Türkiye’de siyasal kimlik oluşum sürecini daha iyi anlayabilmemiz için Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze Türk Siyasi Hayatı hakkında bilgi sahibi olmamız faydalı olacaktır. Türk Siyasi Hayatı’nı kısaca özetlememiz gerekirse, temelde 8 bölümden oluşmaktadır. Bunlar;
- Kurtuluş Dönemi (1919-1923)
- Tek Parti Dönemi(1923-1950)
- 1950’li yıllar (Çok Partili Dönem)
- 1960’lı yıllar
- 1970’li yıllar
- 1980’li yıllar
- 1990’lı yıllar
- 2000’li yıllar’dır.
Kurtuluş Dönemi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulma sürecini oluşturur. Kurtuluş Savaşı ve daha sonra imzalanan Lozan Antlaşması ve Saltanatın kaldırılmasının ardından 29 Ekim 1923’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Cumhuriyeti ilan etmesi ile son bulur.
Tek Parti Döneminin, ilk evresi olan 1923-1938 yılları arasında birçok inkılap gerçekleştirilmiştir ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sistematik yapısı oluşturulmaya başlanmıştır. İkinci evresi olan 1938-1950 yılları ise günümüzde daha çok “Milli Şef Dönemi” olarak bilinmektedir. Bu dönemde 2.Dünya Savaşı’ndan kaçınmak için alınan önlemler çeşitli toplumsal ve mali sıkıntılara yol açmıştır ve günümüzde bu toplumsal algı Türk Siyasetine miras kalmıştır.
1950’li yıllarda, Türkiye çok partili siyasal yaşama geçmiştir. Seçimleri kazanan Demokrat Parti 10 yıllık bir dönemde(1950-1960)art arda 3 defa iktidar olmuştur. Dönemin en önemli olayı ise Kore Savaşı’dır.27 Mayıs 1960 darbesi ile dönem sona ermiştir.
1960’lı yıllar, 27 Mayıs Darbesi ve darbenin Türk Siyasi Hayatı’na etkileri ile geçen bir dönemdir.
1970’li yıllara gelindiğinde ise dönemin en önemli olayları 12 Mart Muhtırası ve Kıbrıs Barış Harekâtı’dır. Bu dönemde Milli Cephe Hükümetleri ve Ecevit Hükümetleri kurulmuştur. Dönem 12 Eylül 1980 darbesi ile sona ermiştir.
1980’li yıllara gelindiğinde öne çıkan olaylar “24 Ocak Kararları” ve 12 Eylül 1980 askeri darbesidir. Ayrıca bu dönem içinde, günümüzde halen faaliyet gösteren bölücü terör örgütü PKK,1984 yılında kurulmuştur.
1990’lı yıllar, Türk Siyasetinin inişli çıkışlı grafikler gösterdiği bir dönemdir. Bu dönemde güvenlik ön plana çıkmış ve PKK ile mücadele siyasetin temel amacı haline gelmiştir. Diğer bir yandan yükselen muhafazakârlık beraberinde 28 Şubat sürecini getirmiştir.
2000 yılından günümüze kadar olan süreçte yapılan 2002,2007 ve 2011 seçimlerinden Adalet ve Kalkınma Partisi birinci çıkmıştır ve günümüzde iktidarını sürdürmektedir.
Bu bilgiler ışığında günümüzde Türkiye’de siyasal kimlik oluşum sürecini ve siyasal algıları değerlendirelim.
Türkiye’de siyasal kimlik oluşumunu iki temelde ele alabiliriz. Bunlar bireysel katılım süreci ve kültürel algıların siyasete etkisidir.
Türkiye’de bireylerin siyasete katılım süreci genelde 15 ila 17 yaş arasında başlamaktadır. Siyasal bir kimlik oluşturma gereksinimi yaşayan birey politik bir arayış içine girmektedir. Bu süreçte ilk aşamada yaşam alanı(aile, okul, arkadaş çevresi vb.) dâhilindeki görüş bireyce benimsenmektedir. Günümüzde maalesef bireylerin büyük çoğunluğu hiçbir araştırma yapmadan, farklı politik bakış açılarına kendisini kapatarak, ilk edindiği siyasal kimliği körü körüne savunmaktadır. Bireylerin diğer bir kısmı zaman içinde belirli bir siyasal birikime kavuştuğunda daha rasyonel tercihler yapabilmektedirler. Diğer taraftan ülkemizde 1980 darbesi sonrası oluşan depolitizasyon süreci ile özellikle gençler siyasetten uzaklaştırılmıştır ve ülkemizde siyasetin iç dinamiklerine, Dünya genelinde gelişen olaylara ilgisiz ve bihaber nesiller yetiştirilmektedir. Bu sistemde politika üreten, aktif politikaya katılan, eleştiriye açık ve analitik düşünce yetisine sahip nesillerin yetiştiğini söylemek aşırı iyimser bir düşünce olacaktır.
Bunun en somut örneği hepimizin duyduğu “aman oğlum/kızım siyasete bulaşma” temennisidir.
Türkiye’de siyasal kimlik oluşumunda kültürel algılar çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuyu örneklerle açıklayalım. Araştırmalara bakıldığında genel olarak bayan seçmenlerin babalarının sahip olduğu siyasal akımı desteklediği görülmektedir. Ülkemizin doğusunda bulunan aşiret kültüründe bireysel bir hak olan oy kullanmanın yerini çoğunlukla aşiret liderinin istediği partiye oy verme durumu almıştır. Diğer bir yandan bireylerin yaşadığı şehirde/bölgede hâkim olan toplumsal yapı bireyin siyasi tercihlerini ve siyasi yaşamını etkilemektedir.
Tüm bu bilgiler bize gösteriyor ki aslında ülkemizde siyaset birçok değişkenden etkilenen bilinçsiz bir yapıdadır. Peki ne yapmalı?
Toplumların gelişimi bireylerin gelişimi ile başlar. Her konuda olduğu gibi siyaset konusunda da gelişimin en temel yolu eğitimdir. Bireyler demokrasi ve hukuk alanında çok küçük yaşta iyi bir eğitime tabi tutulmalıdır. Oslo Katliamını gerçekleştiren çok kültürlülük karşıtı aşırı sağcı Anders Behring Breivik’in yaptığı saldırının gençlerin demokrasi ve hukuk eğitimi aldığı gençlik kampına olması tesadüf değildir. Türkiye’de doğmuş büyümüş ve Türk eğitim sisteminde yetişmiş bir birey olarak aldığım ilk hukuk dersi üniversitenin ilk yılındaydı. Peki ya üniversiteye çeşitli sebeplerden gelemeyenler? Hukuk eğitimi müfredata uygun hale getirilerek ilkokuldan itibaren bireylere verilmelidir. Ali ata bakarken aynı Ali haklarını da bilmelidir. Kademeli olarak hukuk eğitimini alan bireyler toplumsal ve siyasal olaylara daha yatkın ve ilgili yetişecektir. Bireysel gelişim toplumsal gelişimi beraberinde getirecektir. Bu tarz bir toplumsal gelişim siyaseti daha güvenilir, akılcı ve pragmatik olmaya yönlendirecektir.
Dedenizin, babanızın ve sizin tanıdığınız koltuk sevdalısı politikacıların, körü körüne bir siyasi akımı savunan bireylerin, tahammülsüzlüğün ve suni siyasetin olmadığı bir Türkiye günümüzden çok daha iyi olmaz mıydı? Ne dersiniz?
Ahmet Ateş