Genişleme Stratejisi ve Başlıca Zorluklar 2010-2011
Komisyon tarafından Konsey’e ve Avrupa Parlamentosu’na sunulan, genişleme stratejisi ve başlıca zorluklarını içeren 2010 Türkiye İlerleme Raporu 9 Kasım 2010 tarihinde yayınlandı. Bu rapor ile birlikte Türkiye 1998 yılından itibaren düzenli olarak her yıl aldığı raporlara beraberinde getirdiği tartışmalarla birlikte bir yenisini daha ekledi. Geride bıraktığı 13 rapordan çok da belirgin farklılıklar içermeyen bu çalışma yayınlandığı ilk senelere göre yitirilmiş heyecanı ve kalıplaşmış ifadeleri ile Türkiye gündeminde yeni bir tartışma başlatmıştır.
Rapor ana hatlarıyla 3 bölümden oluşmaktadır. Genel bir girişin ardından ilk olarak siyasi kriterler ardından ekonomik kriterler ve son olarak da müzakere başlıklarını son hali tartışılmıştır. Siyasi kriterler geniş olarak ele alınmış ve hassasiyetle incelenmiştir. İçerikten de anlaşılacağı üzere sorunlu olarak değerlendirilebilecek kısım da ilk bölüm olan siyasi kriterler başlığı altındaki gelişmelerdir. Bu bölüm; demokrasi ve hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıkların korunması ve son olarak bölgesel konular ve uluslararası yükümlülükler olarak üç ana başlık ile değerlendirilmiştir.
Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü
Avrupa Birliği’nin en temel değeri olarak kabul edebileceğimiz kavram demokrasidir. Özelikle sorunlu Orta ve Doğu Avrupa genişlemesinin ardından daha fazla tartışılan demokrasi Birlik içinde hassas bir parçadır. Hukuk devleti ilkesinden hareketle çalışmalar yürüten Birlik, bu konuda üye ve aday devletler içinde tavizsiz net bir tavır içerisindedir. AB hukukunun üye devlet iç hukuku ve devletler arası hukuktan üstünlüğünün kapsamında değerlendirmelere yer verilmiştir. Öncelikli olarak Ergenekon Davası sürecini Türkiye için özelikle demokratik kurumların düzgün işleyişine ve hukukun üstünlüğüne duyulan güvenin güçlendirilmesi açısından bir fırsat olarak değerlendirmiş ancak siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin dayanaklara ve yargılama süreçlerine Avrupa standardizasyonunun getirilmesinin gerekliliğinin altını çizmiştir.
Anayasa; 12 Eylül 2010 tarihinde %58’lik bir oran ile referandum sonucunda kabul edilen yeni anayasa paketinden övgüyle bahsedilmiştir. Bu gelişmenin ‘Katılım Ortaklığı’nın yargı, temel haklar ve kamu yönetimi alanlarındaki bir dizi önceliklerini karşıladığı’ ifade edilmiştir. Ancak özellikle siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin anayasal maddenin değişikliğinin TBMM’de destek görmemiş olması ve siyasi partilere ilişkin yasal düzenlemelerin Avrupa Standartlarının altında olması ciddi şekilde eleştirilmiş düzeltilmesi istenmiştir. Ayrıca söz konusu taslağın hazırlanış aşamasında, tüm siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının tam katılımıyla kamuoyuyla geniş istişarelerde bulunulmasının gerekliliği hatırlatılarak bu aşamadaki eksiklikler eleştirilmiştir.
