Türkiye’de Demokrasi

Galip Dalay, Kıdemli Danışman, Türkiye Girişimi Orta Doğu ve Kuzey Afrika Programı.

Lisa Toremark, Yorum Editörü, İletişim ve Yayın. 

Türkiye demokrasi midir?

Türkiye bir demokrasidir ve çok partili sistemin kurulduğu 1950’li yıllardan beri bu böyledir. Seçimler Türkiye demokrasisinin özellikle önemli bir yönüdür; bunlar güvenilirdir ve siyasi sistem rekabetçidir.

Örneğin 2023 başkanlık seçimlerinde açıklanana kadar sonuçlar belirsizdi. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan sonunda yeniden seçilse de, kazananın çıkması için ikinci tur oylama yapılması gerekti. Aslında muhalefetin kazanacağına dair büyük bir beklenti vardı.

Ulusal düzeyde iktidar Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) elindeyken, yerel düzeyde iktidar büyük ölçüde muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) elinde. Mart 2024 yerel seçimlerinde muhalefet ezici bir zafer kazandı ve şu anda neredeyse tüm büyük şehirleri kontrol ediyor. Muhalefet adayı Ankara’da neredeyse yüzde 30, İstanbul’da ise yüzde 11,5 oy farkla kazandı.

Türkiye’deki siyasi partiler büyük ölçüde siyasi kimliklere dayanmaktadır. Türk siyasetinde iki temel ayrım var. Birincisi, iktidar partisinin toplumun muhafazakar (İslami ve merkez sağ) kesimlerini temsil ettiği, muhalefetin ise büyük ölçüde toplumun laik kesimini temsil ettiği, geniş kapsamlı muhafazakar-laik ayrımıdır. Diğeri ise bir tarafta farklı Türk milliyetçi partilerinin, diğer tarafta ise Türkiye’deki büyük Kürt hareketinin partilerinin yer aldığı ulusal kimlik ayrımıdır. Türkiye’deki siyasi partilerin çoğunun güçlü sosyal tabanları var ve bu da ülke demokrasisinde toplumsal dayanıklılık yaratılmasına yardımcı oluyor.

Ama Türkiye demokrasisinin de birçok kusuru var. Birkaçını saymak gerekirse, zayıf denge ve denetlemeden, zayıf bir sivil toplumdan, partizan bir medya ortamından, önyargılı ve yıpranmış kurumlardan ve yargı sisteminin siyasi silahlaştırılması da dahil olmak üzere zayıf hukukun üstünlüğünden muzdariptir. İfade özgürlüğü ve siyasi hakların ihlaline ilişkin de ciddi endişeler var. Son olarak, aşırı merkezileştirilmiş bir idari sistem, yerel yönetime kısıtlamalar getirmektedir.

Türkiye nasıl bir demokrasidir?

Türkiye kusurlu bir demokrasidir. Siyasi sistem yakın zamana kadar yürütme yetkisinin başbakana ait olduğu parlamenter demokrasiydi. Ayrıca Türkiye’nin devlet üniversitelerine, yüksek mahkemelerine ve kilit devlet kurumlarına atamalar yapmak gibi oldukça önemli yetkilere sahip bir cumhurbaşkanı da vardı. Bu sistem, 1960’lı yıllardan, sistemin icracı cumhurbaşkanlığına dönüştüğü ve başbakanlık makamının kaldırıldığı 2017 referandumuna kadar yürürlükteydi.

Türkiye’de artık yürütmeli başkanlık sistemi var. Normalde yürütme (cumhurbaşkanlığı), yasama (meclis) ve yargı arasında bir kuvvetler ayrılığı beklentisi varken, Türkiye’de bu büyük ölçüde eksik. Parlamentosu oldukça zayıf, özellikle de cumhurbaşkanının da parlamento çoğunluğuna sahip olması durumunda. Bir diğer konu ise halkın yargıya olan güveninin son derece düşük olmasıdır. Kamuoyunun algısı, yargının taviz verdiği, önyargılı olduğu ve büyük siyasi sorunlar konusunda siyasi motivasyona sahip olduğu yönünde (Balta ve Ete, 2022).

Türkiye’de demokrasinin tarihi nedir?

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. 1950’li yıllara kadar tek parti sistemiyle yönetilen Türkiye, günümüzün ana muhalefeti olan CHP tarafından yönetiliyordu. Türkiye’nin ilk cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür.

1950 yılında Türkiye’de ilk gerçek çok partili seçim yapıldı ve Demokrat Parti kazandı. Demokrat Parti, partiyi eleştiren ve liderliğiyle arası bozulan CHP içindeki isimler tarafından kuruldu. Büyük ölçüde, Türk seçmeninin çekirdeğinin bulunduğu siyasi yelpazenin muhafazakar ve merkez sağını temsil ediyorlardı. 1950’li yıllardan itibaren Türkiye çoğunlukla merkez sağ ve muhafazakar partiler tarafından yönetildi.

Ancak normal siyaset sıklıkla askeri darbelerle sekteye uğradı. İlk darbe 1960 yılında askeri cuntanın başbakan Adnan Menderes’i idam etmesiyle gerçekleşti. Ayrıca cumhurbaşkanını ve Demokrat Parti’nin birçok üyesini de hapse attılar. 1971, 1980 ve 1997’de birbirini takip eden darbelerin yanı sıra 2016’da da başarısız darbe girişimi yaşandı. Darbeler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hükümeti 2002’de iktidara gelene kadar Türkiye’de olağan bir olaydı.

Ordunun siyasal sistemdeki yeri sorunu, Türkiye’de demokrasi ve demokratikleşme tartışmalarının temel sorunlarından biri haline geldi. Ordu, 1960’taki ilk darbeden 2000’li yılların başına kadar ya doğrudan darbelerle ya da dolaylı olarak güçlü nüfuzuyla ülke siyasetini şekillendirdi. Ordu özellikle kimlik, siyaset, güvenlik, jeopolitik ve dış politikaya ilişkin büyük soruların şekillendirilmesinde etkili oldu.

Toplumun laik-milliyetçi kesimi dışında çoğu siyasi grup, askerin siyasi sistem üzerindeki etkisine bir şekilde karşı çıktı. Birçoğu bunu Türkiye’de demokratikleşmenin önündeki temel engel olarak gördü. Askeri yönetim aynı zamanda Kürt sorunu veya toplumun muhafazakar İslami kesiminin hak ve özgürlükleri gibi önemli konularda ilerlemeyi de engelledi.

1980’lerin sonlarında ve 1990’ların başlarında Türkiye’nin siyasi alanı büyük siyasi kimlik sorunlarıyla giderek daha fazla tanımlanır hale geldikçe, iki grup ön plana çıktı.

Birincisi toplumun muhafazakar-İslami kesimiydi. Bu grup, ordunun laiklik konusundaki son derece kısıtlayıcı anlayışını ve uygulamasını ve kendisini laik bir cumhuriyetin koruyucusu olarak ilan etmesini eleştirdi.

İkinci grup ise siyasi sistemdeki askeri nüfuzu Kürt hak ve özgürlüklerinin önünde büyük bir engel olarak gören Kürt hareketiydi.

Erdoğan ilk kez iktidara geldiğinde partisi, demokratikleşmeye giden yolun siyasetteki askeri nüfuzu ortadan kaldırmak olduğu yönünde artan fikir birliğinden yararlandı. Bu amaca ulaşmak için muhafazakarlardan, liberallerden, Kürtlerden ve bazı solcu politikacılardan oluşan geniş bir koalisyon kurdu.

İktidardaki ilk on yılında Erdoğan, eski ABD başkanı Obama da dahil olmak üzere Batı tarafından oldukça desteklendi. Aynı zamanda, Kürt barış süreci ve Türkiye’deki gayrimüslim dini azınlıkların haklarının iyileştirilmesine yönelik adımlar gibi o dönemde tanıtılan demokratikleşme paketlerine de geniş bir AB desteği vardı.

Ancak AK Parti gücünü pekiştirdikçe geniş tabanlı koalisyonlar kurma ve reform yapma isteği azaldı.

Bir dizi yerel, uluslararası ve bölgesel faktör nedeniyle 2013-14’te tablo da değişmeye başladı. Bunlar arasında 2013 Gezi Parkı protestoları ve hükümetin protestoculara yönelik sert baskıları, hükümet ile Gülenciler adı verilen dini bir grup arasındaki güç mücadelesi, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) gerçekleştirdiği şehir savaşları ve 2016 darbe girişimi yer alıyordu. Bu olaylar, gerçekleşmekte olan açılmayı ve demokratikleşmeyi tersine çevirmeye başladı. Bunun yerine güvenlik kaygıları ön plana çıktı, siyasi alan daralmaya başladı, hak ve özgürlükler kısıtlandı.

Türkiye’de demokrasi nasıl zemin kaybetti?

