Türkiye–AB İlişkilerine Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikaları Yönünden Bakış
ÖZET
Soğuk Savaş sonrası güvenlik istikrarsızlığının yaşandığı dönemde Avrupa Birliği ekonomik bütünleşmesini siyasal açıdan tamamlama yoluyla Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası oluşturmuştur. Uluslararası sistemde daha çok söz sahibi ve başat bir aktör olmak adına geliştirilen bu politika ABD ve NATO’dan bağımsız olarak geliştirilmek istenmiştir. Coğrafi bölgesinde siyasi, ekonomik ve güvenlik unsurları açısından önemli bir konuma sahip olan Türkiye, uzun yıllardır Avrupa Birliği’ne üye devlet statüsünde olmak için çalışmalar yapmaktadır. Bu bağlamda özellikle güvenlik politikalarıyla son dönemde odak noktası haline gelmiş olan Türkiye ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası kapsamında AB ile ilişkileri önemli bir unsurdur.
GİRİŞ
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünyada güvenlik konusunda bir istikrarsızlık ve tehdit algısı ortaya çıkmıştır. Soğuk Savaş döneminde güvenlik anlayışları değişmiş ve güvenlik ihtiyacını karşılamak amacıyla devletler bloklara yönelmiştir. Olası Sovyet tehdidine karşı caydırıcı nitelikte olması amacıyla ABD öncülüğünde NATO bir savunma örgütü olarak kurulmuştur ve Avrupa devletlerinin birçoğu güvenliklerini NATO ile koruma altına almaya çalışmıştır. Soğuk Savaş’ın bitimiyle beraber ABD’den bağımsız hareket etmek isteyen Avrupa Birliği bu yolda bazı adımlar atmıştır.
Kuruluş amacı gereği ekonomik nitelikli olan Avrupa Birliği, elli yılı aşkın olagelmiş bir yapının ardından güvenlik ve savunma politikalarını geliştirme ihtiyacı duymaya başladı. Bu bağlamda AB, ortak bir güvenlik ve savunma politikası geliştirerek siyasal bütünleşmeyi sağlamaya yönelik önemli adımlar atmıştır. Başlangıçta Avrupa Ekonomi Topluluğu (AET) adıyla bir birlik kuran Avrupa devletleri, daha sonra ekonomi alanının dışında da yapılanmalara gitmiştir. Zamanla, uluslararası ilişkilerin siyasal boyutunda da söz sahibi olmaya yönelmiştir. “Ekonomik dev”in “siyasal cüce”liği aşarak küresel bir güç olmaya çalıştığının en önemli göstergesi “Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP)” oluşturmasıdır.
Avrupa’ya özgü güvenlik yapılanmasında ilk olarak 1991 Maastricht Anlaşmalası ile Ortak Dış ve Güvenlik Politikası oluşturulmuştur. Ardından St. Malo görüşmeleri neticesinde Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na (AGSP) giden yol çizilmiştir. Köln ve Helsinki Zirveleri ile AGSP geliştirilerek kapsamı belirlenmiştir. 2009’da Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası(OGSP) adını almıştır.
AB kurumsal askeri mekanizmalarını oluşturma aşamasındayken Türkiye’nin AB’ye girme yolundaki adımları hızlanmıştır. AB ülkelerindeki siyasal partilerin ideolojik tercihlerine göre şekillenen Avrupa politikası Türkiye’nin üyelik sürecine yönelik bir eşitsizlik oluşmasına neden olmuştur. Bu eşitsizlik siyasi, etnik, ekonomik, ideolojik olarak Türkiye’nin çıkarlarını olumsuz yönde etkilemektedir. Ancak AB üyelerinin ortak bir dış politika üretmesindeki zorluklara bakıldığında Avrupa’da savunma ve güvenlik sorumluluklarını karşılamada ABD ve Türkiye önemli uygun seçeneklerdir. Tüm bunlara rağmen AB’nin OGSP oluşturma sürecinden Türkiye’yi dışlaması, Ege ve Kıbrıs gibi Yunanistan ile olan sorunları dayatarak yıllardır kapısında bekletmesi devam etti. Çalışmamızın amacı, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde AGSP ile ilgili politikalarını analiz ederek AB ile ilişkilerini bu politikalar yönünden ele almaktır. Çalışmamızın sonunda cevabına ulaşmak istediğimiz soru; Türkiye’nin güvenlik ve savunma politikalarının AB üyeliğine etkilerinin neler olduğudur. Bu amaçla ilk olarak OGSP’nin kuruluş sürecini tarihsel bir perspektifte ele alarak Türkiye-AB ilişkilerini anlamaya çalışacağız.
AVRUPA BİRLİĞİ’NDE GÜVENLİK YAPILANMASI
Soğuk Savaş Dönemi Avrupa
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’da siyasi anlamda bir kargaşa yaşanmaktaydı. Savaşın izleri silinmeye çalışılırken, aşırı milliyetçiliğin neden olduğu bu büyük yıkımdan kaçınmak amacıyla, Batı Avrupa devletlerinde bir beraberlik ilişkisi kurma anlayışı doğdu. Bu amaçla, Avrupa’da devletler arasındaki işbirliğini geliştirmek ve istikrarlı bir ortam yaratmak üzere, 17 Mart 1948’de Brüksel Anlaşması ile Brüksel Anlaşması Örgütü, diğer adıyla Batı Avrupa Birliği (BAB) kurulmuştur. Üye devletlerin ekonomik, sosyal, kültürel bağlılıkları vurgulamakla beraber, BAB esasen savunma örgütü olarak kurulmuştur.
Soğuk Savaş döneminde küresel güvenlik kavramına dayandırılan bir başka girişim ise 1975’te kurulan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’dır. Başlangıçta çalışmalarını bir seri konferanslar şeklinde sürdüren teşkilat, Doğu ve Batı arasında işbirliğine dayalı güvenlik, insan hakları ve ekonomi alanında yakınlaşma sağlamak amaçlı kurulmuştur. Türkiye’nin de dâhil olduğu 35 ülkenin katılımı ile başlangıçta Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı düzenlenmiş ve konferans sonucu kabul edilen Helsinki Nihai Senedi, Doğu Batı çekişmesinin ortadan kalkmasında önemli bir adım olarak nitelenebilir. Siyasi bağlayıcılığa sahip Helsinki Nihai Senedi, çeşitli askeri güven ve güvenlik artırıcı önlemler ile beraber ekonomik, bilimsel, teknolojik, çevresel ve insani konularda işbirliğini öngörmektedir.Soğuk Savaş Dönemi iki kutuplu dünya sisteminde BAB ve AGİT, Avrupa savunma örgütü olarak işlevli olamamış, Avrupa güvenliği sağlama görevini ABD’ye devretmiş ve NATO Avrupa’nın savunmasından sorumlu tek yapı olarak kalmıştır.
Soğuk Savaş Dönemi Sonrası Avrupa
Soğuk Savaş’ın sonuna doğru güvenlik manzaralarına bakıldığında doğudan gelen tehdidin ortadan kalkması ve NATO’nun Batı Avrupa’da varlığını sürdürmesi Avrupa güvenliği hakkında tartışmalara neden oldu. Soğuk Savaş’ın bitiminden sonra AB üye devletleri savunma konusunda çok farklı görüşlere sahipti. İngiltere’nin liderlik ettiği Atlantikçiler olarak isimlendirilen kesime göre savunma tamamen NATO’nun işiydi. Fransa’nın başını çektiği Avrupacılar için bunun yerine Avrupa bütünleşmesi, siyasal birlik projesine maruz kaldığı için ayrıca bir savunma bileşeni içermeliydi. Bir de bağlantısızlar olarak adlandırılan bir grup vardı ki; savunmayı NATO veya herhangi diğer bir uluslararası örgütün dışında ele alınması gereken, tamamen ulusal bir ayrıcalık olarak görmekteydiler.
1990’ların başında Avrupa güvenlik manzarası şizofren bir görünüme sahipti. Bir tarafta birlik, kendi savunma kabiliyeti olmaksızın siyasi bir varlık olarak uluslararası sahada ilk adımlarını atarken; diğer yanda NATO Avrupa’da esas güvenlik aracı olmaya devam etti. 90’lı yılların başında Doğu Bloğunun yıkılmasının ardından, Soğuk Savaş döneminde iki süper gücün arasında kalan Avrupa için artık önemli bir askeri tehdit kalmamıştır.[1] 90’lı yılların başında Doğu Bloğunun yıkılmasının ardından, Soğuk Savaş döneminde iki süper gücün arasında kalan Avrupa için artık önemli bir askeri tehdit kalmamıştır.[2] İki kutuplu dönemde uluslararası siyasal sistem tam anlamıyla siyasal sistem tam anlamıyla küresel bir nitelik kazanmış ve Avrupa merkezli bir nitelik olmaktan çıkmıştır.[3]
Ortak Dış ve Güvenlik Politikası
Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar geçen dönemde ekonomik anlamda bütünleşme hedefinde olan Avrupa Birliği, Soğuk Savaş’ın sonlanması ile siyasi bütünleşmeye giden politikalar izlemeye başlamıştır. Bu bağlamda ilk somut adım 1992 Maastricht Anlaşması ile atılmıştır. Siyasi bütünleşmeyi öngören bu antlaşmada AB’nin üç sütunundan biri olarak Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) benimsenmiştir. Bu anlaşma ile AB’nin gelecekte ortak bir savunmaya sahip olabileceği vurgulanmıştır.[4] Ortak bir güvenlik politikası çerçevesinde, anlaşmaya eklenen bir bildiri ile Soğuk Savaş döneminde NATO’nun gölgesinde kaldığı için BAB’ın, AB’nin savunma kanadına dönüştürülmesi öngörülmüştür. ODGP’nin esas amacı, AB’nin ortak değerlerinin, temel çıkarlarının, bağımsızlığının ve bütünlüğünün korunması ve birliğin her bakımdan güçlendirilmesidir. Ayrıca barışın korunması, uluslararası güvenliğin güçlendirilmesi ve uluslararası işbirliğinin artırılması da hedeflenmektedir.[5]
1992 yılında BAB üyesi ülkelerce BAB’ın temel yasası niteliğinde “Petersberg Bildirisi” yayınlanmıştır. Bu bildirge ile “Petersberg Görevleri” olarak adlandırılan BAB’ın üstleneceği görevler belirlenmiştir ki bunlar; insani yardım, kurtarma ve tahliye operasyonları, barışı koruma, muharip kuvvetlerin de kullanılabileceği kriz görevleridir.
Bosna Hersek ve Kosova krizleri AB ülkelerinin ABD’nin katkısı olmadan ve NATO şemsiyesinin dışında, Avrupa’daki krizlere tek başlarına müdahale edebilecek askeri yeteneklere ve siyasi iradeye henüz sahip olamadıklarını ortaya koymuştur. AB üyelerinin kendi bölgelerinde meydana gelen bu kriz karşısında yeterli bir varlık gösterememeleri ve bu konuda birleşememeleri karşısında, sorunun ABD önderliğinde NATO içinde çözülmesi gündeme getirilmiştir.[6] ABD liderliğinde NATO tarafından sorun çözümünü bekleyen bu yaklaşım, ODGP’ye olan güveni sarsmıştır.
Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği ve Politikası
AB’nin Maastricht Antlaşması’yla getirdiği düzenlemelerin etkin ve güçlü bir ODGP oluşturamadığı Balkanlardaki çatışmalarda açıkça görülmesiyle ODGP’nin askeri yönünü oluşturma çabalarına ağırlık verilmiştir. 1990’ların ilk yarısında Ortak Dış Güvenlik ve Politikası çerçevesinde AB’nin güvenlik kanadı haline dönüştürülecek olan BAB’ın, gerektiğinde NATO’nun kaynaklarını kullanacağı yeni bir yapılanma üzerinde durulmuştur.[7] NATO Avrupalı müttefiklerinin kendi güvenlikleri için sorumluluk almalarına teşvik etmiştir. 1994 NATO Brüksel Zirvesi’nde NATO’nun bütünüyle müdahil olmadığı operasyonlarda BAB’ın NATO varlık ve yeteneklerine güvenceli erişimi sağlanmıştır. NATO içinde Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği (AGSK) kavramı ile NATO ve BAB’ın birlikte oluşturdukları Birleşik Müşterek Görev Gücü(BMGG) kavramı getirilmiştir.[8]
Britanya ve Fransa hükümetlerinin, Avrupa’nın savunma yeteneklerini geliştirebilmesinin gerekliliğine yönelik yeni yaklaşımı doğrultusunda, Aralık 1998’de Britanya ve Fransa hükümetleri St.Malo Zirvesi’nde AB’nin savunma yönünü genişletme kararı alarak BAB’ın bağımsız bir kurum olarak varlığına son verip AB içerisine alma girişiminde bulunmuşlardır. 1999 AB Köln Zirvesi’nde Avrupa liderleri Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası(AGSP) nın ve AB içerisinde bir askeri gücün oluşturulmasını kararlaştırarak BAB ile AB’yi bütünleştirmişlerdir. Böylece BAB 2000 yılında feshedilmiş ve görevleri AB’ye devredilmiştir. Bu girişimlerle AB’nin NATO’ya gerek duymadan kendi kapasitesinin oluşturulması amaçlanmıştır.
AGSK bir NATO projesi olup, NATO içerisinde başlatılmıştır. AGSP ise kesin hatları ile AB çerçevesi ile sınırlandırılmış girişimlerin ifadesi olmaktadır. NATO çevreleri başlangıçta AGSP gibi bir oluşumun AGSK’nın önüne geçmesini doğal olarak arzu etmemişlerdir.[9] 2003 yılına kadar AGSP Temel Hedef kapsamında 60.000 kişilik bir kolordu kuvveti oluşturulması hedeflendi. Ancak ODGP çerçevesinde oluşturulacak bu yeni yapı içerisinde oluşturulacak “Avrupa Ordusu” Avrupalı karar verici siyasal iktidarların görüş birliğine varamaması ve Avrupa kamuoyunun bir Avrupa Ordusu noktasında gerekli finansman için gerekli olacak vergi artışına soğuk bakmasının yanında NATO’nun Avrupalı üyelerinin savunma harcamalarını önemli oranda kısması gibi nedenlerle gerçekleşmemiştir.
