Yıllarca AIDS, yolsuzluk, çatışma ve mülteci gibi üçüncü dünya ülkelerinin tipik sorunlarıyla anılan Afrika; artık günümüz tek kutuplu sistemin öngördüğü hiyerarşi ile reel ekonomi-politik hiyerarşi arasında dengeleyici unsurlardan biri haline gelmiştir. Öyle ki Soğuk Savaş dönemi sonlarına doğru gelindiğinde Sovyetler Birliği’nin iki kutuplu sistemin hem büyük güçlerinden olup hem de ekonomik yeterliliğe sahip olamaması Soğuk Savaş şartlarının ortadan kalkmasına neden olmuş, yeni oluşan tek kutuplu sistemde ekonomik iyileşmeyi yakalayan Avrupalı devletler ilerleyen yıllarda hiyerarşide üst sıralarda yerlerini alabilmeyi başarmışlardır. Soğuk Savaş dönemi sonrasında yaşanan siyasi ve ekonomik sıkıntılar nedeniyle Avrupa’nın iç sorunlarla boğuşması ve uluslaşma akımlarının ivme kazanmasıyla dekolonizasyon sürecine giren Afrika, şimdilerde içinde Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülkenin ortak potansiyel gözüyle baktığı bir konuma gelmiştir.
Yatırım alanlarının çok olması, enerji ve doğal kaynakların fazlalığı, insan kaynağı açısından elverişli olması ve en önemlisi de Avrupa pazarının artık doyuma ulaşmış olması “bakir coğrafya” Afrika’yı Türkiye nezdinde de cazibe merkezi haline getirmiştir. Özellikle Türkiye’nin Rusya’ya olan enerji bağlılığının %60 oranlarından indirilebilmesi için önemli bir ortak olabilecek olan Afrika’yla ilişkiler 1998 yılında “Afrikika’ya Açılım Eylem Planı” ile geliştirmeye başlanmıştır. Aslında tarihsel arka plana baktığımızda Türkiye’nin Afrika ile olan ilişkileri Osmanlı dönemine kadar gitmektedir. Özellikle Osmanlı’nın Kuzey Afrika’dan Büyük Sahra’nın derinliğinde kurduğu dini, kültürel ve ticari bağlar Afrika’nın sömürgeciler tarafından paylaşıldığı 19. yüzyılda anti-sömürgeci hareketlerin iç zeminini hazırlamıştır. Hatta İstiklal Savaşı’nın anti-sömürgeci yapısı, özellikle Müslüman topluluklarda ortak kader bilinci uyandırmış, sömürgeci devrimlerinin öncüsü olarak görülmüştür. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB’nin yaptığı baskı neticesinde Türkiye’nin klasik sömürge imparatorlukların içinde yer aldığı Batı Blok’una girmesi ikilem yaratmış, Türkiye’nin sömürgelerin bağımsızlık hareketlerine mesafeli durmasına neden olmuştur.
Soğuk Savaş şartlarının ortadan kalkmasıyla Türkiye’nin 1998 yılı ile başlayan Afrika ile ilişkileri geliştirme çalışmaları 2005 yılının “Afrika Yılı” ilan edilmesiyle hız kazandı. İlişkilerin yasal alt yapısının oluşturulmasına ve karşılıklı heyet ziyaretlerine önem verilmektedir. Öncelikler arasında TİKA’nın programına Afrika ülkelerinin de dahil edilmesi ve Diyanet işleri Başkanlığı’nın Batı Afrika’daki programları oldu. Güney Afrika ve Nijerya’yla sınırlı olan Türk büyükelçiliklerinin sayısı 15 yeni büyükelçilikle artırıldı.[i]
2008 yılı Ocak ayında Afrika, Türkiye’yi stratejik ortağı ilan etti. Sonrasında 8-21 Ağustos 2008 tarihlerinde İstanbul’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Afrika Birliği Başkanı, 50 ülke ve devlet başkanının ve 11 uluslararası ve bölgesel örgüt temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen Birinci Türkiye Afrika İş Birliği Zirvesi, on yıldır sürdürülmeye çalışılan Afrika’ya Açılım Eylem Planı’nın somut sonuçlarını almaya yönelik olması açısından önemlidir. Ancak medyanın daha çok Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad’ın gelişiyle ilgilenmesi neticesinde kamuoyu Türk diplomasisi açısından tarihi nitelik taşıyan bu buluşmayı gereğince takip edemedi.
