Türk Dış Politikasında AB’nin Yeri

Türkiye 2002 yılından itibaren dış politikası daha önceki dönemlere kıyasla AKP dönemiyle  birlikte değişmeye başlamıştır. Bunda özellikle Uluslararası İlişkiler Profesörü olan ve dış işleri bakanlığı görevini yürütmekte olan Ahmet Davutoğlu’nun büyük rolü vardır. Yeni dış politikanın temel hedefi Türkiye’yi güçlü bir bölgesel ve hatta küresel bir aktör haline dönüştürmektir. İşte bu noktadan itibaren Türkiye’nin yeni dış politika hedefinde Avrupa Birliğine Tam üyelik büyük önem arz etmektedir. Buradan hareketle 2002 sonrası AKP dönemi ile Türk dış politikası ve Avrupa Birliği ilişkileri incelenecektir.

1990’lı yıllar Türkiye ve AB ilişkileri

Türkiye 1999 Avrupa Birliği (AB) Helsinki Zirvesinde Avrupa Birliğine tam üyelik için aday ülke olarak kabul edilmesiyle başlayan süreçte Türk dış politikası hızlı bir değişim ve gelişim sürecinden geçmektedir.  Bu sürecin göze çarpan en önemli unsurları ise Türkiye’nin siyasi ekonomik ve kültürel alanlarda kimi literatürler de Avrupalılaşma bazılarında ise demokratikleşme olarak tanımladıkları sürece ilişkin olarak AB şartlarına uygun bir noktaya evrilmekte olduğu anlamına gelmektedir. 1999’da Türkiye ve AB ilişkileri yakınlaşma süreci içerisine girmiştir. Türk dış politikasında AB’ye olan dönüşüm sürecini anlamak için 1999 öncesi dönemin incelenmesi gerekir. Türkiye ve AB soğuk savaş sonrası ikili ilişkiler bozulma sürecine girmiştir. Her ne kadar çeşitli anlaşmalar yapılsa da “entegrasyon adımları” atılsa da Türkiye ve AB siyasi ve stratejik konularda birbirlerine karşı şüpheyle yaklaşmışlardı. Bu nedenle Türkiye ve AB dış politika ya da Uluslararası İlişkiler anlayışlarının farklı perspektiflere sahiptirler. Türkiye realist bir Uluslararası İlişkiler felsefesine dayalı bir düzen kurmaya çalışırken, AB ise idealist bir Uluslararası İlişkiler felsefesine dayalı düzen oluşturmuş olup, AB, Avrupa ve çevresindeki bölgelerde demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi temel değerler üzerine kurulmuş bir yapı oluşturularak Avrupa birliği oluşturulmuştur, Türkiye ise balkanlar da Ortadoğu da Akdeniz bölgelerinde askeri mücadele etkin devlet gibi değerler oluşturup uluslararası alanda güvenlik politikası izlemiştir. İşte bu noktada 1990’lı yıllar Avrupa Birliği ve Türkiye’nin ayrıştığı noktalar mevcuttur. Türkiye ve Avrupa Birliğinin ayrıştığı ikili ilişkileri ilgilendiren birçok sorunda/konuda açıkça görülmektedir. Bu ayrışma noktalarının en önemlilerinden birisi Kıbrıs sorunudur. 1974’te kurulan statükonun devamını isteyen Türkiye’ye karşı Avrupa birliğinin ada için istediği politika ise adayı bütünleştirme amacı taşımaktaydı.  Türkiye sorunların çözümü için Yunanistan ile ege sorununu ve diğer anlaşmazlıkları ikili diyalogla çözülmesi gerektiğini savunurken Yunanistan ve AB  bu sorunların uluslararası hukuka götürülerek çözülmesinden yanaydılar. Türkiye ve Avrupa Birliğinin diğer bir noktada ayrıştığı konu ise Türkiye’nin ABD ve İsrail ile işbirliği çerçevesinde Avrasya bölgesinde katıldığı askeri operasyona katılmasını ve bu katılımın milli güvenlik kurulunun kararıyla olmasını Avrupa birliği ilkelerine uygun bir politika izlemesi konusunda uyarmışlardır. Türkiye ise milliyetçi/devletçi eğilime sahip siyasetçiler ve toplum katmanları sayesinde AB’nin uyarılarına itibar etmediği gibi uyarılarına karşı uygun hareket etmemesi ikili ilişkilerde soğukluk sürecinin yaşanmasına neden olmuştur. Bu kötüleşme sürecinin bitmesi ve yakınlaşma sürecine girmesi Avrupa Birliğinin Türk-Yunan ilişkilerinde Kıbrıs, Ege ve azınlıklar sorunlarının çözülebilmesinin ancak Türkiye ile “yakın diyalog ve işbirliği” yoluyla mümkün olabileceği kanaatine varmışlardır. Bunun yanı sıra ABD’nin de Türkiye’nin üyeliği konusunda AB üzerinde etkisi olduğu sonucuna da varılabilir. Bu müessirlerin etkisiyle AB Helsinki zirvesinde çok kritik bir hamle yapılmış: Türkiye’nin AB’ye tam aday ülke olmaya aday devlet olması kararlaştırılmıştır. İşte bu süreçle birlikte Türk dış politikasında Avrupa Birliği ilişkileri bir dönüşüm sürecine girmiştir. 1999 tarihi Türk siyaseti açısında AB ile yakınlık sürecinin başlangıç aşamasıdır.