AB Konseyi’nin Haziran 2000’de yapılan Feira zirvesi bildirisinde AB üyesi olmayan NATO Müttefikleri ile AB üyeliğine aday ülkelerin AGSP sürecindeki konumu belirtilmiştir. Söz konusu ülkelerin yer aldığı AB ile gerekli diyaloğu ve işbirliğini sürdürecekleri bir politika uygulanması kararlaştırılmıştır. Kriz dönemlerinde AB’nin askeri operasyon düzenleme durumunda; eğer NATO’nun imkanları kullanılacaksa, AB üyesi olmayan NATO üyeleri, kendi isteklerine bağlı olarak bu operasyonlarda yer alabileceklerdir. AB’nin NATO imkanlarını kullanmadan kendi askeri gücüyle başlatacağı operasyonlara katılım ise, Konsey’in davetine bağlı olacaktır.[10] AGSP askeri ve sivil nitelikli kriz yönetimi ile özdeşleştirilebilir; zira ülke savunması, ulusal yönetimlere ve NATO üyeleri bakımından kolektif savunma, NATO’ya bırakılmıştır. Bir başka deyişle NATO, Avrupalılar tarafından Avrupa güvenlik yapısının temel taşı olarak kabul edilmektedir.[11] AGSP, AB’nin bölgesel güvenlikle sınırlı kalmayarak, küresel güvenliği de etkileme isteğinin bir görüntüsü olarak ortaya çıktığı söylenebilir.[12]
Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP)
Aralık 2007’de imzalanarak Kasım 2009’da yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması ile AB’nin kurumsal yapısında önemli değişiklikler öngörülmüştür. AB’ye tüzel bir kişilik kazandıran ve dış politikada etkinliğin artırılmasını amaçlayan Lizbon Anlaşması ile AGSP’nin adı Ortak Güvenlik ve Savunma Politikası (OGSP) olarak değiştirilmiştir. Mutabakatta AGSP/OGSP ile ilgili hükümler birlik anlaşmaları içerisinde verilerek hukuki bağlayıcılık kazandırılmıştır.
Şu bir gerçektir ki, AB çerçevesinde en az işbirliği sağlanan alan güvenlik ve savunma politikasıdır. Bunun önemli bir nedeni güvenlik ve savunmanın ulusal egemenlik kavramından gelmesidir. Ayrıca üye devletler farklı güvenlik ve savunma kapasitelerine sahiptirler. Bir başka neden, maliyet gibi konular nedeniyle devletlerin silahlı ordu konusuna farklı yaklaşmalarıdır.
Avrupa’da İzlenen Güvenlik Politikaları
AB güvenlik ve savunma yapılanmasında bölgesel değil, küresel bir aktör olmayı hedeflemektedir. Tehditlere karşı, ileri savunma hattının Avrupa dışında olması ve krizler çıkmadan önce tedbir alınması gerekmektedir. Çevresel güvenlik için Akdeniz’de Kafkasya’da ve Orta Doğu’da iyi yönetilen ülkeler zinciri kurulması istenmektedir.[13]
Balkanlardaki çatışmaların ardından istikrarı sağlamak amaçlı AGSP kapsamında Makedonya, Bosna Hersek ve Kosova’da çeşitli barış, polis, hukukun üstünlüğü misyonları üzerine operasyonlar gerçekleştirmiştir. AB Kafkasya, Orta Asya, İran, Afganistan, Kore yarımadası ülkelerindeki İslami militanlık, ülke içi reformlar, insan hakları, mülteci sorunu, uyuşturucu kaçakçılığı, nükleer yayılma gibi nedenlerden dolayı kriz bölgesi ilan etmiştir ve bu sorunlarla ilgili politikalar başlatmıştır.
TÜRKİYE’DE GÜVENLİK POLİTİKALARI
Stratejik açıdan büyük öneme haiz olan Türkiye mevcut konumu ile Soğuk Savaş sonrası tehdit risklerinin yoğunlaştığı Balkanlar, Kafkasya ve Orta Doğu üçgeninin merkezinde yer almaktadır. Küresel güç oluşumlarının menfaatlerinin kesiştiği noktada yer alan Türkiye’nin güvenlik politikaları bölgede önem arz etmektedir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler’in Türkiye’nin doğu sınırını ve boğazların statüsünü tekrar tartışmaya açmasıyla sınırlarına yönelik tehdit algılayan Türkiye yüzünü batıya dönmüştür. Türkiye Soğuk Savaş döneminde bütün planlarını muhtemel bir Sovyet saldırısına karşı NATO savunma anlayışına göre hazırlamıştır.[14] NATO üyeliği Batı ile temasa geçilmesini ve güvenliğinin temin edilmesiyle yalnız kalma ve toprak kaybetme korkusundan kurtulmasını sağlamıştır. NATO’nun yanında BAB’a üye olma girişimleriyle Türkiye Batılı müttefiklerinin kolektif savunma girişimlerine katkı sağlamıştır. Kore Savaşı ilk olmak üzere, birçok askeri ve sivil çok uluslu operasyonlara katılmış, dünya barışına katkıda bulunmayı amaçlamıştır. NATO anlaşması çerçevesinde batılı müttefiklerinin topraklarında kuvvet bulundurmasını kabul etmiştir.
Soğuk Savaş sonrasında, yalnız kalma ve toprak kaybetme korkusu yeniden Türkiye’nin temel güvenlik endişeleri arasında yer almıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve bölücü terörün tırmanışı gibi gelişmeler üzerine Türkiye’nin çevresindeki bölgelerde çatışma ve istikrarsızlık ortamı oluşmuştur. Böyle bir ortamda yarım asırdır Türkiye’nin savunma ve güvenlik politikasında dayanağı olan NATO, Türkiye için önemini korumuştur.
Türkiye’nin dış politikası, doğası itibari ile savunmaya yöneliktir ve ülkenin ulusal bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve hayati çıkarlarını korumak için düzenlenmiştir. Türk savunma politikasının temel esasları; her türlü uluslararası gerginliğin azaltılmasına, adil ve kalıcı bir barışın sağlanmasına azami katkıda bulunmak; bağımsızlığı, bütünlüğü ve cumhuriyeti korumak ve kollamak; krizleri ve çatışmayı önleyici tüm tedbirleri almak; kolektif savunma sistemlerinde aktif olarak yer almak ve kendisine verilecek sorumlulukları yerine getirmek; Avrupa Güvenlik yapılanmasının içinde yer almak ve Avrupa’da güvenlik ve istikrara katkıda bulunmaktır.[15] Türkiye’nin Milli Savunma Politikası bölgede barış ve güvenliğe katkıda bulunmak ve bunu geniş bölgelere yaymak, bölgede bir güç ve denge unsuru olmak, işbirliği, yakınlaşma ve olumlu ilişkiler geliştirmek için her türlü fırsatı kullanmayı hedeflemektedir.
Türkiye, askeri güç unsurları ile, gerek bölgesel gerekse küresel anlamda belirleyici bir üstünlüğe sahip durumdadır. Rakamsal bakımdan Türk ordusu AB içerisinde en büyük orduya sahiptir. NATO içerisinde ABD’den sonra sayısal olarak en büyük orduyu oluşturmaktadır.[16] Toplam güç ve sayı bakımından dünyada onuncu sırada yer alan TSK, Soğuk Savaş sonrası yeni güvenlik ortamına uyum sağlamak için modernizasyon ve yeniden yapılanma projeleri kapsamında üstün hareket yeteneği ve güçlü donanımsal silahlara sahiptir. Türkiye, yılda yaklaşık 12 milyar dolar savunma harcaması yapmaktadır.
Türkiye, terörle mücadele ve kitle imha silahlarının yayılmasını önleme anlaşmalarına taraf ve uluslararası örgütlerle işbirliği içerisindedir. BM ve AGİT kurucu ülke statüsünde yer alan Türkiye, iki örgüt içerisinde de aktif politika izlemektedir. BM Sudan, Irak-Kuveyt Askeri Gözlem Misyonu, Doğu Timor Destek Misyonu, Gürcistan Gözlemci Misyonu, Bosna Hersek Koruma Kuvveti operasyonlarına ve AGİT kapsamında gerçekleşen Kosova Denetim Misyonu, Gürcistan Sınır Gözlem Misyonu’na TSK’nın katkısı sağlanmıştır. Bu tür operasyonlarla devletlerarasında askeri işbirliğinin geliştirilmesi sağlanmıştır. TSK ayrıca AB’nin Makedonya’daki “Proxima” ve “Concordia” Bosna Hersek’teki Polis Misyonu operasyonlarına destek sağlamıştır. Türkiye’nin üye olduğu NATO, AGİT, BM ve üye olmadığı Avrupa Birliği’nin güvenlik ve savunma politikalarındaki aktif desteği, Türkiye’ye yönelik güven duygusunu kuvvetlendirmiştir. 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin yanında yer alan Türkiye, Afganistan’da Uluslararası Yardım Kuvveti’ne katılmıştır. Terörizmle mücadele çerçevesinde uluslararası platformda ön sıralarda yer almış, NATO’nun Akdeniz’de gerçekleştirdiği Aktif Çaba Operasyonu çerçevesinde etkin görevler üstlenmiştir.[17]
Coğrafi konumundan dolayı Balkanlar, Orta Asya, Orta Doğu ve Kafkaslar bölgelerindeki istikrarsızlıklar, Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmiştir. Bu istikrarsızlık ortamında ilk tehdit Irak’ın Kuveyt’i işgali ile yaşanmıştır. Türkiye’nin İkinci Körfez Savaşı esnasında izlediği politika, Orta Doğu ülkelerinde Türkiye’nin Avrupa ve ABD gibi güç peşinde olmadığı algılamasına yol açmış ve Türkiye’nin konumunu kuvvetlendirmiştir.[18]
Değişen uluslararası konjonktürde Türkiye, daha geniş bir güvenlik anlayışına sahip olmuştur. Orta ve Doğu Avrupa ile eski Sovyet coğrafyasında ortaya çıkan yeni bağımsız devletlerle işbirliği, Türkiye’nin NATO politikasında olduğu kadar genel dış politikasında da önemli yere sahip olmuştur. Bu çerçevede, Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi (KAİK) ve Barış İçin Ortaklık (BİO) programlarına dâhil olmasını desteklemiştir.[19]
Türkiye Kafkasya’da barış ve istikrarın sağlanması için önemli adımlar atmaktadır. Bölgedeki farklı ırk ve dini inanışlara sahip toplumların Türkiye ile coğrafi ve kültürel yakınlığı, bölgedeki sorunların çözülmesi konusunda Türkiye’ye bir ayrıcalık sağlamaktadır. Bölgedeki anlaşmazlıkların çözülmesi amacıyla AB ile Nobucco Doğal Gaz Boru Hattı Anlaşması imzalanmıştır. Azerbaycan ile Bakü-Ceyhan Boru Hattı projesi, Gürcistan ile askeri yardım ve işbirliği anlaşması ile bölgedeki etkinliğini artırmıştır. Türkiye Güney Kafkasya’daki istikrarsızlık durumuna çözüm arayışını fiile döken tek devlet olarak 2000 ve 2008 yıllarında olmak üzere iki kez bölgesel güven ve güvenlik artırıcı önlemler içeren anlaşmalar hazırlığına girmiştir.
Soğuk Savaş sonrası Yugoslavya’nın parçalanmasıyla ortaya çıkan etnik çatışmalar Balkanlarda istikrarsızlığa yol açmıştır. Kendini Balkanlarda barışın tesisi için önemli bir aktör olarak gören Türkiye, AGSP kapsamında gerçekleştirilen Makedonya, Bosna Hersek ve Kosova’daki operasyonlara aktif katılım sağlamıştır. Bu kapsamda 2007 yılında Türk nüfusunun yoğun olduğu Prizren’deki “Çok Uluslu Tugay” komutasını devralmıştır. Arnavutluk, Bulgaristan ve Makedonya ile İkili Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler anlaşmaları imzalamıştır .[20] Türkiye, Balkanlarda uzlaşma sağlanması amacıyla Güney Doğu Avrupa Çok Uluslu Barış Gücü ve Güney Doğu Avrupa Tugayının oluşturulmasında ön ayak olmuştur.
Ortak çıkarlar dolayısıyla Karadeniz ülkelerini bir araya getirmeyi amaçlayan Türkiye, sahildar ülkeler arasında bölgesel istikrarın, iyi ilişkiler ve karşılıklı anlayışın geliştirilmesini amaçlamıştır. Türkiye’nin bu kapsamdaki gayretlerinin önemli bir sonucu olarak Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü kurulmuştur. Karadeniz sahildarı ülkeler arasındaki karşılıklı güven ve dostane ilişkilerin güçlendirilmesi, ülke deniz kuvvetlerinin işbirliği sağlayarak bölgede barış ve istikrarın geliştirilmesi amacıyla Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu (BlackSeaFor) Türk Donanma Komutanlığı tarafından başlatılan bir başka önemli adımdır.
Türkiye yapıcı, sorumlu ve çevresine güven veren dış politikasını, uluslararası gelişmelerin giderek çok boyutlu bir nitelik kazanmakta olduğu dünyamızda, siyasi, ekonomik ve kültürel birikimlerini, ulusal çıkarları ve insanların ortak idealleri doğrultusunda seferber etmek suretiyle kararlılıkla yürütmeye devam etmektedir. Türkiye’nin barış ve güven ortamını, demokratikleşme ve ekonomik istikrarın korunmasını, sadece kendi halkı için değil, bölgenin güvenliği ve uluslararası güvenlik için olumlu katkılar sağlamaktadır.[21]
TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan itibaren çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma yolunda uluslararası platformdaki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Bu doğrultuda, insanlık tarihinin en büyük barış projesi olarak nitelendirilen Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 31 Temmuz 1959’da Topluluğa ortaklık başvurusunda bulunmuştur.[22]
AET Bakanlar Konseyi Türkiye’nin talebini olumlu karşılamış ve ortaklık şartlarını belirlemek amacıyla görüşmeler başlamıştır. Türkiye’nin AET’ye ortak üye olarak kabul eden ve ileride tam üyeliği öngören Ortaklık Anlaşması 12 Eylül 1963’te Ankara’da imzalanmıştır. Ankara Anlaşması olarak da bilinen bu anlaşma taraflar arası işbirliğini öngörmektedir. Anlaşma ile tam üyelik süreci hazırlık, geçiş ve son dönem olmak üzere üç aşamada düzenlenmiştir.[23]
Tam üyelik sürecinde Türkiye’nin demokrasisini güçlendirmeye yönelik reformları izlenmektedir. 3 Ekim 2005’te müzakerelere başlanmasından beri Türkiye’nin iç ve dış dinamikleri AB kapsamında değerlendirilmektedir. Tam üyeliğe geçişte iniş çıkışlar yaşayan Türkiye’nin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri Kıbrıs sorunudur. Türkiye’nin insan hakları, azınlık hakları, terörle mücadele kapsamındaki politikaları da AB Komisyonu’nca takip edilmektedir. İnsan hakları konusunda AB ile uyumun zayıflığı Kürt sorunundan kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda AB Kürt açılımını desteklemiş ve bu sürecin sürdürülebilir olması gerekliliğini vurgulamıştır.