Zirve sonunda kabul edilen “Ortak Bir Gelecek İçin İş Birliği ve Dayanışma” başlıklı İstanbul deklarasyonu ile “Türkiye-Afrika Ortaklığı İçin İş Birliği Çerçeve Belgesi” kabul edildi. Kabul edilen bu her iki belge de Türkiye’nin Afrika ile ilişkilerini sürdürülebilir kılması açısından bir rota belirlemiştir.[ii] Nitekim bu belgeler Türkiye ile kıta ülkeleri arasında hükümetler arası iş birliği, yatırım ve ticaret, tarım, kırsal kalkınma, su alanlarının kullanımı, küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ), sağlık, barış, güvenlik, altyapı, ulaşım, eğitim, kültür, turizm konularında iş birliğini öngörmekte ve kapsamlı çalışmaları içermektedir.[iii] Çerçeve Belgesi ile uygulama ve izleme mekanizması kuruldu. Türkiye-Afrika Zirvesi’nin her 5 yılda bir Türkiye’de ve Afrika’da dönüşümlü olarak düzenlenmesi kararlaştırılarak İkinci Türkiye-Afrika Zirvesi’nin 2013’de Afrika’da yapılması öngörüldü.[iv]
Zirve kapsamında 18-20 Ağustos 2008 tarihlerinde Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) tarafından düzenlenen Türkiye-Afrika İş Forumu neticesinde Türkiye-Afrika İş Forumu İstanbul Deklarasyonu’nu kabul edilerek Türkiye ile Afrika ülkeleri arasında yatırım ve ticareti geliştirici, teknoloji ve bilgi transferi konusunda teşvik edici anlaşmalar sağlandı.[v] Forum kapsamında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) ve Afrika Ticaret-Sanayi-Ziraat ve Meslek Odaları Birliği (UACCİAP) arasındaki iş birliğini kurumsallaştıran Türkiye-Afrika Odası’nın (TAC) kurulması da kararlaştırılmıştır.[vi]
Bunların yanında Afrika ülkelerinin en önemli sivil toplum kuruluşlarının da yer aldığı Türk-Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (TASAM) ev sahipliğinde gerçekleştirilen Türkiye-Afrika Sivil Toplum Kuruluşları Forumu’nda Türk Sivil Toplum Kuruluşları bir araya gelerek iş birliği alanlarını belirlemeye yönelik çalışmalar yapmışlar, 15 Ağustos’ta Türkiye-Afrika Sivil Toplum Kuruluşları İstanbul Deklarasyonu’nu kabul etmişlerdir.[vii] Bu deklarasyon çerçevesinde Türkiye-Afrika Sivil Toplum Kuruluşları’nın yapabileceği iş birliği alanlarının saptanması ve ortak eylem planlarının belirlenmesi öngörüldü. Ayrıca Türk-Afrika Sivil Toplum Kuruluşları Formu’nun Uluslararası Sivil Toplum Kuruluşları ve İş Birliği Platformu’na katılması amaçlanmıştır.
Yapılan Zirve ve kabul edilen deklarasyonlar neticesinde Türkiye–Afrika ilişkileri, Afrika ülkeleri bakımından AB ülkeleri ve Çin seviyesine çıkartılmıştır. Yeni dönemde Afrika ile ilişkilerini artırmaya çalışan Türkiye karşısında rakip olarak geleneksel Afrika sömürgeci güçlerinin yanında Hindistan, Çin, Brezilya ve Güney Kore gibi ülkelerle de karşılaşmaktadır. Ancak bu noktada Türkiye’nin Osmanlı münasebetiyle kazanmış olduğu tarihi, kültürel, dini avantajlar bulunmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin diğer rakip ülkelerden farklı olarak kazan-kazan anlayışıyla Afrika’ya yaklaşımı Afrika ülkeleri arasında Türkiye’ye olan güveni artırmakta, öncelikli tercihleri haline getirmektedir. Bu noktada Türkiye, her türlü mal satma karşılığında petrol, maden temin edebilmektedir. Türk firmalarının Afrika’da üstlendiği yatırım projeleriyle 20 milyar dolara yakın ticaret hacmi oluşmuştur. Ayrıca Türkiye’nin Afrika Kalkınma Bankası ve Afrika Kalkınma Fonu’na üyeliğinin de kabul edilmesi, Türk firmalarının bölgede etkinliğini artıracak bir etki yaratmıştır.
Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile olan ticari ilişkilerinin yanı sıra Afrika’nın karşı karşıya kaldığı AIDS, uyuşturucu, yolsuzluk, fakirlik, çatışma gibi olumsuzlukların bertaraf edilmesi açısından TİKA aracılığıyla gerçekleştirilen yardımlarda bulunulması ve güvenliğin sağlanması açısından BM misyonlarına katkılarının devam etmesi Türkiye-Afrika ilişkilerinin sosyal kulvarlarda da gelişmesini sağlamaktadır.Yapılan yardımların Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin 2009-2010 geçici üyeliğine seçilmesi, Afrika ülkelerinin oy desteği alınmasındaki önemi de yadsınamaz.
1998’de Afrika’ya Açılım Eylem Planı ile başlayan Türk-Afrika İlişkilerindeki pekiştirme adımları 14-17 Mart 2010 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün beraberinde bakanlar ve iş adamlarından oluşan heyetle gittiği Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Kamerun’u ziyaretleri sırasında Türkiye’nin hiçbir zaman tek taraflı kazanç gütmediğini, uzun vadeli iş birliği ve eşitliğe dayalı bir ortaklık amaçladıklarını belirtmesi ve bunun söz konusu ülkelerce takdir ile karşılanması, güven duygusunun artarak devam ettirilmesi ziyaretin en önemli kazanımlarından olmuştur.
Sonuç olarak, Türkiye giderek genişleyen etki alanlarına Afrika ile bir yenisini daha eklemiştir. Bu konuda atılacak adımlar Türkiye’nin dış politikada saygınlığını artıracağı gibi ticari açıdan da büyük oranda rant sağlayacaktır. Bakir bir coğrafyaya yapılan yatırımlar, doyuma ulaşmış Avrupa pazarının olumsuz etkilerini azaltmada şuan için görülen en rasyonel adımlardır. Hükümetler arası diyalogların ve ziyaretlerin sıklaştırılmasıyla söz konusu her ülke nezdinde pozitif sonuçları olan ilişkiler kurulabilecektir.
Halime GÜMÜŞ
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü 3.Sınıf
{jcomments on}
[i] TC Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sayfası
[ii] TC Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet sayfası, http://africa.mfa.gov.tr/bakan-zirvekonusmasi.
tr.mfa.
[iii] TC Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sayfası, “Türkiye- Afrika İlişkileri İstanbul Deklarasyonu”
[iv] TC Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sayfası, Türkiye-Afrika İşbirliği
[v] Türkiye-Afrika İş Forumu İstanbul Deklarasyonu, madde 3
[vi] Türkiye-Afrika İş Forumu İstanbul Deklarasyonu, madde 6
[vii] TASAM Ankara Temsilcisi Büyükelçi (E) Doç.Dr. Ali Engin OBA, “Türkiye-Afrika İlişkilerinde Yeni Bir Dönem Başlarken” Ekim 2008