TOPLUMSAL EKOLOJİNİN AHLAKİ İLKELERİNİN KROPOTKİN’DEKİ KÖKLERİ: KARŞILIKLI YARDIMLAŞMA
Özet
Dünyadaki ekolojik kriz artık görmezden gelinemez bir hale gelmiştir ve dünya üzerinde bıraktığı zarar telafi edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Toplumsal ekoloji, bu krizin kökenlerinin kökleşmiş toplumsal sorunlarda olduğunu savunur. Hiyerarşi ve ekonomik ilişkilerdeki rekabet, toplumsal ilişkilerde derinlemesine kök salmış durumdadır ve bu krizin temel nedenleridir. Toplumsal ekoloji için çözüm, tüm bu hiyerarşi ilişkilerinden ve kapitalist üretim biçiminden kurtulmak, adem-i merkezileşmiş yerel yönetimlerin gevşek konfederasyonlarla birbirine bağlanmış olduğu bir toplumsal organizasyon biçimine geçmektir. Ekonomi de aynı şekilde yerelleşmelidir. İnsanlar doğrudan demokrasi ile hayatlarının her alanına dair söz hakkına sahip olmalıdır çünkü insanın kendini gerçekleştirmesinde “özyönetim” kritik bir rol oynamaktadır.
Kropotkin yalnızca bir anarşist olarak değil, aynı zamanda bir evrim teorisyeni olarak da karşımıza çıkar. Darwin’in teorisinin yanlış yorumlandığını düşünen Kropotkin, evrimsel olarak temel ilkenin “mücadele” değil “dayanışma” olduğunu ileri sürer. Ona göre Mücadele türler arasında görülmektedir fakat doğada türler arasında türün devamlılığını sağlamak için daha sık görülen ilke dayanışmadır.
Bookchin de Kropotkin ile benzer şekilde düşünür. Hiyerarşi ve tahakküm, kapitalizmin vahşi rekabetçiliğiyle birlikte tarihsel kurumlardır ve kapitalizmin kendini bu mücadele söylemi üzerinden meşrulaştırmasının aksine, doğal olan değillerdir. Türün devamlılığı için mücadele değil dayanışma esastır ve acilen türümüze içkin bu güdüye dayanan, doğayla bütünlüklü bir yaşama geçmek zorundayız. Çünkü eğer geçmezsek, Malthusçu mücadelenin meşrulaştırdığı rekabetçi kapitalizm ve tüm bu hiyerarşik ilişkiler türün sonunu getirmeye mahkûmdur.
Giriş
Bu çalışma günümüzde eko-anarşizmi ve ekoloji hareketlerini derinden etkileyen Murray Bookchin’in toplumsal ekolojisinde Kropotkin’in ahlaki ilkelerinin etkisini araştırmak için yazılmıştır. Toplumsal ekoloji hareketi 1960’ların ortasında ortaya çıkmış olup Murray Bookchin tarafından geliştirilmiş ve onunla özdeşleşmiştir. Toplumsal ekoloji, dünyadaki ekolojik krizin sebeplerini ve çözümlerini toplumsal alanda arar. Toplumsal cinsiyet, kültür ve etnik problemlerin tamamının hiyerarşi ve tahakküm olduğunu ileri süren toplumsal ekoloji, tüm bu sorunları kapsadığını iddia eder. Hiyerarşi ve tahakkümün en somutlaşmış hali olan devlet, erkeğin kadın üzerindeki, beyazın siyah üstündeki, insanın doğa üstündeki tahakkümünden kurtulmak için şarttır fakat yeterli değildir. Sonrasında adem-i merkezileşmiş bir yapılanma ve ekonominin yerelleşmesi gereklidir. İnsanın kendini gerçekleştirebileceği en ideal toplumsal yapı kenttir. Anarşizm, özellikle Kropotkin ve komünizm etkileri açıkça görülen Bookchin, siyasi yapılanma önerisi olarak komünalizmi ileri sürmüş ve geliştirmiştir. Bookchin’deki Kropotkin etkileri birçok farklı açıdan gözlemlenebilir fakat bu çalışmada yalnızca Kropoktin’in ahlaki ilkelerine, özellikle de karşılıklı yardımlaşma ilkesine ve bunun Bookchin’in toplumsal ekolojisinde nasıl yer aldığına yer verilecektir. Çalışmada Murray Bookchin’in Ekolojik Bir Topluma Doğru ile Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm kitapları referans alınacaktır.-
1. Toplumsal Ekoloji Nedir, Neyi Sorunsallaştırır?
İnsanlık, Sanayi Devrimi’nden sonra doğada geri dönülemez büyüklükte tahribata yol açmıştır. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın hazırladığı 2020 Yaşayan Gezegen Raporu’na göre 1700 yılından beri sulak alanların %90’ı yok olmuş durumdadır (World Wildlife Fund, 2020, s.10). Aynı raporda 1970’ten bu yana insanlık olarak Ekolojik Ayak İzimizin kendini yenileme kapasitesinin aşıldığı gerçeği de gözler önüne sunulur(World Wildlife Fund, 2020, s. 20). Okyanus kirliliği, iklim değişikliği, doğal yaşam alanlarının ve ekosistemlerin uğradığı tahribat “memeli, kuş, çift yaşamlı, sürüngen ve balık popülâsyonlarında 1970’ten 2016’yaortalama %68’lik bir azalma” ya sebebiyet vermiştir(World Wildlife Fund, 2020, s. 4). İnsanın ayak basmadığı sınırlı sayıda bölgenin kalmış olması, okyanusların sıcaklığının düzenli olarak artması, iklim değişikliğinin artık biyoçeşitliliği etkileyecek boyuta ulaşması da ekolojik krizin aciliyetini ve ciddiyetini gözler önüne seren diğer göstergelerin başını çekmektedir.
Ekosistemler üzerinde oluşan bu zararın geri dönülemez boyutlara ulaştığı ve buna yönelik çözümlerin hızlıca alınması gerektiği yukarıdaki verilerin de gösterdiği üzere açıktır. Toplumsal ekoloji, içinde bulunduğumuz ekolojik krize dair bir an önce ciddi ve radikal adımlar atılması gerektiğini düşünür. Günümüzde karşı karşıya olduğumuz ekolojik krizin kökenlerinin derinleşmiş toplumsal sorunlarda yattığını iddia eder. Bu sorunlar toplumsal ilişkilerde tahakküm ve ekonomik ilişkilerde rekabettir. Bookchin, Marx’tan farklılaşarak kapitalist üretim biçiminin içinde bulunduğumuz ekolojik krizde ciddi bir etkisi olsa da yalnızca ondan kurtulmakla çözüme ulaşamayacağımızı savunur. Hiyerarşik ilişkilenme biçimleri, insanın insan üzerinde kurduğu tahakküm, tarihsel olarak kapitalizmin öncesine dayanmakta ve bugün doğa üzerinde kurduğumuz tahakkümün ana sebebini oluşturmaktadır.
Bookchin’e göre, kapitalizm artık “yeni -ve belki de muazzam- bir çelişki üretmiştir: durmadan büyümeye dayalı bir ekonomi ile doğal çevrenin kurutulması arasındaki çatışma.”(Bookchin, 2017, s. 86). Bookchin daha da ileri giderek bu çelişkinin Marx’ın on dokuzuncu yüzyıl kapitalizmi üzerinden ortaya koyduğu emek-sermaye çelişkisinden daha merkezi olduğunu iddia etmektedir (Bookchin, 2017, s. 86).
Kapitalizm doğası gereği amoral (ahlak dışı, ahlak ile ilgisi olmayan)’dır. Kapitalist üretim biçiminin içinde bir girişimciden doğayı düşünerek hareket etmesi beklenemez. Bookchin’e göre sistemin temel ilkesi “büyü ya da öl” sloganıdır. Kapitalist, maliyeti minimuma indirmeyi, dolayısıyla piyasada hayatta kalmayı ve büyümeyi amaçlamaktadır. Onun doğayı düşünmesi doğal bir sonuç olarak kâr elde edememesine, büyüyememesine ve sistemin içinde yok olmasına sebep olacaktır. “Ekolojik bakımdan aklıselim uygulamalar benimsemek, ahlaki kaygılara sahip olan bir girişimciyi rakipleriyle -ekolojik kılavuz ilkelere ve ahlaki kısıtlamalara göre hareket etmedikleri için daha düşük maliyetlerle daha ucuz metalar üreten ve sermayelerini daha da büyütmek üzere daha yüksek kârlar elde eden rakipleriyle- gireceği rekabet ilişkisinde çarpıcı ve ölümcül bir dezavantajla karşı karşıya bırakır. Piyasanın bir hayatta kalma yasası vardır: Söz konusu rekabetçi mücadelede yalnızca hiçbir ahlaki prensibe sahip olmayan kişiler yükselebilecektir.” (Bookchin, 2017, s. 36). Dolayısıyla sistemin içinde üretimde bulunan herhangi bir sermaye sahibinden doğa özelinde ahlaki davranması beklenemez ve bunu yapmadığı için yargılanamaz. Sistem ahlak içeren davranışı imkânsız kılmaktadır.
Kapitalizm, insanın insan üzerinde kurduğu tahakküm ve hiyerarşi ile “doğaya hükmetme” fikrini tarihin gördüğü en acımasız noktaya taşımış ve yaşadığımız gezegen üzerinde geri dönülmez bir tahribata yol açmıştır. Bookchin bu hiyerarşik ilişkilenme biçimlerini tarih ve antropoloji üzerinden açıklar. Hiyerarşi insan ilişkilerinde tarihsel olarak ortaya çıkmıştır. Tarih öncesi topluluklarda gözlemlenmez. Ekolojik Bir Topluma Doğru makalesinde Bookchin, Wintu yerlilerinin sözdiziminden, hiyerarşinin olmadığını gösteren örnekler verir. “Wintulu bir anne bebeğini gölgeye ‘taşımaz’, onunla gölgeye ‘çekilir’. Bir şef halkını ‘yönetmez’, onların yanında ‘durur’.” Wintu Yerlileri’nin aynı zamanda sahiplenmek kelimesi yerine kabullenmek kelimesine sahip olmalarından da bahseden Bookchin, bu durumun karşılıklı saygıyı ve bireysel iradeyi gözetmeyi içerdiği yorumunu yapar. Wintu Yerlileri gibi hiyerarşi öncesi kabilelerde “çoğunlukla kıyaslama yapmak için dilsel bir mekanizma bulunmaz.” (Bookchin, 1996, s. 64).
Karşımıza çıkan en eski hiyerarşi biçimi gerontokrasidir. Yazı öncesi dönem olması dolayısıyla en yaşlı olan toplumdaki en bilgedir fakat bir yandan fiziksel olarak genç olanlar kadar güçlü değildir. Bu yüzden bu toplumlarda genç ve yaşlı arasında farklı görev tanımları yapılmıştır. Benzer görev dağılımlarını kadının bahçe işlerine, erkeğinse avlanmaya odaklanması üzerinden görürüz. Bookchin’e göre bu durum, bu tarz toplumlarda herhangi bir görevin diğer görevden daha üstün olması anlamına gelmiyordu. Bu görevler ve toplulukta yaşayan insanlar birbirleriyle tamamlayıcılardı. Fakat zaman içinde bu ilişkiler, hiyerarşik bir biçime dönüşmeye başladılar. Önce yaşlı gençten üstün bir yerde konumlanmaya, sonra ise kamusal alanın önem kazanmasıyla birlikte kamusal alanla tanımlanan erkek, kadından üstün hale gelmeye başladı. Bunun sonuncunda ise hiyerarşi ve tahakküm toplumun temeline yerleşmeye başladı ve temel ilişkilenme biçimimiz haline geldi (Bookchin, 2017, s. 23-28). Gerontokrasi ile başlayan hiyerarşinin yolculuğu, “devlet” isimli tahakkümün en derinleşmiş biçiminde ve toplumsal yapısında vücut bularak yolculuğunu tamamladı.
2. Komünalizm
Tüm bu yukarda sayılan sebeplerden dolayı içinde bulunduğumuz ekolojik krize bulacağımız çözüm yalnızca kapitalist üretim biçiminin değişmesine değil, hiyerarşik ve tahakküme dayalı toplum yapımızın da değişmesine bağlıdır. Fakat bu değişim Marksizm’in önerdiği gibi yalnızca kapitalist üretim biçiminin ortadan kalkmasıyla meydana gelemez. Çözüm, sistemi yeniden üreten çevrecilerin önerdiği gibi doğayla uyumlu sanayilerin geliştirilmesi de olamaz ya da primitivizmin önerdiği gibi ilkel, teknoloji öncesi toplumlara ve ilkel yaşama geri dönüş de değildir. Bookchin’e göre teknoloji kaçılması gereken bir şey değil, aksine özgürleştiricidir.“Bookchin doğal bölgelerin tam gelişimini ve organik toplulukların yaratılmasını sağlamak için yeni tekniklerin doğada dengeyi koruyucu/organik bir tarzda kullanılabileceğini ileri sürer. Teknoloji zorlu çalışmayı, maddi güvensizliği kaldırdığı için özgür bir toplumun önkoşuludur.” (Zengin, 2016, s. 244).
Bookchin, ekolojik krizin çözümünü, anarko-komünist bir model olarak komünalizmde bulur. Ona göre adem-i merkezileşmiş, neredeyse tümüyle özerk yerel yönetimlerin gevşek bir şekilde bağlandığı konfederasyonlar, devletin ortadan kalkmasıyla birlikte ulaşmamız gereken yapıdır. Bookchin, eko-teknoloji ile kendi kendine yeten bir üretime sahip eko-cemaatleri öngörür. Oluşan bu cemaatlerde, doğrudan yönetimle ve demokrasiyle kendi hayatı üzerinde tam söz hakkına sahip “yurttaş”lar yaşıyor olacaktır.
Bookchin’de Aristo etkisini yurttaşlık ve kentlere verilen önem konularında görmek mümkündür. Bireyin özbilinci ve özgerçekleşmesi önemlidir ve bunu yapabileceği en ideal siyasal yapı, içinde yaşayan herkesi tanıdığı ve sınırlarını görebileceği büyüklükte olan kenttir. Özyönetim, Bookchin’in öngördüğü toplum yapısında bireyin kendini gerçekleştirebilmesi için kritik bir kavramdır ve Bookchin bu kavramla ‘öz’ün yani bireyin kendi kuralını koyması anlamını kasteder. Bu, bireyin yetkinliğinin tanınmasıdır. Özeylemlilik ise benliğin “toplumsal süreçlerde etkinlik kazanması”dır. Dolayısıyla polis, “ben”in kendi ifadesini bulması için en uygun alandır (Bookchin, 1996, s. 115-116). Komünalizmin amacı aynı zamanda “ekonomiyi millileştirmek ya da üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti sürdürmek değil, ekonomiyi yerel yönetimleştirmektir.” (Bookchin, 2017, s. 105).
Bookchin, bu toplum yapısına ulaşmak için eğitim ve liderliğin gerektiğini düşünür. “Yapısı resmi bir anayasa ve uygun tüzükler ile açıkça düzenlenmiş” özgürlükçü bir yerel yönetim hareketi ile bu topluma varılacaktır. (Bookchin, 2017, s. 115). Bookchin, anarşistlerin aksine, iktidarın yok edilebileceğini düşünmez. Ona göre iktidar detaylı bir şekilde paylaşılmalıdır, iktidarın yok edilebilmesi mümkün değildir.
3. Kropotkin ve Karşılıklı Yardımlaşma
“Kimler daha iyi uyum sağlamıştır: Birbirleriyle sürekli olarak mücadele halinde olanlar mı, yoksa birbirlerine destek olanlar mı?” diye doğaya sorarsak, en iyi uyum sağlamış olanların, hiç tartışmasız, karşılıklı yardımlaşma alışkanlığı edinmiş hayvanlar olduğunu görürüz (Karşılıklı Yardımlaşma, s 19).
1902 yılında, Karşılıklı Yardımlaşma’yı yazdığında, Kropotkin yalnızca Darwinistlerin mücadele ve hayatta kalma savaşının her yerde olduğunu iddia ederek meşrulaştırdığı tüm önerme ve teorilerine karşı yeni bir ideoloji önerisinde bulunmakla kalmamış, aynı zamanda Darwin’in Evrim Teorisi’ni yeniden yorumlamış, hatta Nicolosi’nin dile getirdiği gibi, Darwin’in yanlış anlaşılmasını ve yanlış yorumlanmasını da düzeltmiştir. (Nicolosi, 2020, s. 147)
Darwin’in doğada hayatta kalmak için sürekli bir mücadele içinde olduğumuz anlayışını Thomas Robert Malthus’tan etkilenerek oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Malthus’un 1798’de Essay on the Population as it Affects the Future İmprovement of Society isimli makalesindeki nüfusa ilişkin düşünceleri Darwinizm’in gelişmesinde etkili olmuştur. Malthus, canlıların besin kaynaklarından çok daha hızlı çoğaldığını, bu yüzden kıtlık ve hastalıkların nüfus dengesini sağladığını ileri sürerek Darwin’in doğal seçilim fikrini geliştirmesinde etkili olmuştur. (Zengin, 2016, sf. 231).
Fakat Darwin, hayatta kalmak için mücadele (struggle for existence)’den bahsettiği gibi, yardımlaşmanın hayatta kalma şansını artırdığını da dile getirmiştir. İnsanın Türeyişi isimli kitabında, hayatta kalmak için dayanışan canlıların hayatta kalma ihtimalinin arttığını şu şekilde dile getirir: “Sıkı bir birlik içinde yaşamakta çıkarı olan hayvanlarda, topluma katılmaktan en çok hoşlanan bireyler çeşitli tehlikelerden en kolay kurtulur; oysa arkadaşlarını en az düşünen ve yalnız yaşayan bireyler çok sayıda yok olur.” (Darwin, 1975, s. 146). Bunun dışında yine aynı kitapta Darwin “duygudaşlık” tanımı yapar ve bunu sevgiden ayırır. Ona göre “bu duygu, türeyişi ne kadar karmaşık olursa olsun, birbirine yardım eden ve birbirini savunan bütün hayvanlar için çok önemli olduğundan, doğal seçme ile kuvvetlendirilir; çünkü duygudaş üyelerinin sayısı en çok olan topluluklar, en iyi serpilip gelişir ve en çok sayıda döl yetiştirir.” (Darwin, 1975, s. 147).
Darwin’de yer alan “duygudaşlık” kavramı, Kropotkin’de “karşılıklı yardımlaşma” kavramına dönüşmüş olarak kendini gösterecektir. Kropotkin Karşılıklı Yardımlaşma kitabında Darwin’in takipçilerinin onun teorisini genişletmek yerine daha da daralttıklarını dile getirir (Kropotkin, 2001, sf. 17). Darwin’in, Malhus’un “mücadeleye ilişkin dar kavrayışı” üzerinden okunmasını eleştiren Kropotkin (2001), yaşamın sürekli bir mücadele alanı olduğu, Hobbesçu bir anlayışla herkesin herkese karşı savaş içinde yer aldığımız düşüncesine karşı çıkar (s. 17). Doğada türler arasında bir mücadele olduğunu kabul eden Kropotkin, tür içinde aksine bu mücadeleyle başa çıkabilmek ve üreme şansını arttırabilmek için daha çok dayanışmanın gözlemlendiğini dile getirir.
“Bu tezi desteklemek için gösterilebilecek sayısız olgu dikkate alınırsa, kesinlikle diyebiliriz ki, karşılıklı yardımlaşma da birbiriyle mücadele kadar hayvan yaşamının bir yasasıdır; fakat evrimin bir faktörü olarak karşılıklı yardımlaşma, türün korunmasını ve gelişmesini sağlamaya son derece uygun alışkanlıkların ve karakterlerin gelişimini desteklediği için muhtemelen çok daha büyük önem taşır; aynı zamanda, her bir varlık için en az enerji kaybıyla en fazla refaha ve haza erişmeyi sağlar.” (Kropotkin, 2001, s. 19).
Mücadelenin yaşam için dayanışmaktan daha önemsiz olduğunu iddia eden Kropotkin, kitabında, önce hayvanlarda görülen dayanışma örneklerini, sonra modern topluma kadar insanlar arasındaki dayanışma örneklerini gösterir. Kropotkin için karşılıklı yardımlaşma evrimin temel bir faktörüdür, doğa yasasıdır. Darwin gibi Kropotkin de karşılıklı yardımlaşmanın sevgiden ve sempatiden farklı olduğunu, temel bir dayanışma hali olduğunu ileri sürer. Örneğin kurtların sürü halinde avlanmasının da aynı sebepten, sevgi ya da sempatinin aksine bu dayanışma güdüsünden kaynaklandığını dile getirir (Kropotkin, 2001, s. 9-10). Bununla birlikte “bir mücadele alanı olarak doğa kendi iç dinamiklerine sahiptir. Onda yaşayan canlılar, edilgen bir şekilde ona mahkûmdur. Bu sebeple, Kropotkin, verili bir şekilde bulunan sert mücadelelerin, -eğer yardımlaşma olmasaydı- tür içi mücadelelerle birleşmesi durumunda hiçbir türün ayakta kalamayacağını düşünmektedir.” (Çaylak& Karadiken, 2020, sf. 96).
Kropotkin’de dayanışma, türün refahını artırır ve insanlık tarihinde sahip olduğumuz tüm kazanımlar bu dayanışma güdüsü sayesindedir. Bu kazanımlar insanlığın tamamına aittir, yalnızca bir kişiye ya da bir gruba değil ve bu kazanımları olanaklı kılan insanların sürekli bir savaş halinde olmasından ziyade, sahip oldukları bu dayanışma içgüdüsüdür. (Çaylak & Karadiken, 2020, sf. 92-93).
Bunun dışında, doğada bir türün, diğer bir türün yok oluşuna sebep olması gibi bir durum yoktur. Hayatta kalmak için mücadelenin, güçlü olanın zayıfı yemesi, büyük balığın küçüğü yemesi gibi benzetmelerle herkesin herkese karşı mücadelesi şeklinde meşrulaştırılması da aynı şekilde Darwin’in yanlış bir yorumlanışından başka bir şey değildir.“Rekabet olarak adlandırılan şey, gerçek bir rekabet olmayabilir. Bir tür, bir başka tür tarafından yok edildiği ya da aç bırakıldığı için değil, diğer tür uyum sağlamayı bilirken kendisi yeni koşullara uyum sağlayamadığı için yenik düşer. Burada da “hayatta kalma mücadelesi” deyimi metaforik anlamda kullanılmıştır, başka bir anlamı da olamaz.” (Kropotkin, 2001, s. 66) Çaylak ve Karadiken’e göre bu, o ayak uyduramayan türde yardımlaşmanın olmadığının kanıtından başka bir şey değildir. (2020, s. 95).
4. Bookchin’de Kropotkin’in Karşılıklı Yardımlaşma İlkesinin Etkileri
Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm kitabında Bookchin, hiyerarşik olmayan toplumlardaki göreneklerden bahsederken antropolog Paul Radin’in gözlemlerinden faydalanır. Paul Radin’in gözlemlediği bu toplumlarda üç temel görenekten bahseder: İndirgenemez asgari, yararlanma hakkı ve karşılıklı yardımlaşma. İndirgenemez asgari toplulukta yaşayan herkesin yaptığı işten, işin miktarından ve katkısından bağımsız olarak, geçim araçlarını kullanma hakkını ifade eder. Yararlanma hakkına göre ise hali hazırda kullanılmayan geçim araçları, bir başka grup tarafından kullanılabilir, bu geçim araçları herhangi birinin ya da bir grubun denetimi altında değildir. Dolayısıyla bu topluluklarda kullanılmayan arazi, bahçe ve aletler herkesin kullanımına açıktır. Son olarak karşılıklı yardımlaşma ise, bu toplumlarda “sağduyulu bir şekilde dayanışma içerisine girerek eşyaları ve işleri paylaşmayı teşvik etmekteydi; dolayısıyla çok iş yükü olan bir kişi ya da aile başkalarından yardım görmeyi bekleyebilirdi.”(Bookchin, 2017, s. 29-30).
Bookchin burada, tıpkı Kropotkin’in Karşılıklı Yardımlaşma kitabında olduğu gibi, insanda doğal olan, ona içkin bir güdünün yani dayanışmanın izini sürer. Hiyerarşinin ilişki biçimi olarak kurumsallaşmasından önce, sadece bu dayanışma göreneklerinden oluşan bir toplumsal ilişkiler ağını bize göstererek -Kropotkin gibi- insanın doğal durumda iyi ve ahlaklı olduğunu göstermeye çalışır. İnsan türün devamlılığı için tıpkı Kropotkin’in iddia ettiği gibi hayatta kalabilmek ve üremeye devam edebilmek için birbiriyle geçim araçlarını paylaşmakta, indirgenemez asgari ilkesi ile aynı toplumda yaşadığı diğer bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılandığından emin olmaktaydı. Hali hazırda zor bir mücadele alanı olan doğanın içinde, birbirine dayanarak tür içindeki yaşamın devamlılığını garanti altına almaktaydı.
Kropotkin’de türün devamlılığı, bireylerin yaşamının devam etmesinden daha önemlidir. Bu anlamda, Kropotkin’in toplumun bireyden önce geldiğini ve daha önemli olduğunu düşündüğünü söylemek yanlış olmayacaktır. Onun için, “Nasıl ki toplum doğanın parçasıysa birey de toplumun bir parçasıdır.” (Zengin, 2016, s. 248). Bookchin’de de benzer bir düşünme şeklini görmek mümkündür. Ona göre,“Özel çıkar, toplumsal ilişkilerde kamusal çıkarı zedeleyecek kadar egemen bir motif olamaz.”(Bookchin, 1996, s. 183). Bununla birlikte, Bookchin’in de Kropotkin’in de insan doğasının iyi ve ahlaklı olduğu anlayışına sahip olduğunu söyleyebiliriz.
“Ekolojik krizin kendisi gibi modern kültürel yozlaşmanın kökenleri de oldukça derinlerdedir. Günümüzde kapitalizm, sadece bir toplumsal ilişkiler sistemi olmasıyla değil, aynı zamanda ‘tarihin sonu’ olmasıyla -daha doğrusu, ‘insan doğasının’ en temel niteliklerini (insanın sözde rekabet etme, kazanma ve büyüme ‘güdüsünü’) dışa vuran doğal bir toplum olmasıyla- da açıktan açığa böbürlenmektedir.” (Bookchin, 2017, s. 73). Bookchin, burada açıkça kapitalizmin Malthusçu mücadele üzerinden meşrulaştırılmasını ve kendini doğal bir sistem olarak yaratmasını eleştirir. Çünkü hayatta kalmak için bireylerin birbirine savaş açması durumu doğal olan değildir. Bookchin’in de bu anlamda Kropotkin’le hemfikir olduğunu, mücadelenin türler arası olduğunu, tür içindeyse karşılıklı yardımlaşma sayesinde hayatta kalındığı fikrini paylaştığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Bookchin, ekolojik krize dair acilen radikal bir hareketin oluşması gerektiğini, aksi taktirde türün devamlılığının tehlikede olduğu konusunda okuyucularını sürekli uyarır. Hiyerarşi ve tahakkümün içinde bulunduğumuz toplumda derinlemesine işlemiş bir ilişki biçimi olmasının yanı sıra; kapitalist üretim biçiminin vahşi rekabetçi politikasının herkesi herkesle yarış içine sokması artık dünyayı geri dönülemez bir noktaya doğru sürüklemektedir. Karşılıklı yardımlaşma evrimsel olarak içselleştirdiğimiz bir güdümüz olmasına rağmen tüm bu etkenler ve kapitalizmin kendini “en doğal”, “insanın doğasına en uygun”, “insanın doğası sonucu ortaya çıkmış” bir sistem olarak meşrulaştırması durumuyla karşı karşıyayız. Türün devamlılığı için esas olan güdü, dayanışmayken; insanlığın Malthusçu bir herkesin herkesle mücadele içinde olması anlayışı ve dünyanın bir kurtlar sofrası olduğu algısı, doğayla bütünlüklü, tamamlayıcı, bütünsel bir yaşam geliştirmemize de engeldir. Türün devamlılığı için bu güdümüzü hatırlamalı, insanın böyle rekabetlere zorlanmadığı, hiyerarşinin olmadığı, vahşi bir sistem içinde ezilmediği bir yaşama doğru ilerlemeliyiz.
Sonuç
“Bir tür içindeki üyelerden birinin ölümü, bireysel ölçekte o toplumsal öznenin ölümüne değil, toplumsal ölçekteki bizin tehlikede olduğuna işaret etmektedir. Ancak bu tehlikenin farkındalığını sağlayan şey, bizin kategorik doğuşunun imkânıdır. Başka bir deyişle ahlâki içgüdünün bir sonucu olan biz, tüm insan türünün dış ötekisi, bir tehdit karşısında ontolojik ve epistemolojik bir kategori yaratarak toplumsallık bilincini tetiklemekte; bu ise türün devamlılığının önemli bir parçasını oluşturmaktadır.” (Çaylak & Karadiken, 2020, sf. 96).
