Türkiye son zamanlarda çok büyük değişimlere tanıklık etti. Adı tam olarak konulamayan açılım süreci, Öcalan’la yapılan görüşmeler, ‘’Barış Süreci’’ olarak adlandırılan gelişmeler, 21 Mart’ta Öcalan’ın mektubunun okunmasından bir gün sonra İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi sadece Türkiye’de değil Afro-Avrasya coğrafyasındaki büyük değişimin ve planın parçaları olarak gözükmekte.
Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimiyle başlayan süreç 19. Yüzyıldan itibaren ulus(al) devletlerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermişti. İstiklal Mücadelesi sonrası ulusal-devlet yapısı temelinde Türkiye Cumhuriyetinin şekillenmesi tabiydi çünkü o zamanın ruhu bunu gerektirmekteydi. Günümüzde ise küreselleşmeyle birlikte sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş süreci başladı. Bu süreçle birlikte küreselleşen sadece sermaye ve bilgi değil, sosyo-politik yapılar da olmaya başladı. Bu olguyla birlikte mikro milliyetçilikler ve etnisite ön plana çıkmaya başladı. Ortadoğu’da Kürt etnisitesinin ön plana çıkmaya başlaması ve Kürtlerin uluslaşma süreci yaşamaları da bunun göstergesi. Avrupa Birliği gibi ulus ötesi yapıların ulus-devlet yapısından çıkıp siyasal entegrasyon sağlamaya yönelik çabaları veya Rusya ile Çin’in başını çektiği bölgeselleşme girişimi olarak gözümüze çarpan Şangay İşbirliği Örgütü de küreselleşme ve yeni dünya düzeni karşısında uluslararası sistemin ve bölgesel güçlerin kendine yer bulma çabaları olarak gözümüze çarpmakta.
Dünya’daki bu büyük değişim sürecinde Türkiye’nin önüne iki seçenek bırakıldı. Ya üniter ve ulus-devlet yapısına, bazı sorunlara ve statükoya rağmen, bağlılık devam edilecek ve olabildiğince küreselleşmenin dışında kalınmaya çalışılacaktı ya da küreselleşme sürecinin içinde Türkiye kendine yer bulmaya çabalayacaktı.
Ak Parti iktidarıyla birlikte Türkiye dünyadaki değişim sürecinin içine hızlı bir şekilde müdahil oldu. Ortadoğu’daki ayaklanmalarda ve Suriye meselesinde Türkiye’nin radikal bir tutum izlemesi, Kürt meselesi konusunda riske girmesi bunun sadece birer göstergesi.
Türkiye adeta boyundan büyük sorunlarla uğraşır oldu. Bununla birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri gibi ulus devlet yapısını savunan kurumlar Türkiye’de tasfiye edilmeye ve muhalefet kaset süreçleriyle şekillendirilmeye başlandı. Başbakan Erdoğan’ın Suriye, Filistin konularını da artık Türkiye’nin iç gündemine ve söylemine taşıması, Bakan Davutoğlu’nun ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi demesi ve ulusalcılığın Türkiye’de bütün sorunların nedeniymiş düşüncesinin oluşması, Türkiye’nin ulus-devlet yapısından çıkmaya başladığını göstermekte. Bu noktada akla gelen ulus-devlet ve üniter yapının yerini neyin alacağı.
Başkanlık ve federal devlet tartışmaları, açılım süreci, Öcalan’la yapılan görüşmeler Türk adının Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar tartışmaya açılması Türkiye’de sistemin değişmekle kalmayıp bu ülkenin adının bile değişme ihtimalini de akla getirmekte. Başbakan’ın Türk, Kürt, Laz, Çerkez söylemi ve Türklüğü üst kimlik yerine bu etnik grupların bir parçası olarak ifade etmesi de Türkiye, Türk devleti olmaktan çıkıp çok uluslu bir yapıya dönüşecek mi sorusunu akla getiriyor.
Tabi burada önemli olan bütün bu gelişmelerin Türkiye’nin hayrına mı zararına mı olduğu. 2023 yılında İstanbul’un dünya başkenti olduğu, Erzurum’dan Bağdat’a kadar ekonomik bir hattın uzandığı ve Kuzey Irak ile Kuzey Suriye’nin katıldığı çok uluslu ve federatif yapıda, Ortadoğu’da söz sahibi ve küresel bir güç olan Anadolu Birleşik Devletleri mi bizi beklemekte? Yoksa içinden Kürdistan çıkartılan ve Türkiye’nin tasfiye edilip parçalandığı bir Türkiye mi bizi bekliyor?
Aslında bu sorunun cevabı sadece politikaya değil, hayata dair de bakışımızın yansıması. Bazı insanlar elimdekilerle yetinebilirim fazlasına ulaşmak için elimdekinden olmasam da olur düşüncesindedir. Bu insanlar riske girmez genelde yerinde sayar. Yani ‘’Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak’’ istemez. Bazıları ise riske girip elindekileri kaybetme pahasına oyunu büyük oynar. Bu insanlar kazanırsa bir dev olur, kaybederlerse de yok olup giderler. Türkiye bu riske çoktan girdi. Bu riskin sonunda 2023’te dünyada söz sahibi bir devlet olur muyuz yorumu size bırakıyorum.
Bu coğrafyaya Türkiye adını asırlar önce koyan Avrupalılardı. Peki Anadolu Birleşik Devletleri(ABD) olursak bu adı koyan ve bu sistemi uygulayan biz mi olacağız? Ya da Türkiye olarak mı kalmalıydık yoksa Anadolu Birleşik Devletleri mi olmalıyız?
Ümit Nazmi Hazır