Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik Ve Askeri Yaptırımlar
17 Mart Suriye’deki halk hareketinin üzerinden aylar geçmesine karşın Esad yönetiminin rejim karşıtı muhalefet hareketini kontrol altına alamadığı ve sindiremediği açık bir şekilde ortaya çıkmış bulunmaktadır. Suriye’nin değişik bölgelerinde demokratik gösterilerle başlayan muhalefet Libya örneğinden hareketle son dönemlerde askeri bir karşı koyuş stratejisi üzerinde de yoğunlaşmaya başladığı gözlemlenmektedir.Tunus ve Mısır’dan farklı olarak Libya’daki muhalefet hareketi dış desteği de yanına alarak Kaddafi iktidarını askeri yöntemlerle devirmeyi başarması en çok Suriyeli muhaliflerinin mücadelesini etkilediğini ileri sürebiliriz. Bu bağlamda Suriye’deki iktidar mücadelesini kaygıyla izleyen Türkiye’nin özellikle 9 Ağustos’ta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Şam ziyaretinin ardından daha kapsamlı yaptırımları gündeme getireceği açıklanması dikkat çekicidir. Türkiye’nin halı hazırda uyguladığı Suriye’ye Türkiye üzerinden silah sevkiyatını engelleme konusundaki yaptırım kararını yeni uygulamaya konacak siyasi, diplomatik ve ekonomik yaptırımlarla genişletmesi kuvvetle muhtemeldir. Başbakan Erdoğan tarafından açıklanması beklenen yeni yaptırım kararlarının yanı sıra Türkiye’nin Suriye’deki muhalif hareketlere vermiş olduğu siyasi, askeri, ekonomik ve örgütlenme desteği de Ankara’nın Suriye’deki iktidar mücadelesinin aktif bir aktörü konumuna geldiğinin işaretlerini vermektedir.
Türkiye’nin Yeni Şam Politikası17 Mart eylemlerinin başlamasından kısa bir süre sonra Türkiye yoğun bir şekilde Şam rejiminin demokratik reformları hayata geçirme konusunda ikna etmeye çalışmıştır. Rejim karşıtı gösterilerde dile getirilen talepleri meşru ve haklı talepler olarak nitelendiren Ankara, Mayıs ayına gelindiğinde Esad yönetimi tarafından uygulamaya konan askeri bastırma politikalarına karşı olduğunu net bir şekilde Suriye yönetimine bildirmiştir. Haziran ayı başında Başbakan Erdoğan Suriye Devlet Başkanının kardeşi Mahir Esad’ın görevden uzaklaştırılmasını üstü örtülü dile getirmesinin ardından 9 Ağustos’ta da Dışişleri Bakanı Davutoğlu Esad yönetimine son bir kez reformları hayata geçirmesi ve güç kullanma politikasından vazgeçilmesi yönünde güçlü bir mesaj iletmiştir. Ancak Ekim ayına gelindiğinde Suriye rejiminin Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı uluslararası toplumun beklentilerini karşılayacak adımlar atmadığı ve bu yönde bir iradeye de sahip olmadığı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Esad yönetimi demokratik bir sisteme geçiş konusunda güçlü bir irade ortaya koymadığı gibi muhalifleri sindirme politikasında da başarısız olmuştur. Dolayısıyla bu aşamadan sonra Suriye’nin hızlı bir şekilde iç savaşın içerisine sürüklenmeye başladığını, iç savaşın mezhepsel bir iktidar savaşına dönüşmeye başladığını ve başta BM olmak üzere uluslararası toplumun da Suriye’de yaşananlara karşı ortak bir politika belirleyemediği bir döneme geçildiğini ileri sürebiliriz. Bu aşamada Suriye’deki iktidar mücadelesinin etkili aktörlerinin kimler olduğu sorusuna cevap arandığında bunların iç ve dış aktörler olarak kendi içinde iki ayrı gruba ayrıştırıldığını görmekteyiz. Ulusal aktörlerin başında Devlet Başkanı Esad’tan başlamak üzere kendisini rejimi korumaya adamış askeri ve sivil birimlerin geldiği görülmektedir. Hem askeri hem de sivil birimlerin içinde biri resmi görevliler diğeri de gayri resmi şekilde örgütlenmiş aktörlerin olduğu görülmektedir. Ulusal aktörlerin içinde muhalif diyebileceğimiz kesimlerin başında ise çoğunluğu Sünni Arap kesiminden oluşan ve her şehirde ayrı bir örgütlenme olan sivil inisiyatifler gelmektedir. Bunlara 2000’deki Şam Baharı hareketine destek veren aydınlar, politikacılar ve entellektülleri de katmak gerekir. İktidar mücadelesinin ulusal aktörlerini farklı şekillerde gruplandırmakta mümkündür. Örneğin son dönemde ordudan ayrılan ve muhalif bir askeri birlik kurmaya yönelen askerleri de ulusal aktörler içinde tanımlamak gerekir.
Diğer yandan Suriye’deki iktidar mücadelesinin etki itibariyle en önemli dışsal aktörlerini tanımlamak gerekirse, bunların Arap ve Arap olmayan aktörler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Rejimi destekleyen İran’ı Arap olmayan aktörlerin başında tanımlayacak olursak Suudi Arabistan’ı, Lübnanlı Hizbullah ve Hariri grubunu ve Körfez ülkeleri yöneticilerini de Arap olan aktörler olarak görmek mümkündür. Etki itibariyle düşünüldüğünde Türkiye’nin de Esad karşıtı aktörler arasında önemli bir konuma sahip olduğunu belirtmek gerekir. Elbette ABD, Rusya Federasyonu, Çin ve AB ülkeleri de Suriye’deki iktidar mücadelesinin önemli aktörleri içinde eyer almaktadırlar. Özellikle son Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye yaptırım uygulanmasını öngören karar tasarısını veto eden ülkeleri önemli aktörler arasında değerlendirmek gerekir. Ancak gelinen noktada Suriye muhalefeti açısından düşünüldüğünde Türkiye’nin Batılı ve Arap aktörler arasında birkaç adım öne çıkmaya başladığını belirtmek gerekir.
Bu bağlamda Türkiye’yi Suriye’deki iktidar mücadelesinde önemli bir aktör kılan unsurların başında Türkiye’nin Esad rejimini sert bir şekilde eleştirmesi değildir. Türkiye’nin rolü, Suriye muhalefetine sunduğu lojistik, siyasi, diplomatik ve son olarak da askeri destekten kaynaklandığı düşünülmektedir. Türkiye ve Suriyeli muhaliflerin ilişkilerini irdeleyecek olursak Ankara’nın ilk başlarda muhaliflerin reform ve demokratik bir sistem kurulması taleplerini desteklediğini ortaya koyarak iktidar mücadelesinde muhaliflerin yanında olduğunu göstermiştir. Ardından insani ve güvenlik nedenleriyle Türkiye’ye kaçmak zorunda kalan Suriyeli muhalifleri kabul ettiğini ve sayı sınırı olmadan gelen tüm Suriyelileri de kabul etmeye hazır olduğunu açıklayarak yaklaşık 900 kilometrelik sınırın Suriyeli muhaliflere açık olduğu mesajını vermiştir. Bu çerçevede Suriye ordusuyla askeri olarak çatışmış unsurların da Türkiye’ye kabul edildiğine dikkat çekmek gerekir. Suriyeli muhaliflere verilen siyasi ve lojistik destek Mayıs sonu itibariyle daha üst bir seviyeye çıkartılmış ve Antalya toplantısı ile Türkiye Esad karşıtı muhalefete ev sahipliği yapmaya hazır olduğunu uluslararası topluma göstermiştir. Antalya toplantısını İstanbul’da düzenlenen toplantılar takip etmiş ve en son toplantıda da 23 Ağustos’ta kurulan Suriye Ulusal Konseyi’nin tüm muhalif hareketleri bir çatı altında birleştirilmesi noktasında önemli bir adım atılmıştır. Türkiye’de kurulan Suriye Ulusal Konseyi’nin Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi gibi uluslararası bir tanınma stratejisini hayata geçirmesi beklenmektedir.
Ulusal Konsey örgütlenmesi, Konseyin kurulması ve tüm muhalifleri bir çatı altında toplama girişimlerine Türkiye’nin vermiş olduğu destek Suriye’deki iktidar mücadelesinde Ankara’nın belirleyici bir konumda olduğu göstermektedir. Ancak tüm bunlarında ötesinde Türkiye’nin Suriye ordusundan ayrılan ve halı hazırda Hür Suriye Ordusu adı altına silahlı bir örgütlenme kuran askeri unsurlara da destek vermeye başlaması oldukça önemlidir. Böylelikle Türkiye Suriye’deki sivil ve askeri muhalefet hareketleri meşru olarak tanıdığını göstermiş olmakta ve uluslararası toplumun da söz konusu unsurlarla Türkiye üzerinden ilişki kurmasına olanak tanımaktadır. Hür Suriye Ordusu adlı muhalif silahlı yapının kurucularından olan Albay Riad Al As’ad’ın Anadolu Aşansına verdiği demeçte Türkiye’de olduğunu çok iyi şartlarda olduğunu, tüm ihtiyaçlarının da yetkililerce karşılandığını ifade etmiş olması oldukça önemlidir. As’ad Türkiye’de son derece güvenli koşullarda yaşadıklarını belirterek, Türk yetkililerin tüm sorunlarıyla yakından ilgilendiğini, burada herhangi bir sıkıntıyla karşılaşmadıklarını belirtmesi[1] kendisine askeri bir koruma sağlandığını da üstü örtülü ortaya koymaktadır. Nitekim, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Hatay sınırları içinde 5-13 Ekim tarihleri arasında bir tatbikat yapması dikkate alındığında Türkiye’nin Hür Suriye Ordusu mensuplarına karşı girişilecek bir sınır ötesi harekata izin vermeyeceğini de göstermektedir. Ayrıca tatbikatın düzenlendiği günlerde Başbakan Erdoğan’ın Güney Afrika ziyareti sonrasında Hatay’daki Suriyeli mülteciler kampını ziyaret ederek Suriye rejimine karşı yeni yaptırım politikalarını açıklaması Ankara’nın açık bir şekilde Esad rejimini devirmek için harekete geçtiğini göstermektedir.
Bu bağlamda Başbakan Erdoğan’ın Hatay ziyaretinde Türkiye’nin uzunca bir dönemdir meşruiyetini sorgulama başladığı Esad rejimiyle siyasi ve diplomatik ilişkilerini ciddi şekilde sınırlaması, Suriyeli yetkililere karşı seyahat yasağı getirmesi, rejime yakın olan kişi ve kurumların mal varlıklarını dondurması ve silah sevkiyatını engelleme konusunda daha yoğun bir çaba içerisinde olacağını açıklaması beklenmektedir. Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin Suriye halkının yanın olduğunu bir kez daha açıklaması ve böylelikle de üstü örtülü bir şekilde muhalifler tarafından kurulan siyasi ve askeri yapılarla işbirliğini genişleteceğinin işaretlerini vermesi beklenmektedir. Sonuç olarak Başbakan Erdoğan’ın Hatay ziyareti 17 Mart 2011’de değişmeye başlayan Türkiye-Suriye ilişkilerinde yeni bir döneme girildiğinin açık bir şekilde ilan edildiği bir ziyaret olacağı öngörülmektedir.
Yazının İngilizcesi için tıklayınız…
Doç. Dr. Veysel AYHAN
ORSAM Ortadoğu Danışmanı, Abant İzzet Baysal Üniversitesi
Kaynak: ORSAM
Kaynak
[1] Anadolu Ajansı, “ Suriye Basını Yakalandığını İddia Etmişti,” 04.10.2011, http://www.aa.com.tr/tr/component/content/article/92/96425-suriyeli-albay-aaya-konustu