Arap Baharı
Kuzey Afrika’da sınırdaş iki ülke konumunda bulunan ve tüm Ortadoğu’yu saran “Arap Baharı” dalgasının fitilini ateşleyen Tunus ve Libya’da bugünlerde önemli bir konu tartışmaya açılmış durumdadır.
Zeynel Abidin bin Ali ve Muammer Kaddafi gibi Ortadoğu’da sembol haline gelmiş iki önemli siyasal figürü devirerek Kuzey Afrika’da siyasal değişimin kapısını aralamış olan bu iki ülke, Tunus’ta iktidara gelmiş olan Ennahda (İslami Rönesans-Uyanış) Partisi’nin ortaya attığı bir söylem doğrultusunda birleşme seçeneğini gündemlerine almış durumdadırlar.
Kartaca Medeniyeti’nin merkezi olarak bilinen ve Osmanlı döneminden bu yana barışa hasret olan bu topraklarda yaşayan insanların hemen hepsi aynı ırktan, dinden, mezhepten ve tarihten besleniyor.
Arap Baharı bağlamında iki ülkenin de kendilerini yöneten diktatörlerden kurtuluşu ve coğrafi yakınlık faktörü, Tunus Cumhurbaşkanı Munsif Marzuki ve Başbakan Raşid El Gannuşi’yi böyle bir söylemi ortaya atma yönünde cesaretlendirmiştir.
Bu istem, tüm Kuzey Afrika’da hatta Ortadoğu’nun genelinde büyük bir heyecan dalgasına yol açmış olmasına karşın, birleşme hamlesinin önünde çok ciddi toplumsal, sosyo-kültürel ve siyasal engellerin olduğu da açıktır.
Meşhur Kartacalı komutan Hannibal’in önderliğinde Roma’ya karşı birlikte, tek ses olarak mücadele vermiş olan Tunus ve Libya’nın birleştirilmesi hayali, Kuzey Afrika’da uzun yıllar boyunca seslendirilmiş idealist bir siyasal düşüncenin ifadesidir. Nitekim aynı niyet, 1970’li yılların başında, yine Tunus’ta, İslami hassasiyeti yüksek kesimler tarafından dillendirilmişti.
Bugün Tunus Başbakanı olan Raşid Gannuşi, o dönem Habib Bourgiba’ya karşı siyasal mücadele veren bir siyasal aktivist olarak bu düşünceyi dillendiren en önemli isimlerdendi. Yapılan seçimler sonucu Tunus’ta hükümet olmuş olan Gannuşi önderliğindeki Ennahda Partisi’nin Tunus ile Libya’nın siyasal anlamda birleştirilmesi düşüncesini yeniden ortaya koymuş olması çok da ilginç karşılanmamalıdır.
Ne var ki, bu tarz bir projenin 1958-1961 yılları arasında Arap milliyetçiliği ve Cemal Abdülnasır’ın şahsında ifadesini bulan ve Mısır ile Suriye’nin siyasal-yönetimsel anlamda birleşmiş hali Birleşik Arap Cumhuriyeti tarzı bir başarısızlığa uğramaması için siyasal ve toplumsal altyapının çok iyi bir şekilde analiz edilmesi gerekmektedir.
Her şeyden önce, ne Tunus’ta ne de Libya’da, halk üzerinde etkisini gösterecek ve zorlu dönemeçlerin aşılmasında elini taşın altına sokacak kuvvetli ve karizmatik bir lider profili bugün itibarıyla bulunmamaktadır. Ne Tunus Başbakanı Raşid Gannuşi, ne de Libya Ulusal Geçiş Konseyi’nin önderi Mustafa Abdülcelil bu tarz bir niteliğe sahip değildirler.
Soğuk Savaş döneminde Arap milliyetçiliğinin adeta kurumsal önderi haline gelmiş olan kudretli komutan Cemal Abdülnasır dahi siyasal birleşme hususunda başarılı olamadığına göre, toplumsal ve siyasal yapının çok iyi analiz edilmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Tunus ile Libya, Arap kökenli, Maliki mezhebine dayalı ve İslami hassasiyetleri kuvvetli olan bir halk topluluğuna sahip olmasına karşın, Tunus’un yaşadığı siyasal ve ekonomik modernleşme ile Libya’nın yaşadığı siyasal süreç arasında çok ciddi farklılıklar vardır.
Her şeyden önce, Tunus’ta devlet başkanlığı yapmış olan Habib Bourgiba ve Zeynel Abidin bin Ali’nin, ülkeyi Batı tarzı bir sosyo-ekonomik ve toplumsal yapıya kavuşturmak istedikleri ve ülkenin Akdeniz çanağında yer alan Avrupa ülkeleri ile oldukça yakın bir ekonomik, sosyal ve kültürel bağlar kurduğu söylenebilir.
Nitekim Tunus toplumunun eğitim seviyesi ve sosyalleşme arayışı Libya halkına oranla çok daha fazladır. Hatta Tunus toplumunun Kuzey Afrika halkları arasında toplumsal modernleşme ve sosyalizasyon açısından en ileri toplum olduğu net bir şekilde ortadadır.
Akdeniz kıyısında yer alan, başta İtalya ve Fransa olmak üzere, Avrupa ülkeleri ile ileri düzeyde bir ekonomik ve sosyal entegrasyon seviyesine varmış olan Tunus topraklarında çok önemli sayılabilecek bir mineral kaynağı (petrol, doğalgaz, vs) da bulunmamaktadır. Bourgiba ve Bin Ali, tüm kötülüklerine ve diktatoryal anlayışlarına karşın Tunus toplumunun içe kapanmasını engellemişlerdir. Bunun yanı sıra, Tunus’ta dinsel fanatizmin bir ifadesi olarak ortaya çıkmış siyasal hareketler de herhangi bir etkinlik gösterememiş ya da halk tarafından muteber görülmemişlerdir.
Bugün iktidarda bulunan Ennahda Partisi (1989 öncesindeki adı İslami Hareket), Mısır’daki Müslüman Kardeşler Örgütü’nden esinlenilerek kurulmuş ve İslami duyarlılığı yüksek olmasına karşılık, siyasal anlamda çoğulcu ve demokratik bir rejim arzulayan ve insan hak ve özgürlüklerine değer veren bir siyasal ideolojiyi benimsemiştir.
Batılı ülkelerle işbirliği ve diyalog eksenli bir ilişki kurulması yanlısı olan Ennahda, 1990 öncesi dönemde halktan ciddi oranda destek gördüğü ve Bin Ali diktatörlüğünü siyasal anlamda tehdit ettiği için 1992 yılında yasaklanmış ve liderleri de sürgüne gönderilmiştir. Tunus halkının oldukça gecikmeli olarak gelen toplumsal isyanı sonrası devrilen Bin Ali’nin ardından yeniden kurumsallaştırılan Ennahda Hareketi, bugün için ekonomik liberalizme dayalı insan hak ve hürriyetlerine, kadın haklarına önem veren ve siyasal anlamda çoğulcu bir yapıyı savunan muhafazakâr eğilimli bir parti görünümündedir.
Sosyalist ekonomi uygulamalarını ve Arap milliyetçiliğini dışlayan Ennahda’nın ideolojisi, Tunus halkının toplumsal gelişim seviyesine ve Arap Baharı’nı yaratan adalet anlayışına oldukça uygun düşmektedir. Nitekim entelektüel seviyesi oldukça yüksek bir lider olan Raşid Gannuşi önderliğinde seçimlere giren Ennahda, %40 civarında oy almış ve siyasal çoğulculuğun gereği olarak sol eğilimli partiler ile bir koalisyon hükümeti oluşturmuştur.
Libya ise Tunus’tan çok farklı bir siyasal ve toplumsal altyapıya sahiptir. Tıpkı Bourgiba ve Zeynel Abidin gibi, 1960’ların sonundan bu yana Kaddafi’nin diktatörlüğü altında yaşamış olan Libya, Tunus’tan farklı bir modernleşme çizgisi izlemiştir.
Libya lideri Albay Muammer Kaddafi’nin, Arap milliyetçiliği, sosyalizm, İslam ve otoriter yönetim kalıplarının birleşimi ile ortaya koyduğu ve halka sözde birtakım yönetsel yetkilerin verildiği Cemahiriye adını alan siyasal anlayış, Kaddafi’nin çılgınlığın sınırlarında gezen kişiliği vasıtasıyla Libya toplumuna dayatılmıştır. Libya, Kaddafi’nin yönetimi altında, Batı’yı ve değerlerini reddeden ve uluslararası sistemden kendisini soyutlayan bir yapıya büründürülmüştür.
Batılı ülkeler ile büyük çaplı siyasal krizler de yaşayan Libya, ülke içerisindeki coğrafi-kültürel ayrım çizgisini de bir türlü aşamamıştır. Nitekim Libya’da başkent Trablus ile ülkenin doğusunda yer alan Bingazi arasında görünmez bir siyasal ayrım çizgisi oluşmuş durumdaydı. Bunun nedeni, Libya’nın Bedevi kültürüne dayalı ve aşiretler konfederasyonu niteliğindeki toplumsal yapısıydı. Bu ayrım çizgisi, ülke içerisindeki siyasal, ekonomik ve sosyal her türlü faaliyete yansıyor ve kendisi de Trablus’un kontrol ettiği Batı Libya bölgesinden olan Kaddafi, mensup olduğu aşiretin verdiği destek ile siyasal meşruiyetini bir nebze olsun koruyabiliyordu.
Bingazi merkezli Doğu Libya ise, daha çok Mısır’ın sosyo-kültürel ve toplumsal etkisi altında kalmıştır. Ekonomik anlamda oldukça geri bir görünüm sergileyen ve sahip olduğu petrol ve doğalgaz yataklarına bağımlı olan Libya, siyasal anlamda karşı çıktığı Batılı ülkelere, bu enerji kaynaklarının çıkartılması ve satışı noktasında bağımlı durumdaydı. Bu gerçeklik, Libya’nın siyasal-yönetimsel anlayışının büyük çaplı bir ironinin üzerine temellendirilmiş olduğunu göstermektedir.
Kaddafi, Arap Baharı öncesinde Batı ile işbirliğine dayalı birtakım faaliyetlere girişmişse de, aşiretler arasındaki denge sarsılıp Bingazi merkezli muhalif gruplar, NATO’nun da desteğiyle, Trablus üzerine yürüyünce çaresiz kalmıştır.
Bugün Mustafa Abdülcelil’in başında bulunduğu geçici Libya hükümeti, siyasal anlamda ılımlı ve çoğulcu bir yapı oluşturmak istemektedir. Ne var ki, Libya’nın durumu Tunus’tan çok daha kötüdür. Zira ülkenin üzerine temellendirildiği aşiretler koalisyonu bozulmuş, siyasal kadroların kapasitesi yetersiz ve ülke ekonomisi tam manasıyla çökmüş durumdadır. NATO tarafından bombalanan altyapı unsurlarının yeniden inşa edilmesi için büyük çaplı bir bütçeye ve profesyonel yardıma ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun yanı sıra, Trablus ile Bingazi arasındaki çekişme de devam etmekte, ülkenin iç kesimlerinde gücü elinde bulunduran aşiretler, yönetimin meşruiyetini tanımama eğilimindedirler. Hatta Kaddafi’ye karşı gerçekleştirilen askeri harekât esnasında silahlandırılmış olan bazı muhalif grupların silahlarını bırakmadıkları ve geçici hükümet ile gücü paylaşmak için temaslarda bulundukları da görülmektedir.
Tunus ile Libya arasındaki birleşme odaklı ideal, tarihsel bir rüyanın hayata geçirilmesi anlamında önemlidir. Üstelik diktatörlüklerin yıkılmasının ardından ortaya çıkmış olan yeni ve taze bir başlangıç odaklı umutlar, bu istemin simgesel bir önem kazanmasını da sağlamaktadır.
Ne var ki, Tunus ile Libya, iki komşu ülke olmalarına ve aynı kökenden gelip, aynı dine inanmalarına karşın, sahip oldukları toplumsal gelişim düzeyleri, siyasal yapılanma, modernleşme seviyesi ve toplumsal bütünlük anlamında birbirlerinden oldukça farklıdırlar.
Bu nedenle, bu iki devlet resmen birleşseler dahi, Ennahda lideri Gannuşi ile Tunus cumhurbaşkanı Marzuki’nin idealize ettikleri seviyeye ulaşamayacaklar ve bu devletin sonu da yalnızca 3 yıl yaşayabilen Birleşik Arap Cumhuriyeti’ne benzeyebilecektir.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi