Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı açıklama, problemler yumağı haline gelmiş olan ülkemizde gündemin bir kez daha değişmesine neden oldu. Nitekim Davutoğlu, yaz aylarında kaçırılan 2 THY pilotunun çok kısa bir zaman zarfında serbest bırakılacağını söyledi. Bu müjdeli haberin ardından, devletin resmi haber ajansı Anadolu Ajansı’nın geçtiği haber ile Türk pilotların birkaç saat içerisinde serbest bırakılacağı açıklandı. Bu satırlar yazıldığı esnada pilotlar henüz serbest bırakılmamıştı. Ancak bu gelişmenin mahiyetini ve zamanlamasını ele almak önemli birtakım saptamalar yapmamızı da kolaylaştıracaktır.
Her şeyden önce, THY pilotlarını kaçıran örgütün Hizbullah’a oldukça yakın, ideolojik/toplumsal anlamda aynı tabana yaslanan ve tepkisel bir eylem çerçevesinde ortaya çıkan bir aktör olduğunu kaydetmek gerekir. Şii mezhebini benimsemiş isimler tarafından kurulan İmam Rıza’nın Ziyaretçileri adlı örgüt, Lübnan’dan İran’daki İmam Rıza Türbesi’ni ziyarete giden ve dönüşte Suriye topraklarında kaçırılan Şii hacıları kurtarmayı hedefliyordu. Bu örgütün THY pilotlarını kaçırması ise, İmam Rıza Türbesi’nden dönerken Suriye topraklarında kaçırılan Lübnanlı Şiilerin, Türkiye’nin destek verdiği Suriye muhalefetine bağlı grup/gruplar tarafından kaçırılmış olmasıdır. Lübnanlı örgüt, Türkiye’nin Lübnanlıları kaçıran grup/grupların Türkiye ile olan bağlantılarını bir referans olarak alarak Türkiye’yi zorunlu olarak sürece dahil etmek istemiştir. Yani Lübnanlı Şii hacılara karşılık olarak THY pilotları bir şantaj unsuru olarak kullanılmıştır. Açıkçası bu girişimde başarılı olunduğu da söylenebilir. Zira Suriye bağlamında oluşan siyasal/toplumsal kutuplaşma çerçevesinde belki de yıllarca serbest bırakılmayacak olan Lübnanlıların serbest bırakılması sağlanacaktır.
İmam Rıza’nın Ziyaretçileri’nin Hizbullah ile olan bağlantısı yadsınamaz bir gerçekliktir. Hatta böyle bir örgütün var olmadığı, eylemi Hizbullah’a bağlı militanların gerçekleştirdiği de iddia edilmektedir. Böylece bu kaçırma girişimi Hizbullah’ın üzerine yıkılmayacak ve Lübnan’da hükümet üyesi bir siyasi parti olan Hizbullah’ın toplumsal/siyasal meşruiyetine herhangi bir zarar gelmeyecekti. Ne var ki, Türkiye’nin, Türk pilotları eve döndürebilmek için Hizbullah’ın da içerisinde bulunduğu Lübnan Hükümeti’nden yardım istemek zorunda kalması ve Lübnanlı hacılar ile THY pilotlarını içeren bir değiş-tokuş çerçevesinde pilotların serbest bırakılıyor oluşu, Türkiye’nin Lübnan özelinde destek vermediği ve Suriye’de Esad yönetimi lehinde savaşan Hizbullah’ın da bir parçası olduğu hükümet ile bağlantı kurmasını zorunlu hale getirmiştir. Böylece Lübnan Hükümeti’nin ve özellikle Hizbullah’ın bölgesel etkinliğinin ve meşruiyetinin altını çizmiştir. Zira Türkiye, Lübnan’da Saad Hariri liderliğinde şekillenmiş ve esasen Sünni-Maruni-Dürzi ittifakına dayanan 14 Mart Koalisyonu’na destek verirken, kaçırma olayı sonrası, Suriye Yönetimi’nin yanında duran iktidardaki 8 Mart Koalisyonu ile yakın ilişkiler kurmak zorunda bırakılmıştır. Türk pilotlar aracılığıyla yapılan şantajın başarılı olması ise, Türkiye’nin karşı olduğu Lübnan hükümetinin meşruiyetinin altını çizerken, aynı zamanda Hizbullah’ın ve dolaylı olarak İran ve Esad Yönetimi’nin bir gövde gösterisi yapmalarını beraberinde getirmiştir.
Hizbullah, Suriye’deki iç savaş çerçevesinde, özellikle Lübnan’a komşu olan Suriye topraklarında Suriye Ordusu ile birlikte savaşmıştır ve halen de mücadeleyi sürdürmektedir. Hizbullah’ın ve Esad Yönetimi’nin bölgedeki en yakın müttefiki ise İran’dır. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, Türk pilotlarının kaçırılması girişiminde İran’ın onayının alınmış olması olasılığının çok yüksek olduğu bir gerçektir. İran, Suriye muhalefetine destek veren ve Esad yönetimini devirmek isteyen Türkiye’ye, farklı bir cepheden mesaj vermiş ve bölgesel anlamda ne denli güçlü olduğunu göstermiştir. Esasında bu bir proxy-war (temsili savaş) girişimidir ve başarılı da olmuştur. Suriye’de yaşanan iç savaşın, savaşa müdahil olan bölgesel/küresel aktörler eliyle büyük bir vekalet savaşı ya da temsili savaşa dönüştüğü dikkate alındığında, İran’ın Hizbullah aracılığıyla Lübnan’da sahnelenen kaçırma olayına onay vermesi kendisi açısından mantıklı bir girişim olmuştur.
Peki, Türk pilotları neden şimdi serbest bırakıldı? Bu soruya cevap vermeden önce, daha bir ay kadar önce, Türkiye’nin, kendi sınırlarına yaklaşan bir Suriye helikopterini düşürdüğünü de göz önünde bulundurmak gerekir. Hatta bu olay sonrasında Türkiye’yi kınayan birkaç açıklamanın dışında herhangi bir olumsuz durum yaşanmamıştır. Bu nedenle, Suriye helikopterinin düşürülmesi ile THY pilotlarının serbest bırakılmasını aynı paydada ele alarak değerlendirmeliyiz. Bilindiği gibi ABD ile Rusya, Suriye özelinde soruna siyasi bir çözüm bulabilmek üzere anlaştılar ve Türkiye’nin savunduğu askeri seçenek şimdilik kaydıyla rafa kaldırıldı. Önümüzdeki ay sonunda da Cenevre’de Suriye’nin geleceğine ilişkin ikinci bir konferansın toplanması öngörülüyor. Bu seçenek çerçevesinde, Suriye özelinde Rusya inisiyatifi ele almış durumda. Rusya’nın Suriye özelindeki bölgesel müttefikleri olan İran ve Hizbullah ise, Türkiye’nin savunduğu askeri operasyon seçeneği dışlandığı için dolaylı olarak zafer kazanmış birer aktör hissiyatı içerisine girdiler. Türkiye ise adına “değerli yalnızlık” denen ve esasen hiçbir getirisi olmayan bir konuma indirgenmiş durumda. Reyhanlı ve Ceylapınar Saldırıları ile sarsılmış, askeri uçağı düşürülmüş ve Suriye krizi nedeniyle çok sayıda can kaybına uğradığı gibi toplumsal/siyasal/ekonomik maliyetlere de katlanmış olan Türkiye, Esad yönetiminin varlığının altını çizen ve Rusya ile İran’ı muzaffer bir konuma yükselten siyasi çözüm teklifinin ABD tarafından kabul edilmesi ile tam anlamıyla bozguna uğramıştır. İşte bu bozgun görüntüsünü ortadan kaldırmak, yaklaşan seçimler öncesi Türk hükümetinin iç politikada elini kuvvetlendirmek ve Suriye özelinde çok önemli bir bölgesel aktör olan Türkiye’nin Cenevre Süreci’ne katkısını sağlayabilmek için, bu ülkeye birtakım ödünler