Müzakereler kapsamında değerlendirilen fasıllardan sekizi Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi tarafından 11 Aralık 2006’da alınan karar çerçevesinde “Ek Protokolün tam olarak uygulanması şartına bağlı olarak” müzakerelere açılmamaktadır.
TÜRKİYE – AVRUPA BİRLİĞİ GÜVENLİK POLİTİKALARI İLİŞKİLERİ
Avrupa kıtasında toprağı olan ve bulunduğu konum itibariyle stratejik açıdan önemli bir bölgede yer alan Türkiye, Avrupa’nın güvenlik politikaları açısından son derece önemlidir. Üç kıta arasında merkezi bir konumda olması sebebiyle Türkiye, ekonomik ve kültürel açıdan merkezi devlet statüsüne yükselme potansiyeline sahiptir. Türkiye bölgesel ve küresel istikrara katkıda bulunarak AB’nin siyasi gücünü geliştirebilecek bir konumdadır. Toprak yakınlığı sebebiyle, izlenen güvenlik politikalarında ikili danışıklıkların ve işbirliğinin önemli olduğu Türkiye-AB ilişkilerinde, Türkiye AB’yi dış ve güvenlik politikalarında farklı fırsatlar sunabilecek kapasiteye sahiptir.
AGSP’nin oluşum sürecinde Avrupa güvenlik yapılanmasından dışlanan Türkiye, Avrupa güvenliğiyle ilgili kararların alınması sürecine doğrudan katılımının gerekliliği üzerinde durmuştur. Türkiye’ye göre bu politikalar ortak bir Avrupa savunma ve güvenlik çerçevesinde olmalıdır.[24] BAB içinde elde ettiği hakların korunmasını isteyen Türkiye, 2000’de BAB’ın lağvedilmesiyle AB üyesi olmayan NATO üyelerinin Avrupa güvenlik politikalarının karar alma sürecinden dışlanmasıyla endişe duymuştur. Buna karşılık NATO üyeliği sebebiyle, AB’nin NATO imkânlarıyla düzenleyeceği operasyonları veto hakkını gündemde tutarak tepki göstermiştir. Bu riski ortadan kaldırmak için ABD’nin arabuluculuğunda İngiltere ve Türkiye arasında 2 Aralık 2001 tarihinde Ankara Mutabakatı imzalanmıştır. Buna göre; AB coğrafi alan olarak Türkiye’nin yakınında yapacağı bir operasyonda Türkiye’yi karar mekanizmasına dahil edecek ve Türk-Yunan uyuşmazlıklarında AB güçleri görev almayacaktır. Buna karşılık AB’nin NATO imkanlarını kullanabilmesi için Türkiye her defasında oylama istemeyecek, yani veto kullanmayacaktır.
Dış politika alanında AB ile yakın temas içinde bulunmaya gayret eden Türkiye, OGSP çerçevesinde yürütülen pek çok insani ve askeri faaliyetlere de katkıda bulunmuştur. OGSP’ye sadece AB’ye aday olması nedeniyle değil, bölgesel ve uluslararası barış ve istikrara katma değeri olacak her girişimi desteklemek yönündeki genel yaklaşımı çerçevesinde ve çok yönlü dış politikasının gereği olarak katkıda bulunmaya devam etmektedir. Türkiye bu desteğini, sözlü beyanların ötesinde AB’nin savunma ve güvenlik alanındaki faaliyetlerine, misyon ve harekatlarına kapsamlı katkıda bulunmak suretiyle fiiliyata da yansıtmıştır.[25]
Türkiye Bosna Hersek, Kosova, Makedonya’daki AB kriz yönetimi operasyonlarına aktif destek sağlamıştır. 2003’te Bosna Hersek’teki BM Uluslararası Polis Görev Gücü’nden AGSP kapsamında devralınan Bosna Hersek AB Polis Misyonu operasyonuna 14 polis ve 2 sivil ile, AB ülkesi olmayan ülkeler arasında en fazla destek sağlayan ülke olmuştur. NATO’dan 2003 yılında devralınan Makedonya’daki Concordia Operasyonu’na 10 kişilik ekip ile destek sağlamıştır. Ayrıca OGSP kapsamında Bosna-Hersek EUFOR-ALTHEA harekâtına Avusturya’dan sonra en çok katkı yapan ülkedir.
Türkiye’nin katkı sağladığı operasyonlar devletlerarasındaki askeri işbirliğine katkı sağlamış ve Türkiye’nin AB güvenliğine önem verdiğini göstermiştir. AB açısından, Türkiye’den gelen bu katkılar Türkiye’ye yönelik güven kaynağı oluşmasına neden olmuştur.
Askeri anlamda AB’nin güvenlik ve savunma yapılanması yetersizdir ve bu bağlamda NATO’ya bağımlılığını korumaktadır. Bu kapsamda AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu eski üyesi Günter Verheugen, “AB, güçlü bir ordu kurmak zorundadır. AB’nin küresel misyonunu yürütebilmesi buna bağlıdır. Çünkü yapılması gerekenleri artık diplomatlar değil, ordular yapacaklardır ve AB’de yarın, “Avrupa Birleşik Devletleri” olarak bir süper güç olacak ise askeri gücünü de ekonomik gücünün düzeyine çıkarmak zorundadır.”[26] sözleriyle AB’nin küresel bir güç olabilmesi için etkin bir Avrupa Ordusu ihtiyacını vurgulamıştır. Avrupa’daki sayı bakımından en fazla kapasitede olan orduya sahip Türkiye, birliğe alınması durumunda AB’nin kendi Avrupa Ordusu oluşturmadaki yetersizliğini aşmasında önemli rol oynayacaktır. Zira TSK iyi eğitimli, profesyonel, kendini sürekli olarak yenileyen, etkin ve geniş kabiliyetlere sahiptir ve bölgede ciddi bir caydırıcı güç olarak görülmektedir. Petersberg tipi operasyonlara katılmaya istekli olan Türkiye, Kuzey Irak’ta, Afganistan’da Bosna’da kazandığı tecrübeleriyle AB’nin askeri gücünü artıracaktır.[27] Türkiye’nin tam üyeliğinin stratejik açıdan AB’ye küresel aktör olabilme, bölgesel tehditlere daha etkin bir şekilde karşı koyabilme, Türkiye’yi tehdit bölgelerine karşı üs olarak kullanabilme, askeri gücünü artırma gibi birçok açıdan yararı olacaktır. Böylesi imkan ve kabiliyete sahip Türkiye’yi üyeliğin dışında tutmak Avrupa’nın askeri açıdan eksiklerini gidermesinde daha çok uğraş vermesi demektir.
AB ile Türkiye’nin ilişkileri bölgesel politikalar kapsamında incelendiğinde politika yapılan bölgelerin konum itibariyle aynı bölgeler olduğu görülür. Çevresinde istikrarı sağlamaya yönelik AB; Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu bölgeleriyle enerji, güvenlik, ticaret, işbirliği anlaşmaları yaparak ikili ilişkilerini güçlendirme ve istikrarı sürdürme politikası yürütmektedir. Türkiye, jeo-stratejik konumu ve Avrupa’nın bölgesel istikrarı için vazgeçilmezdir. Türkiye’nin üyeliği ile OGSP’ye aktif katılımı AB’nin İyi Komşuluk Politikalarının inandırıcılığı ve etkinliğini destekleyecektir.
Türkiye’nin AB üyeliği ODGP için potansiyel sorunlar yaratabilir. Ancak, aynı zamanda üyelik Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar, İran, Irak ve Orta Asya gibi sorunlu bölgelerle yakın bağları AB’nin bu bölgelerdeki etki ve rolünü güçlendirmesi açısından değerlidir. Türkiye birçok komşularına göre – Yunanistan da dâhil- eskiden olduğundan çok daha iyi duruma gitmektedir. Bu gelişme Türkiye’yi AB politikaları ile çok yakın hizaya getirmiştir. Örneğin İran konusunda Türkiye, Tahran’ın nükleer silah geliştirmekten vazgeçmesiyle ilgili Amerika ve Avrupa’nın görüşlerini paylaşmaktadır.[28] Orta Doğu’da istikrarlı ve güvenli bir ortam oluşması için çaba sarf eden ve ikili işbirliği anlaşmalarıyla bu politikaların devamlılığını sağlamaktadır.
AB’nin çok önem verdiği bölgesel sorunlardan olan Yunan-Türk, Ermeni-Azeri ve Filistin-İsrail anlaşmazlıklarını çözmede Türkiye’nin katkısı önemlidir. Zira Türkiye sorunlardan birine taraf iken, diğer ikisinin taraflarına yakındır. Bu anlaşmazlıkların giderilmesinde önemli rol oynayan Türkiye, bölgesel istikrara katkı sağlayabilmek amacıyla Yunanistan ile iyi ilişkiler geliştirme yoluna gitmiştir. Her iki ülke de, aralarındaki ortak çıkarların farklılıklardan daha fazla olduğunu keşfetmişler ve aralarındaki sorunları tehdit yoluyla değil de, diplomatik yöntemlerle çözmenin daha avantajlı olacağının farkına varmışlardır.[29]
Türkiye, Arap dünyası ile İKÖ gibi platformlar yoluyla iyi ilişkiler içerisinde olup BM ve diğer uluslararası sahada Filistinlileri desteklemiştir. İsrail ile birçok güvenlik ve ticari anlaşmaları bulunan Türkiye, İsrail-Arap anlaşmazlığında 1990’lardan beri AB gibi sorunun çözüme kavuşmasını sağlamaya çalışmaktadır. Ermenistan ile normalleşme sürecinde iyi ilişkiler kurma yolunda Türkiye’nin Azerbaycan ile tarihi ve kültürel yakınlıklarından kaynaklanan ilişkisi, Türkiye’yi Ermeni-Azeri meselesinin tarafı yapmaktadır ve AB’nin bu kapsamdaki politikalarında göz önüne alınması gereken ülke konumundadır.
Bosna ve Kosova’da barış koruma operasyonlarına katılan Türkiye, Balkanlarda Avrupa Birliği ile aynı hizada politikalar izlemektedir. Türkiye, Batı Balkanlarda uyguladığı politikalarda olumlu ve yapıcı bir rol oynamıştır. Balkanlardaki bölgesel istikrara katkı sağlamak için tarihsel ve kültürel bağlarını ikili işbirliği anlaşmalarıyla kuvvetlendiren Türkiye, bu kapsamda AB’ye destek sağlayabilecek önemli konumdaki devletlerin başında gelmektedir ve AB’ye üyelik durumunda OGSP’ye katkısı büyük olacaktır.
Türkiye’nin üyeliği ile birlikte, AB’nin yeni sınırları Suriye, İran, Irak ve Güney Kafkasya ülkelerine ulaşmış olacaktır. Bu da, birliğin Güney ve Güney Doğu’daki komşularına daha çok odaklanmasında katkıda bulunacaktır ki bu AB’nin gelişmekte olan güvenlik stratejisiyle uyumludur.[30] Türkiye’nin Avrasya ana kıtasında sahip olduğu merkezi jeopolitik konum, Türkiye’yi küresel dengeler içinde özel bir konuma sahip kılmaktadır. Akdeniz Havzası’nın güneyi ve Orta Doğu’yla ilişkisini etkin bir şekle sokmak konusunda ciddi zorluklarla karşı karşıya olan AB, bu zorluklarla başa çıkmada Türkiye gibi bir yardımcıya ihtiyaç duyacaktır.[31] Türkiye’nin 2015 Temmuz ayında IŞİD’e yönelik başlattığı operasyonlar AB ülkeleri ve AB Komisyonu’nca destek görmüştür. Orta Doğu’da Arap Baharı ile gelen istikrarsızlığı önlemenin Türkiye’nin içerisinde yer almadığı bir koşulda gerçekleşmesi oldukça zordur.
Hem Karadeniz işbirliği kapsamında kurumsal anlamda, hem de Hazar ve Orta Doğu’daki tedarikçiler ile Batı Avrupa’daki tüketiciler arasında enerji arzı hattı olarak bölgesel işbirliğinin merkezi durumunda olan Türkiye, dünyanın enerji açısından en zengin bölgelerine sınırdaş olması nedeniyle, AB’nin enerji arzının güvenliği konusunda önemli roller üstlenecektir. Türkiye’nin katılımı, AB’nin olası tedarik kanallarını çeşitlendirerek, hem Rusya ve Ortadoğu hem Hazar çevresindeki ülkelerden alternatif ihraç güzergahları sunacaktır. Boğazlar ve Kuzey Irak-Ceyhan boru hattına ek olarak, Bakü-Ceyhan boru hattının tamamlanmasıyla birlikte Türkiye, önemli bir petrol transit ülkesi konumuna gelmektedir. Böylece, Rusya’nın tekelci piyasa davranışları göstererek fırsatları istismar etmeye eğilimli tek bir ana tedarikçiye ticari anlamda bağımlılığın getirdiği riskleri ortadan kaldıracaktır. Türkiye’nin AB içine alınmasıyla tamamen güvenli bir geçiş bölgesi oluşturması yoluyla kendi enerji tedariklerinin güvenliğini artıracaktır.
