesinin imkansızlığı anlaşıldı. AET’nin müzakerelerini, Bakanlar Konseyi adına gerçekleştiren Avrupa Komisyonu Yunanistan’dan istediği bilgiyi elde ettiğini, Atina ile müzakerelere geçilebileceğini belirtti. Sürecin Türkiye ile beraber yürütülmesi yönündeki istek Başbakan Karamanlis’in hamlesiyle son buldu, Yunanistan ile araştırma-hazırlık müzakereleri kapatılıp, ortaklık görüşmelerine başlandı (Birand, 1996: 59-61).
Türk heyeti 2-4 Aralık 1959’da ikinci ön hazırlık müzakeresini gerçekleştirdi. Büyükelçi Semih Günver başkanlığındaki heyet Türkiye ile Yunanistan arasındaki açığın biraz daha genişlediğini gördü. Fakat görüşmede Yunanlıların tam aksine gümrük birliğine geçiş konusunda kısaltma yapamayacaklarını ve 22-24 yıl gibi bir süre gerektiğini yinelediler. Görüşmelerde tarım, mali yardım ve Türkiye’nin topluluk karar organlarına katılması konuları gündeme geldi. Görüşme sonrasında AET delegasyonunun soru işaretleri giderilememişti. Yunanistan gibi resmi ortaklık müzakerelerine başlayabilmek için ortada gereken netlik yoktu (Birand, 1996: 61-64).
Türkiye’nin AET’ye başvuruda bulunduğu bu dönemde ülkedeki çalkantılar doruk noktasına gelmişti. Türkiye’deki iç çalkantıların artmasıyla AET de Türkiye’nin başvurusu ile ilgili çalışmalarını yavaşlattı. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda AET ile kurmak istediği ilişki güçleşiyordu. Topluluğun Türkiye ile ilgili çalışmaları yavaşlatmasının diğer bir nedeni ise kararsızlığıydı. Daha ilk raporlar neticesinde Ankara hükümetinin Yunanistan gibi önemli yükümlülükleri kaldırmayacağı ortaya çıkmıştı. Neredeyse tüm uzmanlar, Türk ekonomisinin zayıflığı, AET’nin getireceği yükümlülükleri kaldıracak güçte olmadığı noktasında birleştiler. Avrupa rekabetinin ülke ekonomisinde tehlikeler yaratacağı kanısı hakimdi. Öte yandan Türk ekonomisi ortaklığa gidildiği takdirde AET ekonomisine sağlam bir şekilde kanca atabilecektir. Türk hükümetinin gerçekten ne istediği anlaşıldıktan sonra, yapılacak derin araştırmalarla, Yunanlılarla düşünülenden daha dar bir gümrük birliği veya daha esnek, ileride gelişebilecek bir model düşünülebileceği Avrupa Komisyonu’nun gündemindeydi (Birand, 1996: 64-68).
AET’nin Türkiye ile ortaklığından elde edeceği politik çıkar bu ülkeyi Batı’ya bağlamaktı. Türkiye’nin mali durumu düzeldikçe AET’nin bu ülkeye ihracatı artacaktı. Türkiye ekonomik ve sosyal çalkantılar içerisindeydi öte yandan da siyasi ve askeri strateji yönünden ilişki kurulması gereken bir ülkeydi. Bu noktada da Yunanistan ve Türkiye arasındaki fark ortaya Brüksel tarafından konuldu. Yunanistan tam üyeliğe adım attırılacak, Türkiye ise elden kaçırılmadan yürütülecek bir ilişki şeması içerisinde tutulacaktı. Çünkü Yunanistan’ın ekonomisi verilecek yükü kaldırabilecek durumdaydı (Birand, 1996: 68-69).
Daha sonra, politik sakıncalara dikkat eden AET Türkiye ile araştırma görüşmelerinin tamamlandığını ve resmi müzakerelere geçilmesini kararlaştırmıştır. Bu kararın üzerinden iki hafta geçmeden Türkiye’de 27 Mayıs ihtilali olmuştur ve her şey durmuştur (Birand 1996: 74).
Yunus Emre GENÇ
Kaynakça
Arslan, A., Efendi ve Uşak, İstanbul, Paraf Yayınları, 2010.
Çalış, Şaban H., Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, 4. Baskı, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2008.
Birand, M.A., Türkiye’nin Gümrük Birliği Macerası 1959-1995, İstanbul, Milliyet Yayınları, 1996.
Bourguignon, Roswitha, “The History of the Association Agreement Between Turkey and the European Community”, Ahmet Evin, Geoffrey Denton (eds.), Turkey and the European Community, Opladen, Leske+ Budrich, 1990, pp. 51-63
Bozkır, Volkan, “Das Türkische Nationalprogramm für die Vorbereitung der Türkei auf die EU-Mitgliedschaft”, Hagen Lichtenberg, Muzaffer Dartan, Ali Eliş (Hg.), Das Deutsch – Türkische Verhältnis: Auswirkungen auf den Beitrittsprozess der Türkei zur Europäischen Union, Bremen, Universität Bremen Jean Monnet Lehrstuhl für Europarecht, 2002, ss. 83-93
Bozkurt, V., Avrupa Birliği ve Türkiye, İstanbul, Alfa Basım Yayım Dağıtım, 1997.
Centrum für Europäische Politik, “Die Römischen Verträge: EWG und EURATOM – Entstehung” http://www.cep.eu/eu-fakten/historie-der-eu/gruendung-der-ewg/ewg/ewg-und-euratom-entstehung, (11.04.2013).
Özdemir, H., Avrupa Mantığı, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2012.
Sanal, T., Menderes Hükümetleri (22 Mayıs 1950-27 Mayıs 1960), Ankara, Sim Matbaacılık, 2003.