ya da ödüller verilmesi gerektiği inancı hem ABD cephesinde hem de Rusya ile İran cephesinde kabul görmüştür. Böylece Türkiye’nin Suriye helikopterini düşürmesi girişimine herhangi bir ciddi eleştiri getirilmemiş (Türk jetinin düşürülmesine bir cevap niteliği taşıyordu) ve Lübnan’da kaçırılmış olan Türk pilotlarının da her iki tarafı da memnun edecek bir şekilde serbest bırakılması sağlanmıştır. Esasen bu serbest bırakma girişimi dahi, Türkiye’nin Suriye’de rejime muhalif olan gruplar nezdinde ki etkinliğini/meşruiyetini gösteren bir kanıttır ve bu meşruiyete Cenevre Görüşmeleri’nde ya da sonrasında varılabilecek siyasal çözüm çerçevesinde ihtiyaç vardır.
Rusya, Suriye’ye düzenlenecek askeri operasyonu engelleyerek uluslararası meşruiyetini arttırmış (Putin’e Nobel Barış Ödülü verilmesi dahi konuşuldu) ve Obama Yönetimi ile yeni bir işbirliği sürecine başlamıştır. Bu bağlamda, ABD’nin müttefiki olan Türkiye’nin memnuniyetinin sağlanmasını da çok taraflı ilişkilerin geleceği açısından önemli görmüştür. İran ise, Hasan Ruhani’nin başkanlık koltuğuna oturmasının ardından ABD ve Batı Dünyası ile yaşanan “bahar havasını” devam ettirebilmek ve tarihi bir önem arz eden ABD-İran yakınlaşmasının altını çizebilmek için Türkiye’nin desteğini almak istemiştir. Suriye özelinde Türkiye’nin karşısında yer alan iki aktörün bu tutumları, Türk pilotların serbest bırakılmasında etkili hatta temel unsur olarak görülmelidir. Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde konumlanmış El Kaide unsurları olan Irak ve Suriye İslam Devleti (ISİD) ve El Nusra’dan kendisini soyutlamaya çalışması ve hatta ISİD mevzilerini bombalaması dahi, bundan sonraki süreçte Suriye’deki mücadelenin mahiyetinin farklılaşacağını ve Esad’ın da bir parçası olacağı siyasal çözüm seçeneğine Türkiye’nin de katkı vereceğini kanıtlayan bir belirti olarak görülmelidir.
Görüldüğü üzere, Suriye’deki iç savaş, bölgesel gelişmeleri etkileyen ve hatta şekillendiren en önemli faktör haline gelmiştir. Sorunun askeri bir operasyonla çözülmesi ihtimali, gerek yaratacağı ekonomik maliyet, gerekse de Suriye özelinde yaşanan vekalet savaşının yol açacağı felaket nedeniyle rafa kaldırılmıştır. Türkiye, bu tavır değişikliğini hazmedebilme noktasında sorunlar ile karşılaşmış olsa da, özellikle Suriye’nin kuzeyinde görülen El Kaide etkinliği ve yalnızlaşıyor oluşu gibi nedenlerle ABD-Rusya mutabakatına eklemlenme çabaları içerisine girmiştir. Ne var ki, bu eklemlenmeden önce, Türk hükümetinin seçimler öncesinde toplumsal/siyasal anlamda elini güçlendirecek girişimlerde bulunmasına taraflarca izin verilmiş durumdadır. Suriye helikopterinin düşürülmesi ve Türk pilotların serbest bırakılması bu tarz girişimlere örnek olarak gösterilebilir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü