Donald Trump, 20 Ocak 2025 itibarıyla ikinci kez ABD başkanı olarak göreve başlayacak. Seçim kampanyasında “Make America Great Again” sloganıyla öne çıkan içe dönük ve iş birliğinden uzak politikalar, başlangıçta birçok kişi tarafından ABD’nin küresel arenadan çekilme stratejisinin devamı olarak yorumlandı. Ancak seçimlerin sona ermesinden bu yana Trump’ın söylemleri ve görevlendirmeleri, bu algıyı tersine çevirecek şekilde şekillendi. Bu durum, 20 Ocak’tan sonra Trump II dönemiyle birlikte dünya siyasetinde daha iddialı ve müdahaleci bir ABD dış politikasının görüleceği yönünde güçlü işaretler veriyor.
Trump Yönetiminin Müdahaleciliği
Trump’ın ilk döneminde olduğu gibi, ikinci dönemde de ABD’nin izolasyonist olarak tanımlanan politikalardan uzaklaşması bekleniyor. Trump II, dünya siyasetinde güç dengesini yeniden şekillendirmeyi amaçlayan, ekonomik ve siyasi araçlarla desteklenen bir müdahaleci çizgi benimseyebilir. Özellikle Çin ve Rusya gibi büyük güçlerle rekabet, ABD’nin dış politikasında önemli bir odak noktası olmaya devam edecek.
Örneğin, Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak atadığı Mike Waltz, Çin ve Rusya’ya karşı sert bir tutum benimsemesiyle tanınmaktadır. Waltz, Çin’in küresel etkisini sınırlamak ve Rusya’nın agresif politikalarına karşı koymak için daha proaktif stratejiler geliştirilmesi gerektiğini savunmaktadır.
ABD’nin Ekonomik ve Stratejik Gücünü Kullanma
Trump II döneminde ekonomik gücün dış politika aracı olarak kullanımının devam edeceği açıktır. Trump’ın ilk döneminde olduğu gibi, Meksika ve Kanada ile ticaret ilişkilerinin yeniden gözden geçirilmesi ve Çin’e yönelik ticaret savaşının sürdürülmesi, bu yaklaşımın örneklerindendir. Özellikle ABD-Meksika-Kanada Anlaşması (USMCA) Trump II döneminde yeniden tartışmaya açılabilir. Bunun yanı sıra, enerji politikaları üzerinden küresel pazarlarda ABD’nin etkisini artırma çabaları da bu dönemde hızlanabilir.
Grönland konusu da yeniden gündeme gelebilir. Trump’ın 2019’da Grönland’ı satın alma önerisi, stratejik kaynaklar ve kutup bölgesindeki jeopolitik denge açısından dikkat çekiciydi. İkinci dönemde, bu tür hamlelerin daha geniş bir stratejik bağlamda yeniden ele alınması beklenebilir. Örneğin, Grönland’daki ABD üslerinin genişletilmesi veya maden çıkarma haklarının Amerikan şirketlerine verilmesi gibi seçenekler masaya gelebilir.
Çin ve Hint-Pasifik’te Yükselen Gerilim
Trump’ın ikinci döneminde Çin’le olan rekabetin daha da yoğunlaşması bekleniyor. Özellikle Tayvan ve Güney Çin Denizi’nde ABD’nin askeri varlığını artırmaya yönelik planlar, Trump II döneminde hız kazanabilir. Seçim kampanyası sırasında yapılan açıklamalar, Hint-Pasifik bölgesinde Avustralya, Japonya ve Hindistan gibi müttefiklerle daha yakın iş birliği stratejilerinin geliştirileceğini ortaya koymuştur. Bu durum, Çin’in bölgedeki etkisini sınırlamaya yönelik daha agresif bir ABD politikasına işaret etmektedir.
Özellikle, Trump’ın Dışişleri Bakanı olarak atadığı Marco Rubio, Çin’e karşı sert politikalarıyla tanınmaktadır. Rubio, Çin’in ekonomik ve askeri genişlemesine karşı koymak için daha güçlü ittifaklar ve stratejik hamleler yapılmasını savunmaktadır.
Orta Doğu ve Türkiye ile İlişkiler
Trump II döneminde Orta Doğu politikalarının da önemli bir gündem maddesi olacağı açıktır. İsrail’e yönelik koşulsuz destek politikası ve İran’a karşı maksimum baskı stratejisi devam edebilir. Bu durum, bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirebilir. Türkiye açısından ise Suriye’deki ABD askerlerinin varlığı, YPG’ye verilen destek ve S-400 yaptırımları gibi mevcut sorunların Trump II döneminde nasıl ele alınacağı büyük önem taşımaktadır. Seçim sonrası yapılan açıklamalarda, ABD-Türkiye ilişkilerinde pragmatik ancak baskıcı bir çizginin süreceği izlenimi alınmaktadır.
Özellikle, Trump’ın Savunma Bakanı olarak atadığı Pete Hegseth, İran’a karşı sert politikaları ve İsrail’in güvenliğini önceleyen yaklaşımıyla tanınmaktadır. Bu atama, Orta Doğu’da ABD’nin askeri varlığının güçleneceğine işaret etmektedir.
Küresel Düzene Etkiler
Trump’ın uluslararası sisteme yaklaşımı, ilk dönemde olduğu gibi ikinci dönemde de uluslararası hukuk ve çok taraflı iş birliği kurumlarını zorlama potansiyeli taşımaktadır. BM ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlara yönelik eleştiriler, Trump’ın bu sistemlerin reforme edilmesi gerektiği yönündeki söylemleriyle birleşmektedir. Ancak bu tür bir yaklaşım, küresel düzenin mevcut işleyişini daha da kırılgan hale getirebilir ve diğer ülkelerin de benzer tek taraflı politikalar benimsemelerine yol açabilir.
Dünya Trump II ile Ne Beklemeli?
Trump II dönemi, ABD dış politikasında daha keskin çizgilerin ve müdahaleci hamlelerin görüleceği bir dönem olma potansiyeli taşıyor. Seçim sonrası atamalar ve açıklamalar, bu dönemin önceki döneme kıyasla daha stratejik ve odaklı bir dış politika izleyeceğini gösteriyor. Çin ve Rusya ile yoğun rekabet, Hint-Pasifik ve Orta Doğu’da daha güçlü bir ABD varlığının yanı sıra ekonomik araçların dış politika hedeflerine ulaşmada etkin bir şekilde kullanımı dikkat çekici başlıklar arasında yer alıyor.
Bu yeni dönem, uluslararası ilişkilerde güç dengelerinin yeniden şekillendiği, çok taraflı iş birliği sistemlerinin sorgulandığı ve bölgesel aktörlerin stratejik hamlelerinin daha önemli hale geldiği bir süreç başlatabilir. Türkiye gibi ülkeler için bu dönem, esneklik, uyum ve uzun vadeli çıkarların gözetildiği bir dış politika izlenmesini zorunlu kılacaktır. Trump II dönemi, sadece ABD’nin değil, dünya siyasetinin de geleceği açısından belirleyici bir dönem olacaktır.