Dünyada tarih boyunca bir çok egemen devlet ve ulus sahne almıştır. Kimileri de varoluşları boyunca birbirleri ile yakın ilişkiler sahibi olmuş ve bunları nesilden nesile aktarmışlardır. Böyle bir ilişkinin en büyük örnekleri arasında Türkleri ve Rusları göstermek yanlış olmaz. İki ulus arasındaki ilişkiler 15.yy’da Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya’sı arasında başlamıştır. İlişkilerin başlangıcı aslında Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya’sı arasındaki güç ve çıkar çatışmaları ile bağlantılıydı. Klasik bir bilgi olan Rusya’nın varoluşundan beri kendini Akdeniz sularına ulaştırma çabaları da bunu nedenleri arasındadır. Osmanlı Devletinin o sıralar yavaş yavaş gücünü kaybetmesiyle iki ulus arasındaki ilişkiler negatif yönlü ve ağırlıklı savaş halinde seyir âlân bir halde kendini oluşturmuştur.
1699 Karlofça Antlaşması’na kadar iki ülke 3 kere savaş meydanında kendilerini bulmuşlardı.1699’dan sonra Rusların Osmanlı üzerindeki üstünlüğü artık daha belirgin hale gelmişti. Kalıcı elçilik ve Osmanlı Devleti içinde bulunan Ortodoksları da himayesi altına alan Rusya artık Osmanlı içişlerine de karışabilir hale gelmişti. Yıllar içinde çeşitli ateşkesler de olsa iki ülke ilerleyen yıllarda yine savaşan taraflar halinden kurtulamamıştı. Zaman zaman Rusya tek başına değil yeri geldiğinde Fransa ile yeri geldiğinde İngiltere ile de ittifaklar yaparak Osmanlı ile savaşıyordu. İki ülke son olarak savaş meydanına 1914’te I.Dünya Savaşı’nda çıktı. Kafkas Cephesi’nde Osmanlı ile savaşan Rusya ülke içinde çıkan Bolşevik İhtilali ile kazandığı toprakları bıraktı ve savaştan çekildiğini açıkladı. Bu olaydan sonra iki ülke arasındaki ilişkilerin tansiyonu yavaş yavaş düşmeye başladı.
Cumhuriyetin kurulması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkeler sistemine katılmasından sonra iki ülke arası iş birliği dönemi başladı ve akabinde çeşitli anlaşmalar yapıldı. Bunlara 1929’daki Dostluk Antlaşması ve 1934 ve 1937’deki ticaret antlaşmaları örnek verilebilir. Tabii bu tansiyonun zayıf olduğu dönem aslında fırtına öncesi sessizlik olarak da adlandırılabilir. Bu noktadan itibaren II. Dünya Savaşı ile başlayan süreç Türkiye-Rusya ilişkilerinde 30 yıllık bir gerilemeye sebep vermiştir. Özetle II. Dünya Savaşı esnasında Sovyetler Türkiye’den Boğazlar’dan üs ve Doğu’dan toprak talep ettiler. Bu sırada Türkiye savaşta tarafsız iken, savaş biterken Almanya ve Japonya’ya savaş ilan ederek, Batı ittifakına girdi, 1952’de NATO’ya katılınca iki yıl sonra Sovyetler isteklerinden vazgeçti.[i] Stalin dönemi ile tekrar eski yüksek tansiyonlu dönemine giren Türkiye-Rusya ilişkileri Türkiye’nin NATO tarafından Doğu Bloğu’na bir set gibi çekilmesi amacıyla üyeliğiyle iyice gerilmişti.
Gergin geçen yaklaşık bir 10 yıllık dilim sonrası ilişkiler 1967 yılında yavaş yavaş düzelmeye başladı. 1967, 1972 ve 1979 yılında imzalanan ticaret anlaşmaları gerginliği gittikçe azaltan bir etki yaratmıştı. Eski gerginliklerin yerini iki devletin de çıkarlarını koruma politikası alınca Türkiye ve Rusya enerji platformunda bir araya geldi. Doğal gaz sevkiyatı konusunda Dünya’da 1.sırada olan Rusya 1980’li yıllardan sonra Türkiye’yi planlarına katmaya başlamıştı. Çünkü sevkiyat konusunda her zaman alternatifler arayan Rusya Türkiye’yi bu konuda köprü olarak kullanabilirdi, Türkiye’de bu köprü görevinden kendisine nispeten daha ucuz gaz ve Rusya ile stratejik bir ilişki sahibi olma şansını elde edecekti. 1990’larda Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla da Türkiye için Sovyet ideolojisi sorunu ortadan kalkmış ve ilişkilerin daha da ilerlememesi için ortada bir neden kalmamıştı.1997 de yapılan Mavi Akım Antlaşması ile iki ülke enerji alanında ilk ciddi antlaşmalarını sağlayarak da ilerleyen yıllarda artacak olan bir iş birliğinin temeli atmış oldular.
2000 li yıllar Rusya ve Türkiye adına önemli adımların atıldığı bir döneme giriş oldu. Tarih boyunca Türk devlet liderleri zaman zaman ABD’yi zaman zaman ise Rusya’yı desteklemiş oldukları için iki ülkenin çıkarları doğrultusunda Türkiye hep bir taraf seçmek zorunda kalmış genellikle de Rusya’ya aleyhte bir saf almıştı. Fakat 2000’li yılların ardından Türkiye ABD’nin müzmin müttefiki olma sıfatından ayrılmaya başlayıp kendisine daha yakın olan 500 yıllık komşusu Rusya ile daha önce Cumhuriyetin kuruluş yıllarında sahip oldukları ilişkiye tekrar sahip olma yoluna girmişti.
Yukarıda belirtildiği gibi Türkiye’nin ABD mi yoksa Rusya mı çıkmazlarında genelde ABD yi seçmesi ne kadar Rusya ile ilişkilere zarar vermişse 2003 yılındaki tezkere hadisesi de bir o kadar ABD ile sorunların ortaya çıkmasına neden olmuş bu da Rusya’nın Türkiye potasına girmesine sebebiyet vermişti. Tezkerenin TBMM tarafından reddi ile ABD güçlerinin Irak operasyonu için ülkemiz topraklarının kullanımına izin verilmemiş ve ABD buna karşılık olarak bölge ile ilgili sıkıntılarımızı duymazdan ve görmezden gelmeye başlamıştır. Bunun sonucunda ABD ile ilişkilerimiz donma noktasına gelmiştir.[ii] Bunu fırsat bulan Rusya Türkiye ile yakın ilişkilere girmiştir. Tabii Türkiye’yi Rusya ile yakınlaştıran sadece bu tezkere olayı değildir. Bunlara örnek olarak Türkiye’nin bir türlü AB’ye üye olarak girememesi, terör örgütünün durdurulması konusunda ABD ile olan anlaşmazlıklar ve Ermenistan ile süre gelen sorunlarda Avrupa ülkelerinin olumsuz tavırlarını da gösterebiliriz. İşte tüm bu olguların olduğu bir anda Türkiye ile ilişkilerini geliştirmenin en iyi zaman olduğunu anlayan Rusya son 7 yıla damga vuracak şekilde Türkiye’ye yatırım, ortak savunma paketleri konusunda fikir alışverişleri, Karabağ konusunda Türkiye’ye arabuluculuk konusunda garanti verme, gaz sevkiyatında Türkiye’ye yeni antlaşmalar ve yeni projelerde katılım daveti gibi eylemler ile soğuk olan ilişkileri bir anda tersine çevirmiştir.
SSCB dağıldıktan sonra Rusya’nın ilk hamlesi arka bahçesini toparlamak olmuştu. Bir biri ardına ayrılan devletler ile tekrar masaya oturmak onlarla diplomatik ilişkiler kurmak bir hayli zordu. Ama en kolay ilişkiyi Ermenistan ile yakalayan Rusya zamanla Ermenistan’ı Kafkasya üssü olarak görmeye başladı. Bu da Azerbaycan’ı dolaylı yoldan da Türkiye’yi etkilemişti. İşte Rusya burada yine küreselleşen dünyanın gerekliliğini yerine getirerek Türkiye ile ilişkilerini geliştirirken mümkün olduğunca Ermenistan ve Azerbaycan’a adil bir duruş gösterdiğini sergilemek istedi bu da işleri kolaylaştıran bir etkendi. Aslında tüm bu ilişkinin gelişmesi konusunda sadece Rusya’nın hamlelerini değil Türkiye’nin de akılcı tutumunu göz ardı etmemek gerekir. Türkiye’nin izlemeye başladığı bölgesel güvenlik, istikrar ve komşularla sıfır sorun anlayışına dayalı aktif dış politika yaklaşımında, hem küresel hem bölgesel güç olarak Rusya zaten gündemin ilk sıralarında olmak zorundaydı. Bu yaklaşımın Moskova tarafından karşılık görmemesi durumunda ciddi sorunlar ortaya çıkabilirdi, ama Türk Dış politikasının Rusya tarafından artık 10-15 yıl öncesine nazaran daha olumlu algılandığını söyleyebiliriz.[iii]
İki ülke arasındaki bu yakınlaşmanın sebepleri olarak birbirlerine yakın olan politikaları da gösterebiliriz. İki ülkenin de Ermenistan-Azerbaycan arasındaki sorunların diplomatik yollar ile çözülmesini istemesi ayrıca iki ülkenin de Ortadoğu’da barış ve stabil bir ortam olmasından yana görüşlerini bildirmesi ve bir başka örnek olarak da Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda adımlar atmak istemeleri. Böyle birbirine yakın politikalara sahip iki ülkenin iş birliğine gitmesi tabii ki normal karşılanmalıdır. Ve zaten olması gerektiği gibi de iş birlikleri hiç olmadığı kadar gelişme kaydetmiştir.
Rusya için Türkiye 2003 yılında bağımsız 2008 yılında ise güvenilir bir ülke profili çizmişti. Bununla beraber de Rusya’nın Türkiye’ye olan desteği artmıştır. Bunun yakın zamandaki en somut örneği Haziran ayında meydana gelen Filistin’e yardım götürmekte olan filoya İsrail’in yaptığı saldırı sonrası İstanbul’da toplanan Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (AİGK/CICA) daki basın toplantısında bir gazeteci geçtiğimiz yıl içerisinde üzerinde uzlaşmaya varılan ve Rusya’dan Türkiye üzerinden İsrail’e doğal gaz taşıması öngörülen Mavi Akım 2 projesinin mevcut gelişmeler ışığında akıbetini sordu. Putin, “İsrail’den son verilen veriler, kendi kıta sahanlığında gaz bulduğuna işaret ediyor. Bu proje, ekonomik mülahazalar içinde anlamlı olduğu takdirde yapılabilir. İsrail’in [Mavi Akım 2’den gelecek] gaza çok da ihtiyacı olmayacaktır”[iv] İşte bu cevapla Putin Türkiye’nin 2008 yılındaki Rusya-Gürcistan Savaşı’ndaki akılcı ve politik yaklaşımının bir nev-i karşılığını da vermiş olmuştu. Nabucco Projesi ile enerji anlamındaki önemini tekrar arttıran bir Türkiye karşısında Rusya’nın bu cevabı ile de zaten en mantıklı kararı verdiği aşikardır.
İlişkiler enerji alanında ilerken sadece doğal gaz konusu değil nükleer enerji konusu da bu yıla hakimdi. Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev 12 Mayıs Çarşamba günü Ankara’ya yaptığı resmi ziyareti Türkiye’nin ilk nükleer santralini kurma konulu bir anlaşmanın yardımcıları tarafından imzalanmasıyla noktaladı. 20 milyar dolarlık anlaşmada, 4 bin 800 MW’lık planlanan kapasiteye sahip dört üniteden oluşan bir santral inşa edilmesi amaçlanmakta.[v] Her ne kadar ülke içinde bir çok çevreci kesimin itirazı olmasına rağmen iki ülke arasında nükleer enerji konusunda da iş birliği ilerleyen zamanlarda Türkiye ve Rusya arasında yeni yeni anlaşma ve birlikte hareket edebilecekleri yeni platformlar ortaya çıkarmak anlamında çok önemli. Bu antlaşmadan sonra geriye kalan yasalaştırma prosedürü ise 15 Temmuz günü TBMM’de kabul edilerek yasalaştı. Onaylanan anlaşmaya göre, iki ülke; nükleer güç santralinin tasarımı ve altyapı dahil olmak üzere inşası, santralin güvenilir şekilde işletilmesi, santralde üretilen elektriğin alım-satımı, kullanılmış nükleer yakıtın taşınması, santralin sökümü, personelinin eğitimi, Türkiye’deki yakıt üretim tesislerinin kurulması ve işletimi de dahil, nükleer yakıt döngüsü gibi konularda iş birliği yapacak. Bütün bunlar, Türk tarafına mali yük getirmeden yürütülecek.[vi]
Enerji alanından ekonomiye geçersek iki ülke arasındaki yıllık işlem hacimlerin her yıl artış halinde olduğunu görebiliriz. Aslında Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkiler siyasi ilişkilerinin bir uzantısı olmuştur. Zamanında Kurtuluş Savaşı’nda borç aldığımız silah aldığımız Rusya, II. Dünya Savaşı sonrası istediği koşulları yerine getirmediğimiz için ambargo da uygulamıştır. SCCB’nin yıkılmasından sonra artan ekonomik hareketlilik aslında SSCB zamanında temellenmiştir. Bu da şüphesiz 18 Eylül 1984’te imzalanan Doğalgaz Antlaşması’dır. Bunun arkasında işte ekonomik hareketlilik artışa geçmiştir. 1970 sonrası petrol krizinden sonra ülkeler alternatif enerji arayışlarına geçmiştirler işte bu noktada Türkiye ve Rusya’nın ekonomik ilişkileri bu olgudan da kaynak almıştır.
İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2008 yılında 38 milyar ABD dolarını bulmuştu. Her ne kadar küresel ekonomik krizin ve gümrüklerde yaşanan sorunun etkisiyle ticaret hacmi 2009 yılında 22 milyar dolara kadar gerilese de 1990’lı yılların başındaki 1,5-2 milyar dolarlık ticaret hacmi ile karşılaştırıldığında halâ büyük bir başarı.[vii] İki ülke arasındaki petrol, doğal gaz, turizm, bavul ticareti, inşaat sektörü gibi olgular ekonomik yapıyı oluşturmakta. Özellikle bavul ticaretinden kimi zaman 3-4 kimi zaman da 7-8 milyar dolarlık işlem hacmi gerçekleşmekte. Bu ekonomik hareketliliğe en büyük katkı da yine Mayıs ayında Medvedev’in ziyareti esnasında oluştu. Nükleer santral programının imzalanması ile birlikte Türkiye ve Rusya vizesiz geçiş antlaşmasına da imza attılar. İşte bu imza ile iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler ilerleyen yıllarda muazzam işlem hacmi rakamlarına ulaşabilecek bir yola girdi. İmzadan sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, vize anlaşmasının en çok turistleri, şoförleri ve işadamlarını sevindireceğini söylerken Medvedev de, Türkiye ile Rusya’nın sözde değil, gerçek birer stratejik partner olduğunu belirtti. 2008’de 38 milyar dolara yaklaşan ticaret hacminin herkese örnek olduğunu ifade eden Gül, ticaret hacmini beş yıl içinde 100 milyar dolara çıkarmakta kararlı olduklarını söyledi. Medvedev ise Gül’ün 100 milyar dolar açıklamasını çok iddialı ama imkansız olmadığını ve “AB bölgesi ile Rusya’nın ticaret hacminin 200 milyar dolar seviyesinde olduğu göz önüne alındığında bunun ne kadar iddialı olduğu daha iyi anlaşılabilir. Ama böyle bir seviyeye çıkmamız durumunda bütün Avrupa’ya örnek olacağız” dedi.[viii]
15.yy da başlayıp şu anda 500 yılı aşan bir birlikteliğe sahip olan Türkiye ve Rusya aradan geçen 5 asır boyunca genellikle savaş meydanlarında karşı karşıya da gelseler de değişen Uluslararası Sisteminin sayesinde çıkarları doğrultusunda akla ve gerçekçiliğe uygun ilişkiler üretmek zorunda olduklarını anladılar ki şu son 20 yıllık dilimde enerjiden turizme, sağlıktan askeri malzemelere ve diplomatik her konuda ilişkiler gerçekleştirmiş ve bir nevi stratejik ortak olmak istemişlerdir. Aslında bu stratejik ortak sıfatı Türkiye ve ABD için uzun bir süre addedilmiş fakat gerek ABD’nin coğrafi gerek se düşünce ve eylem bakış açısı olarak Türkiye’den uzak olması, son yıllarda kaybettiği prestij, 2003 yılındaki tezkere olayının ardından yaptığı yaptırımlar sebebiyle bu sıfatı kaybetmek üzere olan bir durumda. Bu durumun tam tersinde ise yıllarca Türkiye ile çatışan gerek Ermenistan gerek Türkiye’nin diğer sorunlarında yapıcı değil de yıkıcı eylemlerde bulunan Rusya bu görünüşü değiştirip Türkiye’ye yakın politikalar gütmüş ve beraber hareket etmek istediğini eylemleri ile göstermiştir. Medvedev’in zaten Türkiye’yi bizler stratejik ortak olarak görüyoruz sözüyle beraber ilerleyen yıllar içerisinde iki ülkenin ilişkilerinin artması ve gelişmesi sonucu bu sıfatın resmiyete bile dökülebileceği bir noktaya gelecektir.
Bu noktadan sonra iki ülkenin de yapması gereken şu ana kadar devam ettirdikleri realist ve yapıcı eylemlerini çıkarları çerçevesinde devam ettirmektir. Asırlar boyunca coğrafik ve jeopolitik olarak birbirlerine yakın hatta iç içe olan bu iki devlet Uluslararası İlişkiler sisteminde önemli rollere sahip aktörlerdir. Rusya’nın özellikle enerji alanındaki dominant durumu Türkiye’nin ise Avrupa-Asya-Afrika arasındaki transit geçiş yollarına hâkimiyeti bu iki ülkenin birbirleri ile iyi geçinmesi gerektiği hususunda kaynakçalardan biridir. Gürcistan Savaşı ve Mavi Marmara olayı sonrası İsrail ile ilgili olan karşılıklı akılcı hareketlerin devamının gelmesi iki ülkenin de geleceği açısından çok önemlidir. Bundan 500 yıl önce devletler savaş meydanlarında anlaşırken günümüzde devletler masalarda diplomasinin son gücünü de kullanarak anlaşmaktalar. İşte Türkiye ve Rusya’da çıkarları doğrultusunda bunu unutmamalı ve gelecekteki gelişimlerinin birbirlerini de bağlı olduğunu asla unutmamalıdırlar.
Erdem PARLAK
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü
Kaynakça
[i] http://tr.wikipedia.org/wiki/Rusya%E2%80%93T%C3%BCrkiye_ili%C5%9Fkileri
[ii] http://furkankayaanaliz.blogcu.com/dunden-bugune-turkiye-rusya-iliskileri/4457893
[iii] http://www.evetgazetesi.com.tr/haber-detay/89671-soguk-savas-ve-soguk-baris-haberi.aspx
[iv] http://www.hurriyet.com.tr/ekonet/14963958.asp
[v] http://www.setimes.com/cocoon/setimes/xhtml/tr/newsbriefs/setimes/newsbriefs/2010/05/13/nb-07
[vi] http://www.ntvmsnbc.com/id/25114877/
[vii] http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=677:turkiye-rusya-iliskilerinde-ucuncu-donem&catid=104:analizler-rusya&Itemid=136
[viii] http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&Date=13.05.2010&ArticleID=996494