Türkiye demokrasisindeki daimi kriz sorunu dört ana faktörle açıklanabilir. Birincisi, Türkiye’deki devletin çok güçlü ve çok merkezi olması, bu durumun onu ele geçirmeye ve siyasi muhaliflere karşı kullanmaya elverişli hale getirmesidir. Bu aşırı güçlü ve merkezi devlet aynı zamanda toplumu belirli bir kimlik fikri etrafında şekillendirmeye çalıştı ve bu da çok çeşitliliğe sahip bir toplumda ciddi sorunlara yol açtı. Gücün merkezden dağıtılması ve yerel yönetimin en iyi şekilde nasıl güçlendirileceği, Türkiye demokrasisini altüst eden bir konudur, çünkü bu konu çeşitli kimlik sorunlarıyla, özellikle de Kürt meselesiyle iç içe geçmiş durumda.

İkincisi siyasal kültür sorunudur. Türkiye’de devlet güçlü olduğu kadar sivil toplum da zayıftır. Ülkenin politik ekonomi yapısı gibi kamusal alan da devletin egemenliği altındadır.

Siyasi parti kanunları da bir sorundur. Mevcut parti yapıları ve yasaları, çok az sorumlulukla, gücü parti liderlerinin elinde toplama eğilimindedir. İktidara gelindiğinde bu demokratikleşme ve siyasi şeffaflık eksikliği ulusal düzeye de yansıyor.

Üçüncü olarak, güçlü adam siyaseti, Türkiye’deki demokratikleşme veya demokratikleşememe konusunda önemli bir faktördür – ve bu, uzun bir geçmişe sahiptir. Türkiye siyasi tarihinin siyasi güçlü isimleri arasında, 1960 darbesinin ardından 1961’de ordu tarafından idam edilen başbakan Adnan Menderes ve 1980’lerde Türkiye’nin ekonomik liberalleşmesinin mimarı Turgut Özal yer alıyor. Bugün Erdoğan var.

Siyasi güçlü adamlar, diğer politikacıların başaramayacağı cesur veya iddialı reform paketlerini üstlenebilirler; örneğin Erdoğan, Kürt sorununu çözmek için bugüne kadarki en iddialı adımları attı. Ancak güçlü adam siyasetinin birçok dezavantajı da var. Kurumsallaşmayı ve güçlü kadroların oluşmasını engeller, lider tek ağırlık merkezi haline gelir.

Dördüncüsü uluslararası bağlamdır. Türkiye’nin demokratikleşme öyküsü her zaman Batı ve Avrupa bağlarıyla yakından bağlantılı olmuştur. Uzun bir süre demokratikleşme ve Avrupalılaşma birbirinin yerine geçebilecek kavramlar olarak görüldü. Avrupalılaşma süreci uzun süre demokratikleşme için bir referans noktası olarak iyi işlediyse de, bugün durum böyle değil.

İç siyasetteki otoriterleşme nedeniyle Türkiye’nin Avrupalılaşma sürecinin sona erdiği yönünde yaygın bir algı var. Bunda doğruluk payı var ama Türkiye’nin Avrupa umutları aslında siyasi tarihinin en reformist dönemlerinden birinde suya düştü.

Türkiye’nin AB üyeliği uzun süre gerçekçi bir hedef gibi görünmedi. Ancak Türkiye 2000’li yılların başında reform konusunda ilerleme kaydetmeye başlayınca Avrupa’da üyeliğe karşı muhalefet güçlendi.

2005 yılında Türkiye’nin resmi AB üyelik müzakereleri başlarken Almanya Başbakanı Angela Merkel, üyelik yerine Türkiye ile imtiyazlı ortaklık tartışmalarının yapılması gerektiğini söyledi. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Fransızların Türkiye’nin katılımı konusunu halk oylamasına sunacağını söyledi. Halefi Nicolas Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliği sorununa daha da yüksek sesle karşı çıktı. Hollanda ve Avusturya gibi ülkelerden de benzer görüşler dile getirildi.

AB’nin direnişi sadece Türk hükümeti nezdinde değil muhalefet nezdinde de güvenilirliğini zayıflattı. Bugün AB artık Türkiye’deki kamusal ve siyasi tartışmalar için güçlü bir siyasi referans noktası değil.

Son olarak, son on yılda Türkiye’nin yakın çevresi işgallere, iç savaşlara, vekalet çatışmalarına ve devlet dışı silahlı grupların yeniden canlanmasına tanık oldu. Bu durum ülkede siyasi reforma, özgürlüklere ve demokratikleşmeye karşı olan güvenlik odaklı siyasi iklimi daha da güçlendirdi.

Bu faktörlerin Türkiye demokrasisinin gelecekteki gidişatını etkilemeye devam etmesi muhtemeldir.

Türkiye’de demokrasinin geleceği ne olacak?

Türkiye demokrasisinde hem olumlu hem de olumsuz eğilimler var. Önemli olumlu faktörlerden biri seçim demokrasisinin halk düzeyinde hala çok önemli olması ve demokratik bir sistemin toplumsal temelinin oldukça güçlü olmasıdır. Türkiye’de seçime katılım oldukça yüksek, genellikle yüzde 80’in üzerindedir.

Bir diğer olumlu faktör ise Türkiye’nin sürdürülebilir otoriterlik için ekonomi politiğinin olmaması; örneğin doğalgazı ya da petrolü yok. Türkiye uluslararası ticarete ve sosyal sermayesine oldukça bağımlıdır ve her ikisi de uzun vadeli otoriterlikten zarar görecektir.

Üçüncü olumlu faktör ise seçimlerin önceden belirlenmiş bir sonuç olmamasıdır. Hem iktidar partisinin hem de muhalefetin seçimi kazanabileceğine, seçimlerin değişim getirebileceğine inanması önemli. Türkiye’nin hegemonik bir siyasi grubu veya kimliği yoktur. Tüm siyasi partiler, gerçek talep ve şikayetleri olan güçlü toplumsal temellere dayanıyor ve bu da sistemi rekabetçi kılıyor.

Ancak olumsuz eğilimler de var. Uluslararası bağlam özellikle kaygı vericidir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Gazze işgali, çözülemeyen Suriye çatışması ve ABD ile Çin arasındaki jeopolitik rekabet gibi olaylar, demokrasiye, demokratikleşmeye, hak ve özgürlüklere elverişli olmayan, daha çok güvenlik ve jeopolitik odaklı uluslararası bir iklim yaratıyor. Sonuç olarak, dünyanın birçok yerinde otoriter siyasette bir yükseliş yaşandı. ABD’de Trump’ın ikinci başkanlığının daha fazla olumsuz yansımaları olacaktır.

Ayrıca Türkiye’nin siyasi sistemindeki zayıf denetim ve dengelerle ilgili iki olumsuz ve birbiriyle bağlantılı iç unsur bulunmaktadır. Başkanlık, yasama ve yargı kesişiminde, yürütme gücü üzerinde yeterli denetim ve dengeler bulunmamaktadır – özellikle de başkan parlamentoda çoğunluğa sahipse. Diğer olumsuz unsur ise nispeten zayıf olan sivil toplum ve Türkiye kapitalizminin devlete bağımlı yapısıdır. Türkiye, çok güçlü bir devlete karşı koyabilecek güçlü bir sivil toplum ya da genel anlamda bir sivil alan eksikliğine sahiptir.

Türkiye’de seçimler nasıl işliyor?

Türkiye’de genel seçimler aynı gün yapılan parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinden oluşmaktadır. Bu seçimlerin aynı gün yapılmasının mantığı, cumhurbaşkanı ile parlamento arasında daha fazla uyum sağlanması ve erken seçim riskinin azaltılmasıdır. Bu, Türkiye’nin 2000’li yıllardan önce erken seçimleri ve kısa ömürlü hükümetleriyle ünlü olması nedeniyle 2017’de siyasi sistemin değişmesiyle ortaya çıkan bir değişiklikti. Yerel seçimler farklı tarihlerde yapılmakta olup, hem yerel hem de genel seçimler beş yılda bir yapılmaktadır.

Türkiye’nin sistemi nispi temsile dayanmaktadır. Ancak yürütmeyi güçlendirmek ve siyasi parçalanmayı önlemek için bir partinin parlamentoya girebilmesi için bir seçim barajı var. Bu eşik, 1983’ten 2022’ye kadar yüzde 10’du, daha sonra yüzde 7’ye düşürüldü. Bu, uluslararası standartlara göre hâlâ oldukça yüksek bir eşiktir.

Görevdeki (iktidardaki) parti daha fazla kamu kaynağı kullanabildiğinden ve genellikle de kullandığından, seçim öncesi dönem adaletsiz olabilir, ancak seçimlerin kendisi rekabetçi ve sonuçlar gerçektir. Seçimler yargının gözetiminde tüm siyasi partilerin temsilcilerinin katılımıyla yapılıyor. Türkiye toplumunun bazı kesimlerinde ve uluslararası alanda yaşanan endişelere rağmen seçim güvenliği sağlam ve seçimler gerçek görünüyor.

Türkiye’de seçmen katılımının bu kadar yüksek olması, ne iktidar ne de muhalefet tabanının, siyasi çekişmenin nihai hakemi olarak görülen sandıktan vazgeçmediği anlamına geliyor. Bu, Türkiye’de demokrasinin geleceğine dair güçlü bir umut sinyali gönderiyor.

Türkiyede Demokrasi Türkiyede Demokrasi Türkiyede Demokrasi Türkiyede Demokrasi Türkiyede Demokrasi Türkiyede Demokrasi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...