Yasama ve yürütme; yasama organı parlamentonda siyasi partilerin arasında uyuşmazlıkların reform sürecini yavaşlattığını özellikle Kopenhag siyasi kriterine uyum için gerekli yasal düzenlemenin yeterli sayıda onaylanmamış olmasından parlamentonun sorumlu olduğu yönünde eleştiride bulunulmuştur. Ayrıca rapor TBMM’nin katılım stratejisinin belirlenmesi ve uygulanmasında yeterli derecede aktif olmadığını ifade etmiştir. İki başlı yürütme organın cumhurbaşkanı içeriğinde komisyon, Abdullah Gül’den övgüyle söz ederek aktif dış politika çalışmalarından ve Kürtlerin sorunlarına ilişkin kararlı tavrından bahsetmiştir. Ancak hükümet için bazı eleştiriler söz konusudur. Raporda son yıl içerisinde reform gündeminin yavaşladığı ancak sonrasında dar bir çerçeve de olsa da bazı temel anayasal reformlar ve tedbirler ortaya koyulduğunu ifade edilmiştir. Ayrıca temel devlet organları arasındaki gergin ilişkiler siyasi kurumların düzgün şekilde işlemesi üzerinde ki olumsuz etkisinin sürekliliği de belirtilmiştir.
Yargı; yeni anayasa paketi ile birlikte yargı da reform hareketi, başarılı bir ilerleme olarak değerlendirilmiştir. Özelikle HSYK’da ki değişikliklere değinilmiş, 7 üye sayısının 22’ye çıkarılması ve Yargıtay ve Danıştay üyelerinin yanı sıra yeni üyeler birinci derece hâkimlerin, Adalet Akademisinin, hukuk fakültelerinin ve avukatların temsilcilerinin üyelik kapsamına alınmasını HSYK’nın yargının tümünü temsili anlamına geleceği şeklinde yorumlanmıştır.
Rapor da helan devam eden Şemdinli davasına hatırlatma yapılmış, davayı yürüten sivil savcının görevden alınması ve davanın bugüne kadarki ele alınış şekli göz önünde bulundurularak HSYK’nın bağımsızlığı sorgulanmıştır.
Devam eden davalara ilişkin üst düzey yargı ve mensupların açıklamalar yapması yargı bağımsızlığını tehdit eden bir unsur olarak görülmüştür. Raporda güvenlik güçlerinin sivil denetimini “Silahlı kuvvetlerin sorumluluk alanlarının ötesindeki siyasi konulara resmi ya da gayrı resmi şekilde nüfuz ettikleri durumlarda azalma görülmüştür. Bununla birlikte, Genelkurmay Başkanı devam eden davalar ve soruşturmalar hakkında çeşitli vesilelerle yorumda bulunmuştur. Bu tür demeçler hakkında vatandaşlar ve sivil toplum örgütleri tarafından suç duyurusunda bulunulmuştur. Bununla birlikte adli takibat yapılmamıştır. Ordunun bazı medya kuruluşlarına yönelik seçici akreditasyonu ise sürmüştür” şeklinde değerlendirmiştir. Konuya ilişkin gelişmeler başarılı bulunmuş özelikle sınırlandırılan askeri mahkemelerin yargı yetkilerine, YAŞ kararlarına karşı temyiz yolu açılmış ve yüksek rütbeli subayların sivil mahkemelerde yargılanabilmeleri konusunda düzenlemelerine
değinmiştir.
İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması
Komisyon bu bölümde de Türkiye’ye birtakım eleştirilerde bulunmuştur. İnsan hakları konusunda yeterli sayıda yasama faaliyetinde bulunulmadığı ve yapılması beklenen reformların halen beklemede olması eleştirilmiştir. Ayrıca rapor, İnsan hakları kurumlarının kaynak, bağımsızlık ve etkiden yoksun oluşu ve mevzuatının BM ilkeleri ile tamamen uyumlu hale getirilmesine ihtiyacına da değinmiştir. Ancak genel değerlendirme de Türkiye’nin uluslar arası insan hakları hukukuna bağlılığı taktir edilmiştir. Azınlıklar konusunda ise Ermeni ve Kürt meseleleri, ordunun konumu, azınlık hakları gibi çok hassas konularda geçmişe göre basın organları ve kamuoyunda tartışma ortamının genişlemesi ve özgürleşmesi olumlu yönde bir gelişme olarak değerlendirilirken Ergenekon Davasının haberlerinden dolayı bazı basın mensuplarına dava açılması eleştirilmiştir. Ayrıca rapor, Türk hukuku, AİHS ve AİHM içtihadına uygun şekilde ifade özgürlüğünü yeterli ölçüde güvence altına almadığını ve internet sitelerinin sıklıkla yasaklanmasından duyulan rahatsızlığı dile getirmiştir. Bu bölümde bahsi geçen diğer konular ise toplanma, örgütlenme özgürlüğüdür. Özelikle dernekleşme ile ilgili mevzuatın AB standartlarında olmasına ilişkin hatırlatma yapılırken bu durumun getirdiği denetimleri orantısızlıkla nitelendirmiş, bu standartlar çerçevesinde oluşturulan yapının yasal yükümlülüklerinin zorluklarının varlığına işaret etmiş bunu Türkiye için bir aksaklık olarak değerlendirmiştir.
Din özgürlüğü kapsamında yapılan değerlendirmeler genel anlamda olumlu bir çerçevededir. Ancak eleştiriler ise şu şekildedir; ‘Aleviler ve gayrimüslim topluluklarla olan diyalog devam etmekle birlikte henüz sonuçlarını vermemiştir. Heybeliada Ruhban Okulu’na ilişkin beyanlar takip edilmemiştir. Azınlık dinlerine mensup kişiler aşırı eğilimli kişilerin tehdidine maruz kalmaya devam etmektedir. Tüm gayrimüslim azınlıkların ve Alevilerin, din adamlarının eğitimi de dahil olmak üzere, yersiz bir kısıtlama olmaksızın faaliyet göstermelerine imkan tanıyacak şekilde AİHS ile uyumlu bir yasal çerçeve henüz oluşturulmamıştır.’
Kadın hakları ise raporda yer alan diğer önemli bir husustur. Yapılan anayasa değişikliği ile birlikte kadın haklarını ve toplumsal cinsiyet eşitliğini güvence altına alan yasal çerçeveyi ve özelikle pozitif ayrımcılık tedbirlerine ilişkin düzenlemeleri kadın haklarının güçlendirilmesi olarak yorumlanmıştır. Ancak bunlara ek olarak bu konuya ilişkin Türkiye şartlarının uygulama sahasındaki zorlukları hatırlatılmıştır. İnsan hakları bağlamında ele alınan diğer önemli bir başlık ise azınlık hakları, kültürel haklar ve azınlıkların korunmasıdır. Bilhassa, antisemitizme yapılan göndermeler dikkat çekmektedir. Komisyon değerlendirmesinde antisemitizmin, İslamcı ve aşırı milliyetçi basında yer alan nefret içerikli söylemle bağlantılı olarak kaygı verici bir mesele olmayı sürdürdüğünü ileri sürmektedir. Roman açılımından ve Kürtçe TV ve radyo yayınlarından övgüyle söz etse bile esas değerlendirmede Türkiye bu konularda da sınıfta kalmıştır. Rapor, azınlıklara ilişkin olarak hoşgörünün geliştirilmesi ve azınlıkların topluma dahil edilmesi hususlarında daha çok çaba göstermesini istemiştir.
Türkiye gündemini uzun süre meşgul eden ve raporda ayrıntılı şekilde yer verilen başka bir önemli gelişme ise demokratik açılımdır. Bu konuya ilişkin ilerlemenin oldukça yavaş olmasına dikkat çeken rapor özellikle açıklanan somut tedbirlerin, beklentilerin gerisinde kaldığını, gereğinin yapılmadığını ve uygulanmadığını ileri sürmüştür. Ayrıca devam eden köy koruculuğu sistemi eleştirilerek, kaldırılması istenmiştir. Bu tartışmalara ek olarak İlerleme Raporunda, Aralık 2009’da DTP’nin kapatılmasının ve iki milletvekili dahil 37 parti yöneticisine siyaset yasağı getirilmesinin “demokratik açılım” çabalarına ciddi bir engel oluşturduğu savunulmuştur.
Bölgesel Konular ve Uluslararası Yükümlülükler
Kıbrıs konusunda Türkiye’nin BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde beyan ettiği müzakerelere yönelik açık destek hatırlatılarak Türkiye’den aynı çerçeve içerisinde çözüme ilişkin müzakerelere aktif desteğinin önemi vurgulanmıştır. Türkiye’nin Ortaklık Anlaşması’na Ek Protokolü tam olarak ve ayrım yapmaksızın uygulama yükümlülüğünü yerine getirmediğinden şikayet eden komisyon, GKRK ile ilişkileri normalleştirme yolunda doğrudan ulaştırma bağlantıları dahil, malların serbest dolaşımı önündeki tüm engelleri kaldırmadığının altını çizerek AB Komisyonu’nun konuyu yakından izlemeyi sürdüreceğini ifade etmiştir.
Türkiye’nin dış politika da övgüye layık görülen çalışmaları ise bölgesel işbirliği ve barışçıl yaklaşım politikaları olmuştur. Bilhassa, Türkiye’nin Balkanlar’da barış için gösterdiği eylemler övülmüş, AB ile Türkiye’nin Balkanlar, Irak, İran, Güney Kafkasya, Pakistan, Afganistan ve Orta Doğu barış süreci gibi ortak çıkarı ilgilendiren uluslararası konularda düzenli siyasi diyalogu sürdürmesi takdir edilmiştir. Ayrıca raporda Türkiye’nin arabuluculuk misyonuna değinilmiş Suriye- İsrail arasındaki arabuluculuk faaliyetlerinin, Suriye ile ilişkilerdeki gelişmeyi buna bağlamıştır. İsrail ile kötüleşen ikili ilişkileri yaşanan Mavi Marmara krizine bağlamıştır.
Raporun ikinci bölümünde ise ekonomik kriterler kapsamında Türkiye’nin son bir yılı değerlendirilmiştir. Değerlendirmeler 1993 tarihinde gerçekleştirilen Kopenhag Zirvesi sonuçlarını temel almaktadır. Birlik ile Türkiye arasında ekonomi en az sorunlu olan alandır dolayısıyla raporda bu konuya ilişkin çok ciddi ve ayrıntılı değerlendirmelere yer verilmemiş genel hatlarıyla özetlenen bu bölümde; istikrarlı büyümeden, kriz süreç yönetiminden, piyasa güçlerinin etkileşimden ve son olarak da dış pazara giriş çıkış koşullarının değerlendirmelerinden ibarettir. Özellikle kriz dönemi büyümeye dikkat çeken rapor ihtiyaç duyulan dış finansmanın sağlanmasında zorluk çekilmediğini ileri sürmüştür. Ancak rapor da makroekonomik istikrarın kırılganlığına dikkat çekerek mali kuralların güçlendirilmesi tavsiyesinde bulunulmuştur.
İlerleme Raporu son bölümünde üyelik yükümlülüklerinin üstlenebilme yeteneğinin ölçütü olan fasıllar ele alınmıştır. Toplamda 33 farklı konuya ilişkin açılan başlıkların tümüyle ilgili ayrıntılı değerlendirmeler yapılmıştır. Mevcut değerlendirmelerin hiç birinde fasıllar ile ilgili hiç ilerleme kaydedilmemiştir ifadesi yer almazken, 23 fasıl için ilerleme ya da iyi düzeyde ilerleme değerlendirmesi yapılırken 3 fasıl için çok sınırlı ilerleme 7 fasıl için ise sınırlı ilerleme ifadesi kullanılmıştır. Ancak bilindiği üzere üye devletlerden bazılarından gelen engellemelerden dolayı önleri kapalı olan başlıklar mevcuttur. Geçici olarak müzakereleri tamamlanan yalnızca bilim ve araştırma başlığı iken toplamda yalnızca 14 başlık ile ilgili müzakere süreci başlatılabilirmiştir.
Sunulan 13. İlerleme Raporu Türkiye AB ilişkilerinde son durumu özetlerken tam üyelik ilgili net bir tavır sergilememeyi sürdürmüştür. Tam üyeliğe ilişkin öngörüler ise raporu yorumlayan devlet adamları ve uzmanların bakış açılarına göre değişmekte kesinlik içermemektedir.
Hilal YILDIRIM
BAHÇEŞEHİR ÜNİVERSİTESİ
{jcomments on}