Son yıllarda uluslararası alanda meydana gelen gelişmelerinde etkisiyle Ankara bölgesel huzur ve istikrarı sürdürmek amacıyla öne çıktı. Konumu gereği bakılırsa hem Doğulu hem Batılı olan Türkiye Ortadoğu’da “ortak dil” yaratıp barış ve huzuru sağlama peşinde.2010 yılı sonunda Tunus’ta başlayan, daha doğrusu Tunus’ta yanan halk ateşi hemen hemen tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı sarmaya başladı. Kendisine yakın yanan ateşin sıcaklığı hissetmeye başlayan Ankara, bölgeye yayılan Halk Hareketleri sonrasında Türk Dış Politikası açısından bir dönüm noktası olarak kabul etti ve değişimler yaşamaya başladı.
Bu tarihten önce bölgede üstün otorite olmayı hedefleyen ve Filistin-İsrail anlaşmazlığında, Suriye ile İsrail arasındaki çatışmalarda(Suriye’nin isteğiyle) barış çubuğunu uzatma ve arabulucu olma politikası yürütmekteydi. Ankara özellikle son dönemlerde Ortadoğu Politikasını hızlandırdı ve kimine göre tehlikeli kimine göre de olumlu adımlar atmaya başladı. Bu adımlar doğrultusunda yumuşak güç kavramsallaştırmasından yola çıkarak bölgesinde barış ve işbirliğini temel alan “Komşularla Sıfır Sorun Politikası’nı’’ uygulamaya çalışmaktadır. Başbakan Erdoğan’ın Mısır, Libya ve Tunus’u kapsayan gezisinde verdiği mesajlar, Birleşmiş Milletler (BM)’nin tutumuna yönelik eleştirisel yaklaşımı, İsrail’in bölgedeki vurdumduymaz takınmasına yönelik sert söylemleri Türkiye’yi bölgede ve Kuzey Afrika’da adeta “Büyük Abi” konumuna getirmişti. Ve bu süreçten sonra Türkiye “Komşularla Sıfır Sorun Politikası” kapsamında Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da “model ülke” olabilir mi tartışmalarını gündeme taşımıştı. Tunus, Mısır ve Fas’ta yapılan parlamento seçimleri de bu söylemi destekler nitelikteydi. Seçimlerde siyasi İslamcı gelenekten gelen partilerin önde olması Türkiye’nin model olduğunu kanıt göstermektedir. Nitekim AKP Hükümetinin de aynı tabandan gelmesi bunu doğrular niteliktedir. Mevcut Hükümetin benimsemiş olduğu dış politika Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin çoğunda ilham kaynağı oluşturmaya başladı. Bu bağlamda ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrası Ortadoğu’ya yönelik başlattığı operasyonlar sonucundaki yaratılan boşluğu doldurmak için var olan iki aday ülke vardı; İran ve Türkiye. Türkiye’nin batının yaramaz çocuğu dediği İsrail ile ters düşmesi, Davos Krizi, Mavi Marmara baskını gibi olaylarda Türkiye’nin sert tutumu İran’ı birazda olsa Arapların gözünde arka planda bırakmış ve Türkiye’nin Arap Dünyasında yeni lider olma yolunda ilerlemesine yol açmıştı. Tüm bunlar Türkiye’nin model ülke olmasını kolaylaştırır niteliktedir. Özellikle Filistinli yerleşimcilere karşı İsrail’in takındığı politikayı eleştirmesi Filistin Sorunu ’nu milli sorun olarak görmesi Türkiye’yi daha da ön plana çıkarmaktaydı. Tüm bunlar yaşanırken Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da ki değişime Suudi Arabistan ve İran statükocu gözüyle yaklaşırken Türkiye değişime en sıcak bakan ülke konumundaydı. Türkiye “Ortak Dil” kapsamında batı karşıtlığı oluşturmadan İslam ve demokrasiyi bir araya getirerek Orta Doğu’da uygulamaya çalışmaktaydı. Tüm bunları destekler nitelik olan Füze Kalkanı Projesinin Türkiye’ye kurulması ABD-Batı ve Türkiye’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının örtüştüğünün göstergesinin bir kanıtı niteliğindeydi. Bunlar yaşanırken İran ile gizlice girilen Ortadoğu’nun yeni hâkim gücü mücadelesinde batının ve ABD’nin desteğine ihtiyaç vardı. Bu bağlamda Ortadoğu’da istenmeyen konuma gelen ve başarılı olduğu pek söylenemeyen ABD ve Batı ittifakı çıkarları doğrultusunda Türkiye’yi Ortadoğu’nun komutanı yapma sürecine girdiler. Ortadoğu’da düzen kurucu rol almak isteyen Türkiye’nin, bölgede uyguladığı dış politika 2023’te Küresel Güç olma yolunda attığı adımlardır. Türkiye Ortadoğu’da var olan kapasitesini test etmekte ve esasen bu kapasitesini arttırmak istemektedir. Nitekim Ortadoğu’da ki değişime destek vermek için Arap Birliği’nde Suriye’ye karşı ambargo kararına evet diyen Ankara, tüm bunlarla Arap Birliğin de’ de aktif rol oynamakta ve değişimi desteklediğini destekler konumdadır.
Tabiri caizse Türkiye bölgesinde büyük bir sınavdan geçmektedir. Türkiye bu sınavda kendi kapasitesini zorlamakta ve girdiği gerilimden galip taraf olarak çıkmak zorundadır. Tüm bunları başarıyla devam ettirebilmesi için “içte sıfır sorun” politikasını süreklilik arz eden ve pozitif çıktı alarak uygulaması lazımdır. Buda terör sorununun yok edilmesi ve Kürt Sorununa çözüm getirilmesiyle gerçekleşecektir. Eğer bunları gerçekleştirmez ve uygulamazsa Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bugüne kadar olumlu bir rüzgâra neden olan “merkez ülke” ve “aktif dış politika” serüveni sona ermiş olacaktır. Buda Arap halkları tarafından sempatiyle bakılan politikanın içi boş bir hal almasına neden olacaktır.
Sıddık KATRANCI
Kırıkkale Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü