Son yıllarda Türk dış politikasının sıçrama hamlesi olarak nitelendirebileceğimiz Türkiye-Ermenistan yakınlaşması bugünkü konumda iki tarafın muhalif cepheleri ve diasporanın etkileriyle bekleme sürecine girmiştir.
Bir kısım uzmanlara göre adı “sessiz diplomasi” olan bu süreç, Ermenistan tarafından meselenin daha çok tahlil edilmesi için fırsat doğurmuştur. Türkiye’yle ilişkilerin hangi minval üzerinde ilerlemesi gerektiği bugün Ermeni kamuoyu için önemli bir gündem maddesi.
Türkiye’yi yakından tanıyan bölge uzmanı, Erivan’daki Kafkasya Enstitüsü Başkanı Alexander Iskandaryan ve Başkan Yardımcısı Sergey Minasyan konuyla ilgili sorularımızı cevapladı. Minasyan, Ermenistan’ın son döneme kadarki vaziyetinin tahlilini yaparken acil çözüm için nelerin gerektiğini belirten Iskandaryan ise iki tarafın hangi konularda acele etmesi gerektiğinin altını çizdi.
Sayın Minasyan, bağımsızlık sonrası Ermeni dış politikası hakkında ne söylemek istersiniz?
Ermeni dış politikası, son yirmi yıl süreçte üç aşamalı gelişime tanıklık etmiştir. Birincisi, 1990’ların başında gelişen Karabağ olaylarıyla ve çevre ülkelerle diplomatik ilişki kurmakla ilgilidir. Bunlar, Ermenistan’ın dış politika konseptinin ana başlıklarıydı. Bu temalar diğer liderler tarafından da sürdürülmüştür. Bundaki amaç ise ABD’nin, Rusya’nın ve Avrupa’nın etkin olduğu bu bölgede kendi yerimizi bulmaktır. Süreç içerisinde Ermenistan bu devletlerden destek alma çabalarını da sürdürmüştür. Bu güçler kendi bölgemizde olduğu kadar diğer post-Sovyet bölgelerde de etkin olan güçler tabii ki. Ermenistan, bölgede bu büyük güçlerin birbirleriyle olan rekabetini azaltmak için denge oluşturma çabalarının mihenk taşı özelliğini taşımaktadır. Çünkü Rusya’yla askerî ittifak kurmak, Avrupa ülkeleriyle çeşitli alanlarda ilişki kurmak, ABD’den ekonomik, siyasî ve askerî konularda destek almak ve buna ek olarak İran’la birliktelik sağlamak, bir ülke için oldukça zordur. Bu çok zor ve imkânsız gibi görünebilir fakat Ermenistan son yirmi yılda bunu başarmak için çaba gösterdi.
Peki, Soğuk Savaş döneminde, özellikle 1915 olaylarının 50. yılı olan 1965’ten sonra Ermenistan’ın Türkiye’ye bakış açısı nasıldı?
Ermenistan, Soğuk Savaş döneminde herhangi bir bağımsız politikaya dahil değildi. Çünkü bağımsız bir Ermenistan kurulmamıştı henüz. Ermenistan sadece resmî olarak bir dışişleri bakanına sahipti. Yabancı ülkelere yönelik her türlü yaklaşımın tek mercii Moskova’ydı. Fakat 1960’ların sonuna doğru birçok diaspora örgütü siyasî anlamda faaliyet göstermeye başladılar. Sovyet Ermenistan’ı olarak Türkiye’ye yönelik yaklaşımlarımız, Türkiye’nin bir NATO üyesi olması dolayısıyla komünist otoritelerin yönlendirmesi sonucu bir karşıtlık olarak kendini gösteriyordu. Ermeni halkındaki algı ise temelde soykırım meselesinden doğan tartışmalarla şekilleniyordu. Tabii tarih kitaplarında yer alan ifadeler, halkın sahip olduğu düşüncelerden daha fazlaydı. Bu konuda edebî alandaki çalışmalar, siyasî alandaki çalışmalardan daha fazlaydı diyebilirim.
Sayın Minasyan, Ermenistan’ın bölgedeki stratejik öneminden bahseder misiniz?
Ermenistan’ın konumu birçok soruna rağmen önemini koruyan bir yapıdadır. Özellikle bölgedeki entegrasyonun sağlanmasında bir geçiş noktası olma özelliğindedir. Bir ülke olarak çevresiyle fazla gelişmiş ilişkileri yok. İki komşusuyla sınırları kapalı… Gürcistan’la bir demiryolu bağlantısı bulunuyor. Ayrıca henüz gelişmekte bulunan iletişim ve inşaat işbirliğimiz olan İran var. Tüm bunlar bizim için sorun oluşturan etkenler… Bunlar Ermenistan’ı yeni çözüm arayışlarına iten etkenler… Bunun ilk yolu da, bağımsızlık döneminde oluşturduğumuz dış politika konseptine sahip çıkmak. Yani büyük güçlerle işbirliğini sürdürmek… Zaten bu güçlerin de bölgenin kalbinde bulunan böylesi bir ülkeyle işbirliğine ihtiyaçları var. Bunun yanı sıra Ermenistan dış politikası için Karabağ meselesi önemini korumaktadır. Konuyla ilgili zaman zaman bazı çelişkiler yaşanabilir ancak dış dünyanın Ermenistan’a olan yaklaşımları konusunda Karabağ’ın önemini inkâr edemeyiz. Bu sorun hâlâ devam ediyor. Buna paralel olarak dış devletlerin de bölgeye yönelik etkinlik rekabeti de devam ediyor. Ermenistan, bölgede etkin bir devlet olmak için şimdiye kadarki çizgisini devam ettirecektir.
Sayın Iskandaryan, AK Parti hükümeti döneminde Türk-Ermeni ilişkilerinin gelişim süreci hakkında ne söylemek istersiniz?
İlişkilerin normalleşmesi AK Parti hükümetinin bir projesidir. Türkiye’nin siyasî yapısı 2000’den 2004’e kadar köklü şekilde değişime uğramıştır. Sadece Ermenistan konusunda değil tabii ki, Türkiye’nin iç yapısıyla, Avrupa Birliği ve komşu devletlerle ilgili ciddi değişimler olmuştur. Hükümete yönelik en çok sorulan soru, Ermenistan konusuyla ilgili. Bu konu Türkiye’nin sloganlaşan “sıfır sorun, azami işbirliği” formülünün bir parçasıdır. Bu sadece slogan olarak görülebilir ancak komşularla işbirliği yolunu açan bir etkiye sahip. Tabii bu Soğuk Savaş’ın bitmesinin, Türkiye’deki iç dinamiklerin, demokratikleşmenin ve AK Parti hükümetinin oluşturduğu bir etki. Türkiye, imparatorluk tarihi olan bir ülke… Doğal olarak bugün komşularıyla bazı sıkıntıları var. Suriye, Irak, İran ve diğerleriyle… Bu normalleşme süreci tamamen AK Parti hükümetinin çalışmalarının ürünüdür. Bunun başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle Yunanistan, Avrupa Birliği, Suriye, hatta İran ve Irak ile ilişkileri ele aldığımızda bu sonuca varabiliriz. Buna ek olarak Gürcistan’la olan ilişkiler oldukça iyi. Kıbrıs konusunda da örnek verebiliriz. Ermenistan’la hali hazırda sorunlar var. Bunlar dondurulmuş sorun olarak da adlandırılabilir. Çünkü herhangi bir iyileşme gözlemleyemedik. Türkiye’deki ve hükümetteki değişimleri ele aldığımızda bunun sebebini anlayabiliriz. 1992’den bu yana iki ülke ilişkilerini ele aldığımızda görüyoruz ki, Türkiye’nin Ermenistan’a yaklaşımları Türk dış politikasının Batılılaşma hareketinin bir parçası. Çünkü Türkiye sadece bizimle değil, Avrupa ülkeleriyle de, bölge ülkeleriyle de yakından ilgileniyor. Her türlü soruna rağmen hükümetin çözüm arayışlarında olduğunu müşahede ediyoruz.
Siz Ermeni hükümetinin ilişkilerdeki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, anlamı son derece açık olan bir konu… Ermenistan’da pek çok otorite var aslında. Ancak siyasî otorite baştan beri tavrını korumaktadır. İlk lider Levon Ter Petrosyan, ikinci lider Robert Koçaryan ve bugün Serj Sarkisyan aynı tavrı korumaktadır. Bu tavır, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesini destekleme tavrıdır. Normalleştirilmekten kasıt ise, sınırların açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulmasıdır. Herhangi bir ön şart olmadan Ankara ve Erivan’da siyasî temsilciliklerin oluşturulmasıdır. Bunları Ermenistan hükümetleri bağımsızlığımızın ilk gününden beri desteklemektedir. Karabağ konusu olsun, soykırım meselesi olsun veya başka herhangi bir konuda eğer Türkiye ilişkilerle ilgili ön şart sunarsa, barış girişimleri boşa çıkar. Ön şart olmaz ise, Ermeni elitleri zaten ilişkileri geliştirmek için hazırlar. Gelinen son aşamada ilişkilerin en resmî göstergesi protokoller olmuştu. Bu süreçte Azerbaycan’la, Karabağ’la veya soykırımla ilgili tavırlar gösterilmemiş olsaydı Ermenistan Türkiye’nin girişimlerini desteklemeye hazırdı. Ortada bir sorun varsa, o da Türkiye’nin sunduğu ön şarttır. Ermenistan’da bunu kabul etmeyen sivil ve elit bir çoğunluk var. Bunlar siyasî olmayan figürler. Ermeni hükümeti tüm aksaklıklara rağmen sınırların açılması ve ilişkilerin geliştirilmesi için hazır vaziyette bekliyor. Eğer ön şart sunulmazsa, her şey normalleşmeye hazır.
Sayın Iskandaryan, sizce 1915 olaylarının, Karabağ ve ASALA meselelerinin ilişkiler üzerindeki etkileri nelerdir?
Kanuni zeminde herhangi bir etkisi yok. Ancak siyasî olarak elbette etkilerinden söz etmek gerekir. Bunlar özellikle Türkiye’de etkisini gördüğümüz konular. Bu konuları gündemde tutarak buradaki siyasî zeminde Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve son dönem gelişmelerine yönelik olarak faaliyet gösterenler var. Fakat bunlar hükümette herhangi bir etkiye sahip olan elit kesim değil. Entelektüeller var, Taşnak Partisi var. Bunlar mecliste sadece yüzde 7’lik temsil hakkına sahipler. Yani etkin güçleri bulunmuyor. Zaten Türkiye ile normalleşme süreci başlar başlamaz, kendileri her türlü siyasî sorumluluklarını bıraktıklarını açıklamışlardır. Bu tablo, Ermeni hükümetinin profilini yansıtmıyor. Hükümetin duruşu bellidir. Şimdi Türkiye’de de bu meseleye karşıt olarak elinizde sadece sosyal bir sınır, entelektüeller grubu veya siyasîler yok. AK Parti içerisinde de muhalifleri görüyorsunuz. AK Parti, homojen bir yapıda değil elbette. İçerisinde farklı taraflara yönelmiş olan gruplar var. Bu da ayrı bir sorun. Ermeni meselesi, Türkiye’nin sadece dış politikasının değil, iç politikasının da bir sorunu olmaya başlamıştır. Türkler bu meselede Ermeniler olmadan kendi başlarına karar verme yetkisine sahip değil. Bugün önemli gelişmelere şahit oluyoruz. On yıl önce kimse “soykırım” diye bir şeyden bahsedemezdi, yasaktı çünkü. Şimdi de yasak, ancak konuşabiliyor, tartışabiliyorsunuz. Ben tarihçi değilim, işin siyasî yönüne bakarım. Türkiye’deki pek çok arkadaşım da bu konuda tartışıyor benimle. Kabul edenler var, etmeyenler var. Bu zeminin oluşması çok önemli… Türkiye’de çok yönlü tartışmalar başladı. Bunlar, siyasî elitlerin bünyesinde oluşan tartışmalar… Erdoğan-Gül, Erdoğan-Davutoğlu arasındakiler de buna dahil. Tüm bunları Türkiye dışından rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz.
ASALA, tarihte kalan bir mesele… Bu, son yirmi yılın meselesi değil. Ortada henüz bağımsız bir Ermenistan yok iken, bazı aşırı politik grupların dışarıdaki faaliyetlerinden ibaret olan ve Ermenileri temsil ettiklerini iddia ettikleri bir oluşum. Şimdi ise her şey farklı…
Karabağ ve Azerbaycan, Türk dış politikasına etki eden unsurlar değil aslında. Bunlar, Türk iç politikasının birer parçasıdır. Bu Türk siyasî elitleri için bir sorun. Tabii ki Ermenistan için anlaşılır bir durum bu. Elbette bu tür sorunlar olacak. Bizde de iç sorunlar var aynen Türkiye’de olduğu gibi. Pek çok milliyetçi gruplar, milliyetçi siyasetçiler ve milliyetçi entelektüeller bulunuyor. Hatta ülke içinde milliyetçi bir söylemimiz bulunuyor. Fakat bu, üç milyonluk Ermenistan’la, yetmiş beş milyonluk Türkiye’yi kıyasladığımızda önemsiz kalıyor. Türkiye buna karşı tepkisiz duruyor. Ermeni varlığından haberi yok. Konya, Mersin, Bodrum veya İzmir’de yaşayan birinin bundan habersiz olduğu gerçeği var. Fakat siz Erivan’daki her pencereden Türkiye’yi izleme şansına sahipsiniz. Ermenistan’da Türkiye’yi bilmemek diye bir şey söz konusu olamaz. Yani kıyaslamalara baktığımızda konumların son derece farklı olduğunu görüyoruz. İlişkiler konusunda acilen bir şeyler yapmalıyız, eğer sürecin ilerlemesini istiyorsak… Türkiye’nin buna daha çok ihtiyacı var. Çünkü Türkiye’nin Güney Kafkasya’da ve bölgede etkin bir güç olması, bu konuda ilerlemesine bağlıdır. Türk dış politikası yakın zamana kadar “politika” değildi. Bir nevi statik duruştu. “Azerbaycan bizim komşumuzdur, Azerbaycan bizim kardeşimizdir ve onları daima korumak zorundayız. Gürcistan bizim komşumuzdur, sınırların açık olması gerekir. Fakat Ermeniler kötüdür. Çünkü soykırım mevzusu var, Karabağ sorunu var. O yüzden herhangi bir ilişki kuramayız…” söylemleriyle hareket edildi. Bu politika değildir. Bu yüzden Türkiye bölgede etkin bir güç olamadı. Etkin güç olmanız için Ermenistan’la ilişki kurmanız ve Azerbaycan’ı da, Gürcistan’ı da kaybetmemeniz gerekir. Belki bu kolay değil ancak bunu yapmak zorundasınız. Soğuk Savaş döneminde bunu anlamak kolaydır. Bölgede NATO’nun bir parçasıydınız. Fakat Sovyetler Birliği bugün yok. 1991’den sonra bölgede etkin olmak istediniz ancak Güney Kafkasya’da etkinlik kuramadınız. Bunlar kolay değil elbette. Hâlâ sorunlar var. Ancak başarmak için pek çok yol bulunuyor. Türkiye ne Batı’nın ne Doğu’nun, sadece bu bölgenin parçası olmak istiyorsa protokollü veya protokolsüz şekilde komşularıyla ilişkileri normalleştirmek için mücadelesini sürdürmelidir.
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Ahmet Davutoğlu’nun “sıfır sorun, azami işbirliği” söylemi, sadece iyi ve sevilen komşularla azami işbirliğini hedef göstermiyor, komşularla işbirliğini hedef olarak belirtiyor. “Ermeniler iyi mi, kötü mü? Soykırım konusunda konuşmaya devam edecek miyiz, etmeyecek miyiz?” sözleri bir yana, başkentlerde elçiliklere ihtiyacınız var. Sınırları açmalısınız. Bu, iyi bir çocuğa verdiğiniz bir hediye değildir veya Ermenistan’a madalya olarak vermiyorsunuz. Komşularınızla iyi ilişkilere zaten ihtiyacınız var. Soykırım sorunu, üçüncü taraf olan Azerbaycan’la yaşanan sorunlar önemli değil. Bölgede zaten çokça sorun bulunuyor. Örneğin Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya sorunları var. Türkiye’de Abhaz ve Oset çoğunluklar bulunuyor. Suriye ile önemli sorunlarınız var. Suriye’de bulundum. Orada bana verilen haritada İskenderun Suriye’nin bir parçası olarak gösteriliyordu. Fakat sınırlar açık ve ticaret yapılıyor buna rağmen. İlişkiler normal seyrinde devam ediyor… Bunlara ek olarak Kıbrıs sorununuz var. Bu öyle bir sorun ki, bugün çözülemediği gibi yarın da çözülemeyecek. Ermenistan Türkiye’yi bu mevzularla ilgili engelleyici unsurları kabul etmiyor. Uluslararası arenada bu konuları gündeme getirerek Türkiye’yi sıkıştırmıyor. Kendi sorunumuzu kendi aramızda çözmeliyiz. Soykırım konusu ne sadece Türkiye’nin, ne de sadece Ermenistan’ın sorunudur. Bu, iki milletin ortak tarihî meselesidir. Bu ortak kimliğimizin bir meselesidir. Fakat neden ortada siyasî temsilcilik yok? Neden sınırlar kapalı? Belki de her türlü sınırı açtıktan sonra birbirimizi daha iyi anlayacağız. Türk veya Ermeni olmak, bir duvarın arkasında yüzyıllarca yaşamanın sebebi olmamalı. Komşuluk ilişkileri normalleşmelidir. Hepsi bu…
(Bu röportaj Haber Ajanda Dergisi Nisan 2011 sayısında yayımlanmıştır)
Mehmet Fatih ÖZTARSU
TUİÇ Akademi Koordinatörü