Türkiye Beşar’a Ne Demeli? Suriye’de “52 Cuma” Reformsuz Geçmez
Orta Doğu’daki değişim dalgasından nasibini alan Suriye’nin aslında bu dalgaya dayanıklı ülkelerden biri olacağı varsayılıyordu. Şam’ın, İsrail ve bir ölçüde ABD’ye karşı direniş cephesinin önemli ve kritik bir üyesi oluşu, Mısır’dakinin tersine genç, nispeten popüler ve bir ölçüde reform isteklisi olduğu düşünülen bir lidere sahip olması, ekonomik alanda atılan bazı reform adımları, ülkenin içinde olduğu bölgesel tecridi son dönemde önemli ölçüde kırması ve Batı ile ilişkilerinde nisbi bir yumuşama yaşanması, bölgenin “meşruiyet üreticisi” Türkiye ile yakın ilişkiler içinde olunması gibi faktörler nedeniyle dalganın Suriye kıyılarına çok erken ve güçlü şekilde vurmayacağı düşünülüyordu. Ama bu özellikler Suriye rejimini değişimden korumaya yetmedi. Bu yazıda, Suriye rejiminin reform yönünde evrilmesinin, devrilmesinin veya sertleşerek iktidarını korusa bile “diken üstünde” yıllar geçirmesinin Türkiye ile ikili ilişkiler, Türkiye’nin bölge politikaları ve Orta Doğu’daki diğer aktör ve gelişmeler üzerinde nasıl sonuçları olacağını hesaplamaya çalışacağız.
Suriye ile ilgili önümüzdeki dönemdeki en önemli soruların bazıları şunlar olabilir: Güvenlik örgütleri birlik ve disiplinlerini koruyacaklar mı? Muhaliflerin talepleri nelerdir? Hangi kesimler gösterilere katılabilir veya destek verebilir? Dış aktörlerin olaylar üzerinde etkisi ne kadardır? Uzlaşma, reform ve geçiş dönemi hangi şekillerde gerçekleşebilir? Türkiye’nin bu süreçte oynaması gereken rol ne olmalıdır?
Suriye de Mısır gibi son yıllarda liberal ekonomik politikalar uygulamaya başlamıştı fakat kitleler bu yeni politikanın meyvelerini daha tadamadı. Devlet tekelleri yerine özel tekeller oluşmaya başladı. Bu politikalar, eşitsizliği arttırdığı ve işsizliği azaltmadığı gibi bir siyasi liberalizasyon programına da bağlanmadı.[1] Suriye rejiminin destekçileri güvenlik bürokrasisi ve ordunun üst kademelerine hâkim olan Alevilerle sınırlı değildir. Ekonomik olarak gidişattan büyük ölçüde memnun olan ve istikrar isteyen özellikle Şam’daki Sünni tüccarların da büyük ölçüde rejimi desteklediği düşünülmektedir. Hıristiyan azınlıklar da kısmen ve bir dereceye kadar Baas rejiminden sonra durumlarının kötüleşebileceğinden endişelidir. Rejimden memnun olmayanların bir kısmı da Irak’ta Saddam sonrasında yaşananlara bakıp hızlı, şiddetli ve sonu belirsiz bir değişimin getirebileceklerinden korkmaktadır.
Muhalefet ise Müslüman Kardeşler dışında, ülkenin büyük ölçüde Aleviler tarafından yönetilmesini kabullenemeyen Sünni çoğunluktan unsurları, düşük ücretlerle çalışan gençleri ve gelecek için umut görmeyen diplomalı işsizleri, Batılı siyasi değer ve uygulamaları bilen ve ülkesinde de isteyen entelektüelleri ve Kürtler dahil bazı azınlıkları kapsamaktadır.[2] Aşağıdaki türden adımlar bu grupların taleplerini önemli ölçüde karşılayabilir:
* Basın, gösteri, ifade ve siyasi örgütlenme özgürlüğünün ve serbest seçimlerin önündeki engellerin hemen açıklanan ve uygulanması çok uzun sürmeyen bir takvim sonucunda kaldırılması,
* Güvenlik güçlerinin aşırı ve gereksiz şiddet kullanma, keyfi tutuklama, işkence yapmalarının önüne geçen düzenlemeler yapılması ve bunların uygulanması,
* Yolsuzlukla kaynağı kim olursa olsun ciddi şekilde mücadele edilmesi.
Beşar Esad, 30 Mart’ta anlamlı hiçbir reform perspektifi sunmayarak hayal kırıklığı yaratan konuşma ile a) durumun ciddiyetinin yeterince farkında olmadığını, 2) veya reform yönünde adım atmak istiyorsa bile bunun önündeki rejim içi engelleri aşamadığını 3) ya da baskı altında adım atmayan lider görüntüsü vermeye krizin ivediliğinin izin verdiğinden daha fazla önem verdiğini göstermiştir. Biraz iddialı bir ifadeyle söylemek gerekirse, Suriye liderinin ileride geriye dönüp baktığında o konuşmanın kaçırılmış ciddi ve belki de hayati bir fırsat olduğunu düşüneceğini tahmin ediyoruz.
Başka ülkelerde ve şehirlerde yaşananları gören, “sokağa çıktığında” tek olmayacağını anlayan Suriyelilerin kafasındaki “korku duvarı” kırıldıktan sonra onları “evde tutmak”, tatmin etmek, taleplerine çizgi çekmek, şiddetin yarattığı sarmalın önüne geçmek rejim için giderek daha zor olacaktır. “Duvarı” aşırı şiddet kullanarak tekrar inşa etmeye çalışmak en fazla rejimin mevcut hali ile devamının süresini bir parça uzatacak ama bunun karşılığında ödenen “meşruiyet maliyeti” rejimin ayakta kalma veya yumuşak geçiş yapma şansını azaltacaktır. “Bir yılda 52 Cuma vardır” ve gerçek reform yapmadan Suriye liderinin bunların hepsini atlatması şaşırtıcı olur.
Babasının Hama’da onbinleri öldürmeyi göze alarak isyanı bastırması, oğul Esad üzerinde muhtemelen menfi bir etki yaratmaktadır. Oğul Esad bugün böyle bir şeyin tekrarlanmasının mümkün olmadığını elbette bilmektedir. Ama rejim içindeki bazı unsurlar bu durumun farkında olmayabilir ve Beşar’ı babasının tersine “zayıf, yumuşak ve kararsız” olmakla eleştirebilir. Beşar Esad’ın rejimin güvenlik ve tekelci kapitalist bazı unsurlarını rahatsız etmeden anlamlı reform yapması zor olabilir. Bu kesimler Beşar’ın olaylar başlamadan öncekine göre azalsa da muhtemelen hala bir ölçüde koruduğu popülaritesinin arkasına gizlenmektedir. Bu kesimler liderin kendi pozisyonlarına zarar verebilecek adımları atmaya yöneldiğini görürlerse onu saf dışı bırakmayı bile düşünebilirler. Ama bu da onları halkın önemli bir kısmının tepkisine karşı çıplak bırakacaktır.
Esad, anlamlı bir reform perspektifi sunmaz, bazı somut adımlar atmaz, sadece boş sözlerle yetinirse insanların talepleri, kızgınlığı, rejimi değiştirme arzuları ve bunun için ödemeye hazır oldukları bedel muhtemelen artacaktır. Esad, Mart sonundaki konuşmasında söyledikleri, söylemedikleri, vücut dili ve kendi dışında oynanan tiyatroya izin vermesiyle çok önemli bir fırsatı kaçırmıştır. Parça parça adımlar yerine şümullü, ikna edici adımlar atması gerekir(di). Parça parça verilen ödünler iyi niyet kazandıran adımlardan çok muhalifleri oyalamaya, kandırmaya, bölmeye ve zaman kazanmaya yönelik taktikler olarak görülmektedir. Esad’ın Mübarek’ten ders almamış olması da ilginçtir. Eğer Mısır lideri sonradan parça parça verdiği ödünleri baştan topluca ve genel bir program, istikamet ve takvim halinde verse idi muhtemeldir ki şu an hala ülkesinin lideri olacak, rahat bir emekliliğe hazırlanacak ve belki de Mısır demokrasisinin “saygıdeğer babası” olarak kabul edilecekti. Kaldı ki, Esad’ın yaşı, reform istediğinin düşünülmesi nedeniyle halkın önemsiz olmayan ve Sünnileri de kapsayan önemli bir kesiminde iyi niyet kredisi olması gibi avantajları vardı. İsrail karşıtı olmak Suriye rejimini korumaya tek başına yetmeyecektir. Eğer Beşar reform yapmak ama bunu kendi istediği şekil, sınır ve hızda yapmak istiyorsa “kötü sürprizlerle” karşılaşabilir. Gösterilerin başlaması, yaygınlaşması ve kan akmasıyla beraber artık değişimi kendi istediği “porsiyonlara bölme” şansını muhtemelen kaybetmiştir. Zaman rejimin ve Beşar’ın lehine işlememektedir.
Gösterilerin coğrafi dağılım, devamlılık ve şiddet olarak tırmanışta olduğu söylenebilir. 48 yıllık olağanüstü hal durumunun kaldırılması olumlu bir gelişme olmakla beraber hem tek başına artık yeterli bir olmadığı gibi pratikte de ne kadar fark yaratacağı belli değildir. Beşar Esad ülkesinin geleceği ve belki de kendi iktidarının devamı için ödün vermek, gerçekçi ve somut bir reform perspektifi sunmak, halkı samimi olduğuna ikna etmek durumundadır. Esad baskı altında geri adım atmak istememektedir. Baskı altında geri adım atmamak genelde siyaset ve diplomaside doğru bir yaklaşımdır ama her durumda geçerli olmayabilir. Suriye’de Esad’ın karşı karşıya olduğu durumun bu istisnalardan olduğunu düşünüyoruz.
Genel olarak Esad’ın reform yapmak istediği varsayılmaktadır ama bu isteğin kendi iktidarının şeklini değiştirme riski taşıyan adımları da içerip içermediği açık değildir. Etrafındaki “eski tüfeklerin” onu frenlediği şeklindeki varsayımı güçlendirecek bazı emareler olmakla beraber, Suriye liderinin de yaradılış olarak muhafazakar ve temkinli olduğu; hızlı karar alma ve uygulama eğiliminde olmadığı söylenebilir. Normal şartlarda müspet meziyetler olarak görülebilecek bu özellikler “zamanın nakit olduğu” mevcut krizden çıkmak için uygun olmayabilir. Esad ve rejimin gelişmelerin gerisinde kalması, onları çok uzak olmayan bir zamanda “oyunun bittiğini belirten gongun sesini” duyma durumuyla karşı karşıya bırakabilir.
Bölge
Orta Doğu, bir paradigmadan başka, belirsiz bir paradigmaya geçme ihtimali ile flört etmektedir. Hem geçişin hem gerçekleşeceğinin kesin olmaması, hem de muhtemel yeni düzenin unsurlarının henüz açık olmaması oyuncuların önünü görmesini zorlaştırmaktadır.
Suriye’de yaşananlar tüm Orta Doğu’nun jeopolitik dengelerini ciddi şekilde değiştirme potansiyeline sahiptir. Mısır daha büyük bir ülke olmasına rağmen, en azından kısa vadede İsrail ile çatışma moduna girmeyeceği varsayılırsa, Suriye’deki değişimin bu ülkenin Orta Doğu’daki çatışma, ittifak ve fay hatları üzerindeki merkezi konumu nedeniyle jeopolitik anlamda Mısır’ın yarattığından daha fazla etki ve değişime neden olacağı söylenebilir. Suriye de “düşerse” sıranın İran’a gelmesi artık sadece teoretik bir ihtimal olmaktan çıkar. Derecesini söylemek mümkün olmasa da, Tahran’ın Suriye müttefikini kaybetmesi İran’daki muhalefeti cesaretlendirebilecektir.
Sünni bir Suriye muhtemelen Lübnan’da S. Arabistan ile rekabetini frenleyip İran’dan uzaklaşacaktır. İran-Suriye ittifakının zayıflaması ya da çökmesi iki Şii aktör İran ve Irak’ı daha fazla birbirine yaklaştırabilir. İran’ın Akdeniz’e en önemli çıkışı olan Suriye’de Tahran’a mesafeli veya düşman bir yönetim olması halinde bu ülkenin Hizbullah ve Hamas üzerinden Doğu Akdeniz’e güç ve nüfuz projekte etmesi zorlaşacaktır. Bu durumda Hizbullah’ın Suriye’ye olan ihtiyacı artabilir. Ayrıca S. Arabistan ile Suriye arasında Lübnan üzerindeki rekabetin de değişikliğe uğraması beklenebilir. Şam ile uzun zamandır sorunlu bir ilişki ve rekabet yaşayan S. Arabistan’ın ise Tahran-Şam ittifakını zayıflatacak ve belki de sona erdirecek Suriye’deki bir rejim değişikliğine yine de mesafeli yaklaşması beklenebilir. Çünkü Suudiler bölgedeki dramatik dönüşümlere Suriye’de yeni bir halka eklenmesinin “değişim dalgasını” giderek kendilerini de tehdit edecek kadar güçlü ve önünde durulmaz hale getireceğinden endişeleneceklerdir.
Bölgedeki otokrasiler, ideolojik yaklaşım ve “seküler” dış politika meseleleri açısından farklı kamplarda olsalar bile, bir anlamda aynı gemidedirler. Düşman rejimin devrilmesi bir yandan mutluluğa neden olurken, öte yandan da masadaki dominolardan bir tanesinin daha devrildiği ve sıranın kendilerine gelmeye başladığını düşündürtebilir. Bu ülkeler ve rejimleri arasında birçok fark olsa da bölgesel değişim dalgası, devrilen her domino ile enerji kazanmaktadır. Geride kalanlar ancak 1) değişimin şiddetli ve buhranlı olmasının geride kalan ülkelerdeki halkları bundan soğutmasını veya 2) gösteri ve isyanların şiddet yoluyla bastırılmasının ve Batı dahil üçüncü aktörlerin bunu kabullenmesinin karşı emsal ve dinamikler yaratmasını umabilirler.
Aslında en akıllıca olan, tüm risklerine rağmen, “dalganın” önüne geçmek, onun üzerinde “sörf yapmak” ve yapısal reform adımlarını daha halk sokağa dökülüp kendi gücünü fark etmeden ve korku duvarını yıkmadan kendiliğinden atmaktır. Ancak bölgedeki yönetim ve elitlerin on yıllardır sahip oldukları güç, servet ve ayrıcalıkları kaybetme ihtimalini de içeren ama aslında biraz şans yardımıyla yeni düzende kendilerine saygın bir yer bulma ihtimalini barındıran bu adımları atmasını beklemek biraz iyimserlik olabilir.
Türkiye
Türk araştırmacıların karar alıcılara Ankara’nın Suriye konusunda yapması gerekenlere dair sunacakları reçetenin olayların değişkenliği ve karmaşıklığına saygı gösteren bir şekilde dinamik, nüanslı, pratik, yaratıcı ve gerçekçi olması gerekir. Türkiye, Orta Doğu’ya, tam da bu bölge on yıllardır süren “kış uykusundan uyanırken,” “yeniden girmektedir.” Bölgeye daha az hareketli bir zamanda dönmek ilk başta tercih edilir gibi görünse de, aslında yeni bir oyuncu için bütün taşların yerinden oynadığı bir dönemde giriş yapmanın önemli bazı avantajları olabilir. Bölge siyaseti ve diplomasisiyle ilgili on yılların getirdiği varsayım, kural, oyuncu ve kavramlar yeniden tanımlanır ve önceden mümkün olmadığı düşünülen ihtimaller konuşulmaya başlanırken Ankara’nın acemiliğinin dezavantajları muhtemelen azalacaktır. Hatta bir ihtimal, Suudi Arabistan gibi bazı aktörler durumun yeniliğinin tam farkında olmadığı ve eski kurallarla oynamaya devam ettikleri için daha fazla hata yapabilirler.
Bölgede yakın zamana kadar ciddi şekilde tecrit altında olan Suriye, Türkiye için önemli siyasi ve ekonomik fırsatlar arz ediyordu. Terör, ticaret ve bölgesel siyasi konularda daha yoğun işbirliği yapılabilecek bir komşu olan Şam ile ilişkide bariz olarak güçlü olan ortak Türkiye’dir. Ancak ülkenin içinde yaşanan gelişmelerle beraber Suriye’nin bir süre için de olsa bu olumlu özelliklerinden çok bir problem, güvenlik riski ve “yük” olmaya gidebilir ve onu zor tercihlerle karşı karşıya bırakabilir. Özellikle rejimin devrilmesi ama yerine ne geleceğinin belli olmadığı bir belirsizlik ve kaos dönemi yaşanırsa, Ankara ikili sınırın güvenliğini arttırmak, vize kolaylıklarını gözden geçirmek gibi adımları atmak zorunda kalabileceğini göz önüne almalıdır.
Türkiye yakında Suriye’nin geleceği ile ilgili daha net pozisyonlar almak zorunda kalabilir. Ankara’nın Suriyeli lideri reform yapma konusunda nasıl cesaretlendirmesi, teşvik etmesi, zorlaması, yol göstermesi, rahatlatması ve güven vermesi gerektiği üzerine kafa yormalıdır. Ankara reform çağrılarını ne kadar açıkça, kesin ifadelerle, uzun süre yapacaktır? Reform gelmezse veya sadece muğlak sözlerle, kozmetik, göstermelik ve sınırlı adımlarla yetinilirse ve hatta sivillere karşı ciddi oranda şiddet kullanılırsa, Türkiye buna nasıl karşılık vermelidir? Ankara’nın ciddi siyasi yatırım yaptığı Esad’a reform konusunda yapılması gereken teklif, tavsiye, telkin, baskı ve hatta zorlamaların içerik, şekil ve zamanlaması ne olmalıdır?
Suriye lideri tarafından halkına çok uzun olmayan bir süre içinde Baas’ın tekelinin kaldırılmasını da içeren somut ve ikna edici bir reform perspektifi verilmez veya verilse bile sonrasında reform gelmezse Ankara Beşar Esad’a direk veya dolaylı yollardan verdiği “meşruiyet kredisini” geri alabileceğini kendisine iletmelidir. Türkiye göstericilerin vurulması, tutuklanması, işkenceye maruz bırakılması durumu devam ettikçe buna kayıtsız kalamayacaktır. Hatta denebilir ki, Suriye liderine Ankara tarafından durumun ciddiyeti, atılması gereken adımların büyüklüğü ve aciliyeti, şiddet kullanarak gösterileri bastırmanın yanlışlığı ve hatta bunun çözdüğünden daha fazla problem yarattığı yönünde yapılacak telkin ve uyarılar geciktikçe ve diplomatik kibarlıkları ardına gizlendikçe etkisi ve faydası azalıyor olabilir.
Ama aynı zamanda Beşar Esad’a Türkiye’nin bu pozisyonunun Sünnilik ile ilgili olmadığı anlatılmalıdır. Esad’a eğer, af-Kürtlere vatandaşlık-başörtüsü yasağının kalkması gibi başka zaman atılsa önemli sayılabilecek ama bugünün şartlarında ayrıntı olmaktan öteye gidemeyen adımların ötesine giderek muhalif partilere imkan veren ve makul bir zaman içinde seçime gitmeyi içeren adımlar atarsa Ankara’nın kendisinin en büyük destekçisi olacağı söylenebilir.
Ankara’nın yumuşak ve “olaylı” bir geçiş sonrasında daha fazla rol oynayacak muhaliflerin yetenekleri, güçleri, amaçlarını daha iyi anlamaya çalışması gerekir. Mısır ve Suriye’de Müslüman kardeşlerin yükselmesi ile beraber sıranın Ürdün’e gelmesi de sürpriz olmaz.
Bölgede Müslüman Kardeşler’in yükselişi AKP’yi (ya da AK Parti’yi) heyecanlandırıp onun Beşar Esad’dan vazgeçmesini hızlandırabilir mi? Başbakan Erdoğan’ın şimdiye kadar Sünni çoğunluğa sahip Suriye Alevi azınlığın yönetimini açıkça sorun yaptığını hatırlamıyoruz. Şimdiye kadar muhtemelen, “şimdi önümüzdeki gerçek bu ve biz de bunu böyle kabul etmeliyiz” diye düşünülmüştür. Ama rejimin davranışları kabul edilemez olmaya devam eder ve alternatif Sünni unsurlar “doğru şeyleri yapar ve söylerse” AKP Hükümeti Beşar Esad’a verdiği desteği hemen değilse bile zaman içinde çekmeyi düşünmeye başlayabilir.
Türkiye’nin çıkarı Suriye’deki değişimin olabildiğince barışçı ve düzenli yollarla gerçekleşmesidir. Ancak normal şartlarda yıllara yayılabilecek ve belki de yayılması gereken değişim için artık böyle bir lüksün olmadığını düşünüyoruz. Yıkılan korku duvarını tekrar insan öldürerek inşa etmek yoluna gitme işaretleri görülmektedir. Bu ahlaki olarak yanlış olduğu gibi muhtemelen pratikte de sonuç vermeyecektir. Bu nedenle Ankara komşusunun içişlerine çok fazla karışıyor görüntüsü vermekten olabildiğince kaçınmalı ama aynı zamanda Şam’ı siyasi iktidarın belirlenmesini rekabete açan çok partili mekanizmalar için makul takvimler sunmaya ve bu arada gücü sorumlu ve kontrollü kullanmaya teşvik etmelidir. Hak ve demokratik reform isteyen sivil halka sürekli olarak ateş eden bir rejim ve lidere Ankara’nın sürekli olarak “maddi manevi destek vermesi” sadece ahlaki değil siyasi ve stratejik olarak da yanlış olur. Türkiye’nin Esad’a vediği destek sınırsız, şartsız ve karşılıksız olmamalıdır.
Ankara’nın Suriye rejimi ile arasına giderek daha fazla mesafe koymasının bazı risk ve sakıncaları da vardır. Böyle bir durum, şu anda Obama’nın S. Arabistan ile yaşadığına benzer bir şekilde, üçüncü aktörlere Ankara’nın “iyi gün dostu olduğu,” desteğine ve vaatlerine güvenilemeyeceği mesajı gönderebilir. Düşük bir ihtimal olmakla beraber, Türkiye’den umudu kesen Esad, Kürt kartını oynamaya çalışabilir. Türkiye’den istediği desteği göremeyen Esad giderek daha fazla İran’a bağımlı hale gelebilir.
Elbette Suriye’deki yeni düzenin nasıl olacağı kadar buna geçişin şekli ve süresi de önemli olacaktır. Ülkenin uzun süre siyasi, diplomatik, askeri ve diplomatik açıdan belirsizliğe girmesi Türkiye’nin bölgeye en önemli açılış kapısını kullanmasını zorlaştırabilir. Türkiye’nin güney komşusunun kaosa sürüklenmesinden ciddi zarar göreceği açıktır. Bu durumda Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik ticareti önemli derece ve sürede aksayabilir. Türkiye’nin Orta Doğu’nun geri kalanı ile fiziki bağlantısı zayıflayabilir veya K. Irak üzerinden gerçekleşmek zorunda kalabilir. Böyle bir durum Ankara’nın bölgenin genelindeki psikolojik nüfuzunu ve olayları etkileme yeteneğini de zedeleyebilir. Ülkede kaotik gelişmeler yaşanması halinde kuzeydeki Kürtlerin siyasi talep ve ihtiraslarının artması, bölgede pan-Kürdist dinamiklerin harekete geçmesi gibi gelişmeler beklenebilir. Ülkede siyasi ve güvenlik anlamında belirsizliğin oluşması sonrasında Türk yatırımları hakkında sıkıntılar yaşanabilir.
Türkiye’nin ikili ilişkide üstün olduğu, Şam’ın kendisine asimetrik bir bağımlılık duyduğu son dönemi ne denli Suriye’yi kendisine bağlayacak şekilde kullanabildiği ve aradaki tarihi sorunların çözümünü şüpheye ve tekrar açmaya izin vermeyecek bir şekilde sağlayıp sağlamadığı önümüzdeki dönemde daha iyi anlaşılacaktır. Suriye’de ortaya çıkan rejim de büyük ihtimalle Türkiye ile yakın ve sıcak ilişkiler yürütmek isteyecektir ama Sünni Arap devletleri ile daha yakın ilişkiler kuran bir Suriye’nin de Ankara’ya olan ihtiyacı azalabilir. Rejim değişikliği sonrasında oluşabilecek meşruiyet sorunu olmayacak bir yeni Suriye yönetimi Batı ve İsrail ile Türkiye’ye ihtiyaç duymadan direk ilişki içinde olabilir. Böyle bir Suriye ekonomik olarak ilgi kaynağı olursa, hemen değilse bile bir süre sonra kendini Türkiye’ye Beşar Esad’ın gösterdiği “hürmeti” göstermek zorunda hissetmeyebilir ve Hatay ve su gibi konularında daha talepkar olmayı seçebilir. Suriye’de rejim değişikliğinden sonra belirsizlik, kaos, aşırı İslamcı bir yönetim ya da Hatay ve su konularında daha talepkar bir milliyetçi rejim ortaya çıkarsa bu Ankara’nın Orta Doğu’ya yönelik politikalarını sekteye uğratabilir.
Şanlı Bahadır KOÇ
21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Başkan Yardımcısı
http://www.21yyte.org/tr/yazi6164-Turkiye_Besara_Ne_Demeli_Suriyede_52_Cuma_Reformsuz_Gecmez_.html