AB ODGP Yüksek Komiseri Javier Solana tarafından açıklanan AGS, AB’nin Avrupa kıtası dışında kendisine yakın petrol ve doğal gaz bakımından zengin olan Türkiye’nin üyelik istekliliğini açıkça ortaya koymaktadır. 2004 yılında yayınlanan AB Komisyon Raporu’nda; Balkanlar, Orta Asya, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz toprakları, Asya ile kara ve hava ulaşımı, Rusya ve Ukrayna ile deniz ulaşımı için transit bir konumda bulunan Türkiye’nin stratejik önemi vurgulanmıştır. Raporda Tükiye’nin üyeliğinin AB açısından gerekliliği şöyle açıklanmıştır:
“Ekonomi ve nüfus açısından Türkiye önemli bir aktördür. AB üyesi olarak nüfus açısından en büyük üye devlet olacaktır. İşleyen bir demokrasiye sahip laik bir Müslüman ülke olarak bölgede bir istikrar unsurudur. Batı ittifakıyla olan bütünleşmesi ve birçok ekonomik ve bölgesel kuruluşa üyeliği vasıtasıyla, Avrupa’nın ve komşu ülkelerin güvenliğine katkı sağlayacaktır. AB üyesi Türkiye güçlü tarihsel, kültürel ve ekonomik bağlarını kullanarak Orta Asya’nın istikrar kazanmasında yardımcı olabilir, demokratik değerlerin gelişmesini teşvik edebilir. AB’nin güvenlik çıkarları; enerji, ulaşım ve sınır yönetimini kapsamaktadır. Türkiye dünyanın enerji açısından en zengin bölgelerine sınırdaş olması nedeniyle, genişlemiş AB’nin enerji arzının güvenliği konusunda önemli bir işleve sahip olabilecektir.’’ [32]
İlerleme Raporlarında Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası Faslı
Türkiye’nin üyelik sürecinde açılan fasıllardan biri de Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası fasılıdır. Türkiye ve AB arasındaki siyasi diyaloğun güvenlik ve savunma siyasaları kapsamında değerlendirilmesi her yıl yayınlanan ilerleme raporlarında verilmektedir. Raporda Kuzey Afrika, Afrika Boynuzu, Orta Doğu ve Körfez’deki gelişmeler, Orta Doğu Barış Süreci, Afganistan, Pakistan, Rusya, Ukrayna, Güney Kafkasya ile Orta Asya’daki gelişmeler, terörle mücadele, “yabancı savaşçılar” ve silahsızlanma konuları dâhil olmak üzere, her iki tarafı da ilgilendiren uluslararası konularda Türkiye-AB ilişkileri ele alınmaktadır.
2011 İlerleme Raporu’nda Orta Doğu barış süreci, Batı Balkanlar, Afganistan/Pakistan, Güney Kafkasya ve Kuzey Afrika ile Orta Doğu’daki gelişmeler de dâhil olmak üzere, her iki tarafı da ilgilendiren uluslararası konularda düzenli siyasi diyalog geliştirildiği belirtilmiştir. Türkiye’nin komşusu olduğu geniş coğrafyada daha etkin hale gelmesiyle her iki tarafı da ilgilendiren konularda Türkiye ile diyaloğu yoğunlaştırmak amacıyla istişareler başlatıldığı bildirilmiştir. Raporda Türkiye’nin Bölgesel Kürt Yönetimi, Irak gibi komşu ülkelerle ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik çabası, Rusya ile güçlenen ilişkilerine yer verilmiş; İsrail ile ilişkilerin 2010 yılındaki Gazze filosu olayından beri daha da kötüleştiği belirtilmiştir. Libya, Pakistan gibi ülkelere insani yardımları ve ODGP ile uyumu vurgulanmıştır. Türkiye’nin AB’nin İran, Libya veya Suriye’ye yönelik kısıtlayıcı önlemlerine katılmaması ve Berlin+ kapsamında AB üyesi devletleri kapsayacak AB-NATO işbirliği meselesinin çözümüne destek vermemesi konusunda AB’den ayrıldığı bildirilmiştir.
2012 İlerleme Raporu’nda Türkiye’nin üyelik sürecinde dış, güvenlik ve savunma politikasındaki hazırlıkları ileri düzeyde bulunmuştur. ODGP kapsamında gerçekleştirilen operasyonlara davet üzerine katılımın %53’te kalması az bulunmakla beraber Türkiye’nin çevre ülkelerle geliştirdiği iyi ilişkiler ve uluslararası örgülerdeki aktifliği takdir edilmiştir. AB ile dış ve güvenlik politikası konusundaki siyasi diyaloğun yoğunlaştığı belirtilmiştir.
2013 İlerleme Raporu ilgili faslında Türkiye’nin diplomatik etkisi ve ikili ilişkilerini geliştirdiği vurgulanmıştır. Suriye rejiminin sivillere yönelik şiddetini kınaması, muhalifleri desteklemesi ve hayati insani yardım sağlaması desteklenmiştir. Genel olarak, dış, güvenlik ve savunma politikası alanındaki hazırlıklar nispeten ileri düzeyde bulunmuş, ancak ODGP deklarasyonlarına katılımın artırılması gerekliliği belirtilmiştir.
2014 İlerleme Raporu’nda Dış, Güvenlik ve Savunma Politikası faslı başlığında Türkiye ile AB arasındaki düzenli siyasi diyaloğun genişleyerek yoğunlaştığının yanı sıra OGSP alanında daha yakın işbirliğinin Batı Balkanlar ve Asya Pasifik konularında gerçekleştiği belirtilmiştir. AB deklarasyonları ve Konsey kararlarına katılımın azaldığı ve artması gerektiğini bildiren raporda Suriye konusunda sergilenen tutumun önemi tekrardan belirtilmiştir. Türkiye’nin bu fasıldaki hazırlıkları ileri düzeyde bulunmuştur.
SONUÇ
Soğuk Savaş’tan sonra Avrupa’da değişen güvenlik konsepti, AB’yi ekonomik gelişmeyle beraber siyasi bütünleşme yolunda politika yapma yoluna itmiştir. Değişen güvenlik tehditleri ve Avrupa’nın siyasi durumuna karşın, AB içerisinde farklı yapılar oluşturulmaya başlamıştır. 1992’de Maastricht anlaşması ile kurulan ODGP AB’nin bu alandaki eksikliklerini kapatmak üzere oluşturulmuştur. Balkanlardaki çatışmalar sonrasında siyasal aktör olmada önemli adımlar atan AB’nin uluslararası platformda ne kadar geride kaldığını görmesinin ardından, AGSK ile NATO’nun içinde ancak karar mekanizmasında ABD’ye bağımlı olmayan bir yapı oluşturulmuştur. Daha sonrasında NATO’dan bağımsız bir yapı haline gelen AGSK, kimlik yerine “politika” olarak adlandırılmış ve 2009 yılında Lizbon Anlaşması ile OGSP adını almıştır.
Türkiye, Soğuk Savaş yıllarında Avrupa’daki barış ve istikrarın korunmasına katkıda bulunan Avrupalı bir müttefik olarak, AB içerisindeki bu yapılanmayı desteklemiştir. Türkiye’nin OGSP’ye desteği sadece AB’ye aday olması nedeniyle değil, bölgesel ve uluslararası barış ve istikrara katkı sağlamak yönünde önemli yerinden dolayıdır. Türkiye çok yönlü dış politikasının gereği olarak OGSP’nin gelişimine katkıda bulunmaktadır. AGSP ve OGSP operasyonlarına sağladığı askeri ve sivil destekler, uluslararası platformlarda barış ve istikrarı sürdürmeye yönelik girişimleri, bölgesinde sahip olduğu stratejik konum ve geliştirdiği ikili ilişkiler nedeniyle, AB güvenliği açısından son derece büyük öneme sahiptir. Yalnızca OGSP değil, BM, NATO ve AGİT gibi önemli güvenlik örgütlerine sağladığı katkılar göz önüne alındığında, Türkiye yalnızca AB’ye değil, dünyaya güven vermiş bir ülkedir. AB’nin güvenlik politikalarında önemli yer tutan terörizm, kitle imha silahlarının yayılması, bölgesel çatışmalar gibi birçok sorunların çözülmesinde AB politikalarını desteklemiştir ve bu politikaların çözülmesinde stratejik önemi açısından kilit rol oynamaktadır.
AB’nin güvenlik boyutuna pek çok açıdan katkı sağlayacak bir devlet olan Türkiye, AB’nin sert güç oluşturmadaki etkisizliğini giderebilecek önemli askeri avantajlara sahiptir. Demokrasinin geliştirilerek yayılmasında, istikrarın sağlanmasında kilit role sahiptir. AB’nin küresel bir role bürünmesinde Türkiye gibi bir cephe ülkesini üyeliğe alması önemlidir. Zira büyük güç olmak, çatışma alanları veya çıkar alanlarına komşu olmak demektir ki, Türkiye bulunduğu jeopolitik konum itibariyle buna sahiptir.
Çalışmamız “Türkiye’nin güvenlik ve savunma politikalarının Türkiye’nin AB üyeliğinin uzatılmasına ne gibi etkileri vardır?” sorusu üzerine şekillenmiştir. Görüyoruz ki; Türkiye AB’nin güvenlik ve savunma yapılanmalarını desteklemiş ve AB’ye katkı sağlamış bir ülkedir. Türkiye’nin üyelik sürecinin tamamlanması durumunda OGSP’ye katkıları artacaktır. AB’nin küresel güç olmasında ve tüm dünya için istikrar faktör olmasında rol oynayacak Türkiye’nin üyelik sürecinin uzatılması, izlediği politikalardan değildir. Zira Türkiye, AB’nin siyasi gücünün geliştirilerek dış politika ve güvenlik alanlarında AB’ye yeni imkanlar sağlayabilecek bir ülkedir.
ESRA DEMİRKAYA
TUİÇ STAJYERİ
Kaynakça
[1] GNESOTTO, Nicole(Ed.), “AB Güvenlik ve Savunma Politikası İlk Beş Yıl”, İstanbul: Tasam Yayınları, 2005, s. 40
[2]MORİN, Edgar, “Avrupa’yı Düşünmek”, çev. Şirin Tekeli, Afa Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1995.
[3] SÖNMEZOĞLU, Faruk, “Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi”, 2. Baskı, İstanbul: Filiz Kitabevi, 1995, s. 566
[4] ÇOMAK, Hasret, “Avrupa’da Yeni Güvenlik Anlayışları ve Türkiye”, İstanbul: Tasam Yayınları, 2005, s.39
[5] ÇAYHAN, B. Esra, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye”, Akdeniz İİBF Dergisi, Cilt:2, Sayı:3, 2002, s.46
[6] ÇOMAK, Hasret, “Avrupa’da Yeni Güvenlik Anlayışları ve Türkiye”, İstanbul: Tasam Yayınları, 2005
[7] DEMİR, Şeyhmus, “Bir Askeri Güç Olarak AB; İmkanlar ve Sorunlar”, E-akademi Dergisi, Sayı: 71, Ocak 2007, prg. 16
[8] EFE, Haydar, “Avrupa’nın Gelişen ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ ve Türkiye”, Gazi üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt:9, Sayı:3, 2007, s.131
[9] ÇOMAK, Hasret, “Avrupa’da Yeni Güvenlik Anlayışları ve Türkiye”, İstanbul: Tasam Yayınları, 2005, s.56
[10] ÇAYHAN, B. Esra, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye”, Akdeniz İİBF Dergisi, Cilt:2, Sayı:3, 2002, s. 50
[11] TAN, Özlem, “Avrupa Birliği ve Türkiye Güvenlik ve Savunma İlişkileri”, Balkan Journal of Social Sciences, Cilt 2, Sayı 4, Temmuz 2013, s.4
[12] TAN, Özlem, “Avrupa Birliği ve Türkiye Güvenlik ve Savunma İlişkileri”, Balkan Journal of Social Sciences, Cilt 2, Sayı 4, Temmuz 2013,s. 5
[13] AĞCA, Fehmi, “AB’nin Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye’nin Konumu”, İstanbul:Papatya Yayıncılık, 2010, s.192
[14] ÖZDAL, Barış, “Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkilerinde Güvenlik Politikaları”, 2015, <https://www.tuicakademi.org/index.php/roportaj-ve-soylesiler/4814-doc-dr-baris-ozdal-ile–avrupa-birligi-ve-turkiye-iliskilerinde-guvenlik-politikalari>
[15] ÇOMAK, Hasret, “Avrupa’da Yeni Güvenlik Anlayışları ve Türkiye”, İstanbul: Tasam Yayınları, 2005, s. 81
[16] AĞCA, Fehmi, “AB’nin Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye’nin Konumu”, İstanbul:Papatya Yayıncılık, 2010, s. 205
[17] HÜRSOY, Siret, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası Kıskacında TürkiyeAvrupa Birliği İlişkileri”, Journal of Security Strategies, İssue: 01/2005, s. 42
[18] AĞCA, Fehmi, “AB’nin Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye’nin Konumu”, İstanbul:Papatya Yayıncılık, 2010,s. 209
[19]İNAN Yüksel ve YUSUF İslam, “Partnership for Peace”, Perceptions, Vol:4, N.2, June 1999
[20] HÜRSOY, Siret, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası Kıskacında TürkiyeAvrupa Birliği İlişkileri”, Journal of Security Strategies, İssue: 01/2005, s. 41
[21]Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Resmi Web Sitesi. <http://www.mfa.gov.tr/genel-gorunum.tr.mfa>
[22]Türkiye Cumhuriyeti AB Bakanlığı Resmi Web Sitesi :
<http://www.ab.gov.tr/index.php?p=111&l=1>
[23]AĞCA, Fehmi, “AB’nin Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye’nin Konumu”, İstanbul:Papatya Yayıncılık, 2010,s. 223
[24]AĞCA, Fehmi, “AB’nin Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye’nin Konumu”, İstanbul:Papatya Yayıncılık, 2010,s.239
[25]Dış İşleri Bakanlığı Resmi Web Sitesi. http://www.mfa.gov.tr/turkiye-ab-iliskileri.tr.mfa
[26] EFE, Haydar, “Avrupa’nın Gelişen ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ ve Türkiye”, Gazi üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt:9, Sayı:3, 200, s. 142
[27] EFE, Haydar, “Avrupa’nın Gelişen ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ ve Türkiye”, Gazi üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt:9, Sayı:3, 2007, s. 141
[28] GRANT, Charles, “ Turkey Offers EU More Punch”, European Voice, 1 Eylül 2005
[29] HÜRSOY, Siret, “Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası Kıskacında TürkiyeAvrupa Birliği İlişkileri”, Journal of Security Strategies, İssue: 01/2005,s. 43
[30] TAN, Özlem, “Avrupa Birliği ve Türkiye Güvenlik ve Savunma İlişkileri”, Balkan Journal of Social Sciences, Cilt 2, Sayı 4, Temmuz 2013,s. 10
[31] EFE, Haydar, “Avrupa’nın Gelişen ‘Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’ ve Türkiye”, Gazi üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt:9, Sayı:3, 2007, s. 139
[32 ]AĞCA, Fehmi, “AB’nin Güvenlik ve Savunma Politikası ve Türkiye’nin Konumu”, İstanbul:Papatya Yayıncılık, 2010,s. 241