Türkiye’de Demokrasinin Yerleşmesi ve Derinleşmesi

Yirminci yüzyılın ortasında çok partili sisteme geçilmesi ile başlayan Türkiye’nin demokrasi yolculuğu sekteye uğrasa da devam etmiştir. Yarım yüzyılı aşkın süre zarfında demokrasiye ve seçimlere verilen önem zaman içinde ülkedeki demokrasi anlayışını zihinlerde pekiştirmiştir. Özellikle 2002-2004 yılları arasında TBMM’den geçen AB uyum yasa paketleri Türkiye’nin demokrasisini batılı ülkeler seviyesine çekme noktasında kararlılığını ortaya koymuştur.

Bugün gelinen noktada ise toplumun hemen hemen tüm kesimleri ve siyasi partiler demokrasiye olan bağlılıklarını ifade etmekte ve Türkiye için demokrasi dışında bir yönetim biçimini savunmamaktadır.

Demokrasi, bir toplumda öncelikle bireylerin demokratik yönetim sistemine olan özlem ve isteklerinin ortaya çıkması ile gerçekleşebilecek düzeye gelir. Ardından iç ve dış dinamiklerin etkisiyle toplumdaki potansiyel harekete geçer ve demokrasiye doğru değişim başlamış olur.   Küreselleşen dünyada demokrasiler ülke yönetimi ve temel haklar konusunda karar veren homojen toplulukları kabul etmemekte, çok kültürlülüğe açıklığı ile daha heterojen bir toplum önermektedir. Bu değişim ile ülke yönetiminde geçmişin aksine farklı görüş, dini ve etnik gruplara ait insanlar söz sahibi olurlar. Her değişimde olduğu gibi demokratikleşme öncesi sahip oldukları imtiyaz ve gücü kaybetmek istemeyen kesimler demokratikleşme sürecini yaşayan her ülkede ortaya çıkmış ve bu süreci durdurmaya/yavaşlatmaya çalışmıştır.

Birçok ülkenin bugün geldiği demokrasi seviyesine kadar yaşadığı tecrübeler, karşılaştığı sorunlar ve buldukları çözümler bir evrensel normlar bütünü oluşmasını sağlamıştır. Her ne kadar ülkeden ülkeye bir takım farklılıklar gözlemlense de ana hatlarıyla demokratikleşme sürecine giren tüm toplumlar benzer süreçleri yaşamıştır.

Geçmişte yaşanan tecrübelerin sonucu olarak demokrasi düşüncesi Türkiye’de gelişmiştir ama zihinlere yerleşip derinleşememiştir. Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi ve derinleşmesi ise mevcut evrensel demokrasi normlarının Türk hukuk sistemine yansıtılması ve içselleştirilmesi ile mümkündür. Bunun için evrensel değerlerin ve normların anayasadan başlayarak kanun ve yönetmeliklere yansıtarak devlet-toplum/birey ilişkilerinin düzlemini tanımlamak demokrasinin yerleşmesi ve derinleşmesi için önemli bir girişimdir.

Bir ülkede demokrasinin yerleştiğinin en iyi göstergesi toplumun önceki dönemleriyle karşılaştırıldığında ortaya çıkan zihinsel dönüşümdür.  Sadece evrensel hukuk ve demokrasi normlarının Türk hukuk sistemine yansıtılması ile bir ülkede demokrasinin derinleştiği söylenemez. Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda şuan karşı karşıya olduğu sorun evrensel hukuk ve demokrasi normlarının hukuk sistemimize tam olarak yansıtılmamış olması ve hukuk sistemimize kattığımız normların ise zihinsel dönüşümü sağlayamamış olmasıdır. Bu zihinsel dönüşümün yokluğunda evrensel demokrasi normlarına bağlılık kararlılıkla ortaya konsa da uygulamalarda yorum farklılıklarından kaynaklanan ayrılıklar gözlemlenmektedir. Bu yüzdendir ki, Türkiye’nin iç siyasi konularında taraflar evrensel normları referans alsalar da evrensel normlar içselleştirilmediği için aynı normlar farklı siyasi tavırlara sebebiyet verebilmektedir.

Türkiye, demokrasi sürecinde yol alan diğer devletler ile aynı tecrübeleri yaşamaktadır ve demokrasinin yerleşmesini ve derinleşmesi durdurmak/yavaşlatmak isteyen kesimler bulunmaktadır. Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde bahsedilen zihinsel dönüşümün ve daha öncesinde evrensel normların hukuk sistemine yansıtılmasının önündeki en büyük engel işte bu demokrasinin yerleşmesi ve derinleşmesinden rahatsızlık duyan gruplardır.

Diğer ülkelerin demokratikleşme tecrübeleri göstermektedir ki, statükodan faydalanan gruplar demokrasinin yerleşik hale gelmesine karşı aktif mücadele vermiştir. Özellikle Güney Avrupa ülkelerinin yaşadığı tecrübeler, askeri darbelerin kullanılan en yaygın yöntemlerden biri olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra, mevcut durumdan memnun olan bürokratlar değişimi yavaşlatmak için uğraş verirken gerektiğinde suç örgütleri ve çetelerle işbirliğine gitmekten çekinmemişlerdir. Bu doğrultuda İtalya tecrübesinde görüldüğü gibi demokrasi karşıtı gruplar gladyo tipi örgütlenmelerle hareket etmiş, yasadışı oluşumlar kurmuş ve demokratikleşme ile imtiyazlarını kaybetmemek için değişimi durdurmaya/yavaşlatmaya çalışmıştır. Bu karşıt grupların sebep oldukları askeri darbeler, hukuksuzluk ve kargaşa ortamı ile ülke içinde var edilen anti-demokratik atmosfer yukarıda bahsettiğimiz zihinsel dönüşümü geciktirmektedir. Bunun bir sonucu olarak yaşananları gören bireylerin demokrasiye olan inançları zayıflamakta, kararsız bireyler de anti-demokratik eğilimlere yaklaştmaktadır.

Türkiye’de özellikle 1990’lı yıllarda gün yüzüne çıkan siyasetçi-bürokrat-çete bağları geride bıraktığımız çeyrek asırlık dönemde demokrasinin ülkemizde yerleşmesini geciktirmiştir. Özellikle 1990’lı yılların ortasında sayıları artan faili meçhul cinayetler ve askeri yetkililerin siyasete müdahaleleri devlet kurumlarını ve siyasetçileri zaaf içinde göstermiştir.  Son dönemde başlatılan adli yargılamalar ile askeri darbe iddiaları araştırılmakta ve demokrasinin devlet kurumlarında derinleşmesinin önüne geçmeye çalışan çetelerin üzerine gidilmektedir. İtalya’daki gladyo benzeri bir yapılanmanın Türkiye’de de varlığının araştırılması ve varsa ortaya çıkartılması demokrasinin ülkemizde yerleşip derinleşmesi için son derece önemlidir. Dile getirilen siyasetçi-bürokrat-çete bağlarının ortaya çıkarılması, varsa darbe planlarının araştırılması ve karanlık ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması Türkiye’de demokrasi karşıtı grupları zayıflatacağı için ülkemizde yaşanan zihinsel dönüşümü hızlandıracaktır. Demokrasi karşıtı bu grupların etkinliklerini kaybetmesi Türkiye’nin daha demokratik kurumlara ve topluma sahip olmasını ve demokrasinin zihinlerde derinleşmesini olanaklı kılacaktır.

Türkiye’deki gelişmeleri ortaya koyduğumuz bu düşünceler ışığında değerlendirmek faydalı olacaktır. Gelinen bu noktada Türkiye’de demokrasinin yerleşmesi ve derinleşmesini arzulayan her ferde düşen görev evrensel hukuk ve demokrasi normlarını söylemsel düzeyde savunmanın ötesinde davranışlarımıza da yansıtmak ve söylem-eylem tutarlılığı sergilemektir.

 

Yazının İngilizcesi için tıklayınız…

Doç. Dr. Atilla Sandıklı

BİLGESAM Başkanı

 

Kaynak: BİLGESAM

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...