2002 sonrası Türkiye ile AB ilişkileri

Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki yakınlaşma süreci 2002 AKP iktidarı ile birlikte üst seviyeye taşınmıştır. Türkiye, AB’ye tam aday olabilmek için 1999 öncesi politikaları terk edip, dış politikada tam üyelik için radikal sayılabilecek kararlar aldığı bir sürece girmiştir. Bu noktada Uluslararası İlişkiler Profesörü olan ve dış işleri bakanlığı görevini yürütmekte olan Ahmet Davutoğlu’nun büyük rolü vardır. Yeni dış politikada ki hedef AB’ye tam üyeliktir. Bu dönemden itibaren izlenen yol ise AB’nin sorun teşkil ettiğini belirttiği noktaları çözümleme çalışmaktır.  Türkiye Kıbrıs sorunu ve   Yunanistan’a dönük politikası radikal bir dönüşüm göstermiştir. Türkiye, Avrupa Birliği ile arasında büyük sorun teşkil eden Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin hem BM genel sekreterinin açıkladığı Annan Planına destek vermiş  hem de KKTC  müzakerelerine aktif katılımı sağlamıştır. Annan planı AB’nin istediği gibi Kıbrıs’ı tek bir çatı altında federal bir devlet olarak bütünleşmesini sağlıyordu buna paralel olarak bölgede Türk silahlı kuvvetleri asker sayısı düşürülecek 1974 itibaren izlediği statükonun korunması politikası sona erecekti. Ancak sunulan planın Rum kesimi tarafından reddedilmesi nedeniyle plan uygulanamamıştır. Bu plan uygulanmadığı gibi bir de üstüne Kıbrıs Rum kesimi AB’ye tam üye olarak alınmıştır. Bu  davranış Türkiye ve AB arasında tekrardan sorun haline dönüşmüştür. İşte bu noktadan hareketle Kıbrıs adasında herhangi bir barışın tesisi imkânsız hale gelmiştir. Ayrıca Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye tam üye olmasına dayanarak Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinin karşıtı olan ülkeler için dayanacağı bir mazeret oluşmuştur. Kıbrıs sorunu sonucuna değinirsek AKP hükümetinin tüm çabalarına rağmen AB ve Rum kesimi çözüme çözümsüzlük getirme başarısını sağlamış olup adanın kaderini çıkmaza girmesine sebep olmuşlardır. Türk dış politikasının diğer bir sorun teşkil eden Yunanistan ve ege sorunu içinde AKP iktidarıyla birlikte kesin çözüm üretilmeye çalışılmıştır. Ege denizindeki sorunlara kesin çözüm bulmak için “Güven Artırıcı Tedbirler’’ almaya kara verdiler. Böylece Ege denizi her iki ülkeyi ayıran sorun olmaktan çıkması sağlanmaya çalışılmış, iki ülkeyi yakınlaştırıcı adımlar atmış oldular. Tüm bu girişimlere rağmen tarihten gelen önyargıyla mevcut sorunların askıda kalma sorunu vardır. Özellikle Helsinki karalarında belirtilmesine rağmen sorunun çözümünde somut bir süreç başlamadığı gibi sorun uluslararası adalet divanına da sunulamamıştır. Bu sorunların yanı sıra Türkiye’nin 2002 sonrası AKP iktidarı liderliğinde Avrupa Birliği Bakanlığı kurularak AB ‘ye tam aday olma isteği bir kez daha belirtilmiştir. Türkiye AB’ye uyumlu bir politika izlemiş ancak Türkiye’nin tam üyeliğini engellemeye çalışan başta Fransa gibi AB ülkeleri Kıbrıs sorunu Yunanistan ve Ege adaları sorunu, Ermeni soykırımı gibi  sorunların arkasına gizlenerek Türkiye’nin Avrupa Birliğine üyeliğini istememektedir. İşte bu sebeplerden dolayı Türkiye dış politika açılımları yapsa dahi bazı ülkeler karşısında umudu tükenmektedir. Bu sonuçlar Türkiye ve AB arasında uçurum yaratmaktadır. Avrupa Birliğindeki ülkelerin egemen görüşlerine göre bu olaylara bir medeniyet meselesi olarak yaklaşılmakta Türkiye’yi kendi medeniyetleri içine alıp/almama bunalımı yaşamaktadırlar. Sonuç olarak Türkiye’de 2002 yılından itibaren AKP iktidarı egemenliğinin yanı sıra Ahmet Davutoğlu’nun yeni dış politika açılımlarında önemli rolü hakimdir. Türkiye bölgesel olarak güçlü olmanın yanı sıra barışı sağlayan bir ülke olarak geçmişteki radikal dış politikaya göre daha barışçı bir politika izlemiş ve AB’ye tam üyelik için kesin yaklaşımlarda bulunmuştur. Ancak Uluslararası konjonktürden bakıldığında birçok sorun olmasının yanında, AB ekonomik ve siyasi olarak çatışmalar içerisindedir. AB’nin unutmaması gereken Türkiye’nin bölgesel bir güç olduğu ve içinde bulunduğu konum gereği stratejik açıdan güçlü olduğudur. Avrupa Birliği Türkiye’yi yanında tutarak diğer büyük güçlere karşı avantaj sağlamaktadır. İşte bu noktada Türkiyesiz Bir AB’nin düşünülmesinin imkânsızdır. Avrupa Birliği içerisindeki ülkelerin anlaması gereken durum bundan ibarettir.

 

Volkan TÜRKMEN

Trakya Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü

Yaralanılan Kaynaklar: http://www.usakgundem.com/yorum/283/t%C3%BCrkiye-%E2%80%93-avrupa-birli%C4%9Fi-%C4%B0li%C5%9Fkilerindeki-zorlu-s%C3%BCre%C3%A7.html

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...