Türkiye’nin AB Sürecinde “Kıbrıs Sorunu”

AB Kıbrıs sorunuyla Temmuz 1990’da Güney Kıbrıs’ın tüm ada adına AB’ye üyelik başvurusunda bulunması ve AB’nin Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmasını takiben üyelik müzakerelerinin başlayacağını bildirmesiyle söz konusu olmuştur. Ancak AB, Haziran 1994’te Korfu Zirvesi’yle birlikte tutumunu büyük ölçüde değiştirmiştir. Zirvede Avrupa Konseyi, Kıbrıs sorununun çözümünü üyelik müzakerelerinin başlaması için bir ön koşul olarak öne sürmeden Kıbrıs’ın bir sonraki genişleme dalgasında yer almasına karar vermiştir. Birliğin karar değişikliğinde iki faktör özellikle etkili olmuştur.

Birincisi Yunanistan, Kıbrıslı Rumların Birliğe kabul edilmemesi durumunda Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Birliğe katılmalarını veto etme tehdidinde bulunmuştur. İkincisi yine Yunanistan Kıbrıslı Rumlarla üyelik müzakerelerinin başlaması halinde Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne katılmasını veto etmeyecekti ve Mart 1998’de Kıbrıslı Rumlarla üyelik müzakerelerine başlanmıştır. Aralık 1999’daki Helsinki Zirvesi, AB-Kıbrıs ilişkilerinde dönüm noktası olmuştur. Helsinki’de Türkiye’ye aday ülke statüsü verilmiştir. Çünkü Birlik, Türkiye’nin Kıbrıslı Türklere Ada’da bir çözüme ulaşmaları konusunda baskı yapmasını ve Ada’nın bölünmüş olarak Birliğe üye olması durumunda Türkiye’den gelebilecek olumsuz tepkilerin gecikmesini istiyordu. Birliğin bu amacı, Helsinki’de aldığı bir diğer kararda açıkça ortaya çıkmıştır. Bu kararda, Türkiye, Kıbrıs sorunu konusundaki çözüm önerilerini sonuca ulaştıracak adımlar atmazsa AB Konseyi’nin sorunun Türkiye’nin kabul edeceği biçimde çözülmesini beklemeden G.Kıbrıs’ın AB ile entegrasyonuna karar verebileceği açıkça ortaya koyulmuştur. Helsinki Zirvesi’nden sonra Türkiye’nin AB üyeliğinin Kıbrıs sorununun çözülmesi halinde mümkün olabileceği belirtilmiştir. AB’nin Aralık 2002’deki Kopenhag Zirvesi’nde de belirtildiği gibi bir çözüme ulaşılması halinde AB, Kıbrıs’ın üyeliğine Kıbrıslı Türkler bağlamında karar verecek, ancak çözümün olmaması halinde ise Kıbrıslı Türklerin birliğe katılma süreçleri askıya alınacaktı. Nitekim sorunu çözmeye yönelik en kapsamlı girişim olan Annan Planı’nın 24 Nisan 2004’teki referandum ile Kıbrıslı Rumların çoğunluğu tarafından reddedilmesinden sonra 1 Mayıs 2004’te sadece Kıbrıslı Rumlar “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB üyesi olmuştur[1].

Kıbrıs sorununun analizini yapabilmek için öncelikle Ada’nın jeopolitik ve jeostratejik öneminin kavranması gerekmektedir. Adayı elinde bulunduran güç, her zaman Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan İran’a kadar olan bölgeyi kontrol edebilecek konuma sahip olacaktır. Türkiye üzerinden Ortadoğu’ya açılamayan güçler, Adayı amaçları için kullanmak istemişlerdir. Yıllardan beri Yunanistan’ın Ada’da yaptığı politika, Enosis; yani Rum egemenliğinde tüm Kıbrıs’ta hâkim olacak bir Rum Cumhuriyeti’nin kurulması ve Türk halkının azınlık statüsüne düşürülmesidir. Rumlar, bu politikalarına ulaşabilmek için Türk tarafının yaptığı uzlaşma çağrılarına hep ret yanıtını vermiştir. 1950’li yıllarda  adada meydana gelen bağımsızlık istekleri sonucunda adada bulunan topluluklar( Rumlar ve Türkler) ile ilgili devletler (Türkiye, Yunanistan ve İngiltere)  arasında Londra ve Zürih’te yapılan anlaşmalar sonucunda 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak; bundan kısa bir süre sonra adada Rumların (Yine Enosis politikası gereğince) adayı Yunanistan’a ilhak etmelerinden kaynaklanan sorunlar baş göstermiş, bu da gerilimi arttırmıştır. 1974 yılında Yunanistan iktidarını elinde bulunduran Albaylar Cuntası, adayı oldu-bittiye getirip Yunanistan’a bağlamak üzere Cumhurbaşkanı Makarios’a darbe düzenlemiştir. Bu olayın ardından garantör ülke olan Türkiye, garantörlük hakkının bir gereği olarak adaya müdahale etmiş ve adanın kuzey kesimi Türk kontrolüne geçmiştir. Türkiye’nin adaya müdahalesi kesinlikle savunma ve barış amaçlıdır. Çünkü adada Türk halkına karşı acımasız kıyımlar yapılmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda, BM ve AT, Kıbrıs sorununun çözümü için girişimlerde bulunmaya başlamıştır. BM çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yapılan girişim Denktaş’ın ödün vermemesi üzerine sona ererken, ikinci girişim AT’den gelmiştir. AT, bu konuda yapılacak en akıllı işin Denktaş’ı aradan çıkartmak ve Türkiye ile yapılacak pazarlık sonucunda Kıbrıs sorununa çözüm bulunması gerektiğini düşünmekteydi. Bunun için Türkiye’nin AT’ye üyeliğinin koşullarından biri olarak Kıbrıs sorunu ileri sürülmeye başlandı. AT bu düşüncesini Haziran 1990’da Dublin Zirvesi’nden sonra yayınlanan bildiride ortaya koymuş, Türkiye’nin toplulukla ilişkilerinin Kıbrıs sorununun başlangıcını belirtmiştir. 24 Haziran 1994’te Korfu Adası’nda gerçekleştirilen AB zirvesinden sonra yayımlanan  “Beyaz Sayfa” adlı sonuç bildirgesinde ise Kıbrıs ve Malta’nın Birliğin genişleme programına alındığını, AB üyeliğine buradan sonra alınacaklar içinde bu iki ülkeye öncelik tanınacağı resmen açıklanmıştır. KKTC’nin başvuruya karşı tutumuna genel olarak bakıldığında, Kıbrıs’ta bir uzlaşma sağlamak için BM gözetiminde sürdürülen görüşmeler devam ederken Rum kesiminin 3 Temmuz 1990 tarihinde AB’ye üyelik başvurusunda bulunması ve bu tek taraflı ve kurucu antlaşmalara aykırı başvuruların amacının ekonomik değil siyasi olduğu görülmektedir[2]. Avrupa Birliği maalesef bu konuda da yine objektif davranamamıştır. AB’nin Kıbrıs Türk halkının itirazlarına rağmen Rumların tek taraflı başvurularının kabul edilerek işleme koyulması, Rum tarafının Kıbrıs konusundaki uzlaşmazlığını daha da arttırmıştır. Rum tarafı Kıbrıs’ta varmak istediği hedefe zaten AB yoluyla varabileceğini düşünerek çözüm önerilerinin hepsine kendini kapatmıştır. Fakat Rum tarafı hukuki bir boyutta bir kazanç sağlayamamıştır.

Avrupa Komisyonu 16 Haziran 1997 tarihinde Gündem 2000 adlı bir belge yayınlamıştır. Bu belgede AB’nin gelecek dönemdeki güçlenme ve genişleme stratejisi ortaya konmaktadır. 1997 yılı sonunda gerçekleştirilen Lüksemburg Zirvesi’nde Gündem 2000 kapsamında genişlemeye yönelik tavsiyelerin görüşülüp kabul edilmiş ve beş ülkenin yanı sıra Kıbrıs ile de müzakerelerin başlayacağı bildirilmiştir[3].Türkiye bu genişleme sürecinde yer almamıştır. Bununla devam eden süreçte Türkiye AB ile olan siyasi diyalogun askıya alındığını açıklamıştır. 10-11 Aralık 1999 tarihinde Helsinki’de gerçekleştirilen ve Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler bakımından bir dönüm noktası teşkil eden, Türkiye’nin alınan kararlar doğrultusunda aday ülke statüsünü kazandığı bu zirvede alınan kararların Türkiye’yi doğrudan ve dolaylı olarak ilgilendiren iki tane maddesi mevcuttur. Bunlardan ilki 4. maddedir. Bu maddede Türkiye’nin doğrudan adı geçmemekle birlikte, tek bir çerçevede 13 aday ülkenin varlığı belirtilmekte, aday ülkelerin tam üyelik sürecine eşit şartlar altında katıldıkları ifade edilmektedir.

Bir diğer maddeye gelecek olursak, iki paragraftan oluşan ve Kıbrıs sorununa ilişkin 9. maddesidir. İlk paragrafında; AB konseyi, 3 Aralık tarihinde New York’ta Kıbrıs sorununun kapsamlı bir çözümüne yönelik olarak başlatılan görüşmeleri memnuniyetle karşılar ve BM Genel Sekreteri’nin bu süreci başarıyla sonuçlandırma yönündeki gayretlerine güçlü desteğini ifade eder. İkinci paragrafında ise; AB konseyi, politik bir çözümün, Kıbrıs’ın AB ‘ne katılımın kolaylaştırılacağının altını çizer. Üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılmış olursa, Konsey’in üyelik konusundaki kararı, yukarıdaki husus bir ön şart olmaksızın verilecektir. Bu konuda konsey, tüm ilgili faktörleri dikkate alacaktır[4].

Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin aday ülke statüsü kazanması ilk başlarda bir başarı sayıldı ve Türkiye bu olayı sevinçle karşıladı. Ama bu olayın ansızın gelişmesi beraberinde tartışmalarda getirmiştir. Bu tartışma, Türkiye AB ilişkilerinde üye statüsü kazanma süreciyle birlikte oluşan diyaloglarda Kıbrıs konusunda taviz verilip verilmediği ile ilgilidir. Bu konuda, maddeler üzerinden analiz yapacak olursak; şu sonuca ulaşabiliriz. Eğer Türkiye Kıbrıs sorunu konusundaki çözüm önerilerini sonuca ulaştıracak adımlar atmazsa, AB sorunu Türkiye’nin kabul edeceği biçimde çözülmesini beklemeden G.Kıbrıs’ın bütün ada adına yapmış olduğu üyelik başvurusuna evet diyecektir. Bu AB’nin Kıbrıs sorununun kendi içinde halledilmesi konusunu zorunlu görmemesidir. Bu kararlar, o dönemdeki Türk hükümeti tarafından hiçbir itiraza gerek duyulmadan memnuniyetle karşılanması Kıbrıs’ta taviz verilmiş olabilir mi sorusunu akıllara getiriyor. AB’nin Kıbrıs sorununu Türkiye’nin önüne bir şart olarak koyma eğilimi, Katılım Ortaklığı Belgesi’nde de açıkça belli olmaktadır. Bu belgede Kıbrıs sorunu şu şekilde yer almaktadır; “Helsinki sonuçları bildirgesine uygun olarak siyasal diyalog bağlamında, Helsinki Sonuçları Bildirgesi’nin 9(a) maddesinde atıf yapıldığı gibi, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması sürecini başarılı bir sonuca bağlamaya yönelik çabalarını güçlü bir biçimde desteklemektedir.”[5] 8 Kasım 2000 tarihinde Katılım Ortaklığı Belgesi’nde, Kıbrıs sorunu “ilkeler” bölümünden çıkarılıp “kısa vadeli öncelikler” bölümüne alınmıştır. Bu konuyla ilgili dönemin koalisyon ortakları B. Ecevit, D.Bahçeli ve M.Yılmaz AB’ye karşı sert ve tavizsiz açıklamalar yapmışlardır. Gerekirse Türkiye olarak AB’ye adaylıktan çekilebileceklerini bildirmişlerdir. AB’nin Helsinki’de Türkiye’nin üyeliğe aday ülke olarak kabulü kararındaki tutumu Kıbrıs sorununun çözümünde yardımcı olacak nitelikte değildir. Çünkü Türkiye’nin AB üyeliğine aday ülke olarak kabul edilmesi ile Kıbrıs sorununun çözümü ve Rum kesiminin üyeliği konularını birbiriyle çelişkili hale düşürmektedir. Bu nedenle, Türkiye’nin Kıbrıs’ta bazı ciddi ödünler vermesini zorlamak amacında olduğu ortaya çıkmaktadır.

Son olarak, Kıbrıs sorununun çözümü için 16 Ocak 2002’de R.Denktaş G.Klerides ile görüşmelere başlamıştır. Denktaş Klerides’e 16 maddeden oluşan bir çözüm planı sunarak “eşit statü” temelinde Kıbrıs Ortaklık Devleti kurmayı önermiş, Klarides red yanıtını vermiştir. Bu süreçte de ilerleme kaydedilememesi üzerine BM Genel Sekreteri Kofi Annan, taraflara kapsamlı bir anlaşma için temel oluşturacak belge olan “Annan Planı” ‘nı sunmuştur. Bu planda da anlaşma sağlanamamış, sonucunda referanduma gidilmiştir. 2004 yılının Nisan ayında referandum GKRY tarafından %70 gibi bir oy oranıyla halk tarafından reddedilmiştir. Yine de taraflar arasında anlaşma sağlanmadan GKRY 1 Mayıs 2004’te AB’ye tam üye olmuştur. Dünya kamuoyunda GKRY’ nin çözüm tarafı olmadığı açıkça dile getirilerek, GKRY eleştirilmiştir.

Görüldüğü gibi, Kıbrıs sorunu Türkiye’nin sahip çıkması gereken çok önemli bir meseledir. Böyle stratejik bir öneme sahip olan ada Türkiye–AB ilişkilerinde Yunanistan’ın Birliğe katılmasıyla birlikte, sürekli öne sürülerek, gündemde tutulan bir konu olmuştur. Kıbrıs sorunu fikrini ortaya atan taraf Rum kesimidir. Türk kesimini hiçe sayarak Kıbrıs adına GKRY’nin AB’ye tam üyelik için başvurması ve bu başvurunun olumlu değerlendirilmesi ulusal ve uluslar arası hukuk alanında bir ihlali içermektedir. Bütün bu ihlallerin bu kadar açık olmasına rağmen, dönemin pasif diplomasisi herhangi bir hak elde edememiş ve Türkler istenmeyen millet durumuna düşürülüp uzlaşmaya yaklaşmayan tarafın Türk kesimi olduğuna inandırılmaya çalışılmıştır. Şu anda da Kıbrıs’ta hala bir sorun yaşanmaktadır. Kıbrıs sorunu Türkiye’nin iç meselesidir ve önemle ilgi bekleyen bir konudur. Türkiye ve KKTC yöneticilerinin birlikte hareket edip, bu sorunu bir şekilde sonuca bağlamaları şarttır.

 

Osman Şenol

Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler 1. Sınıf

 {jcomments on}


[1] http://uiportal.net/e107_plugins/forum/forum_viewtopic.php?254

 

[2] http://web.firat.edu.tr/sosyalbil/dergi/arsiv/cilt15/sayi1/347-367.pdf

[3] 16 Temmuz 1997 Gündem 2000 Raporu

http://www.milliyet.com.tr/ozel/helsinki/tarihce/tar02.html

[4]http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:0V21SFIG_oYJ:www.dtm.gov.tr/dtmadmin/upload/ead/konjokturizlemedb/ankara.doc+helsinki+4.+ve+9.+madde&cd=1&hl=tr&ct=clnk&gl=tr

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...