“Biz”, “ben”den tarihsel olarak önce oluşmuştur ve “biz”e dair içselleştirdiğimiz, doğamızdan gelen içgüdüsel eylemlerimiz, yaşadığımız toplumda doğru olan, ahlaklı olan davranış kalıpları haline gelmiştir. Öyle ki, çoğumuz bu davranış kalıplarımızın yanlış olabileceğini düşünmeyiz bile. Örneğin İzmir’de deprem olduğunda oradaki insanlar için üzülmüş olmamız, belki bir destek kampanyasına katılmamız, tam da bu içgüdüsel dayanışma isteğinden kaynaklanır. Bu davranışların temelinde bu insanlara duyduğumuz sevgi ya da sempatiden farklı bir güdü vardır. Önemli olan türün devamlılığıdır. Dayanışma, karşılıklı yardımlaşma evrimin bir parçasıdır ve mücadeleden daha önemli ve temeldir.
Hiyerarşi ile tahakkümün, kapitalizmin vahşi rekabetinin günümüz toplumunun temelinde yer almasına rağmen, Bookchin’de bu toplum yapısının gerisinden, tarih öncesinden evrimimizin bir parçası olarak gelen bir güdü olarak “dayanışma” fikrini onaylayan bir tavır görürüz. Ona göre “ilkel” bir yaşama dönmek; teknolojiyi, insanın birlikte yarattığı tüm sosyal birikimleri geride bırakmak değil, unuttuğumuz ama hala sahip olduğumuz bu “dayanışma” güdüsünü hatırlamak, bu şekilde kendimizi gerçekleştirebileceğimiz, hiyerarşinin olmadığı bir toplum yapısına geçiş yapmaktır. Çünkü hiyerarşi, rekabet ve tahakküm aslında temelde insanı kendi doğasından uzaklaştıran, türün devamlılığı için güdüsel olarak yapmak istediği şeyleri yapmasına engel olan kurumlardır. Ona göre kapitalizm, kendini bu rekabet ve mücadele söylemi üzerinden meşrulaştırır, yeniden yaratır ve kendini “doğal” olarak inşa eder.
Kapitalist toplumsal ilişkiler artık bir kapitalist kültür haline gelmiş ve insan zihninde hiç olmadığı kadar kök salmıştır. Malthusçu mücadele üzerinden kendini meşrulaştıran kapitalizmin bizi türün yok oluşuna doğru götürdüğü aşikârdır. Kapitalizmin ve hiyerarşinin toplumsal yaşamımıza bu denli işlemesine rağmen, hala çok geriden gelen bir güdü sayesinde insanlık türünün yok oluşuna çok daha önce varılabilecekken varılmamıştır. Ekolojik kriz, bizi bu güdümüzü hatırlamaya, toplumumuzun içine yerleşmiş ve “doğal” olduğunu sandığımız Malthusçu mücadele algısından, herkesin herkesle savaş içinde olduğu fikrinden vazgeçmeye zorlamaktadır. Çünkü Bookchin’e göre, eğer bunu yapmazsak, mücadele ve rekabet türün sonunu getirecek ve hepimize türün devamlılığı için mücadelenin değil dayanışmanın daha esas olduğunu geri dönülemez bir kayıp sonucu kanıtlamış olacaktır.
NESLİŞAH CANBAZ
ANARŞİZM OKUMALARI STAJYERİ
KAYNAKÇA
Bookchin, M. (1996). Ekolojik Bir Topluma Doğru.İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bookchin, M. (2017). Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm.İstanbul: Sümer Yayıncılık.
Çaylak, A., & Karadiken, H. (2020). Salgın Hastalıklar Bağlamında İki Varoluş Mücadelesinin Karşılaştırmalı Analizi: Malthusçu Kaos & Kropotkinci Yardımlaşma. Journal of Political Administrative and Local Studies (JPAL), 3(2), 83-100. http://doi.org/10.37460/j.2636-7823/2020.3.2.01
Darwin, C. (1975). İnsanın Türeyişi. Ankara: Orsel Matbaası.
Kropotkin, P. (2001). Evrimin Bir Faktörü: Karşılıklı Yardımlaşma. İstanbul: Kaos Yayınları.
Nicolosi, R. (2020). The Darwinian Rhetoric of Science in Petr Kropotkin’sMutual Aid. A Factor of Evolution (1902). Ber. Wissenschaftsgesch 43(2020), 141-159. DOI: 10.1002/bewi.201900023
Todes, D. P. (1989). Darwin Without Malthus: The Struggle for Existence in Russian Evolutionary Thought. New York: Oxford University Press.
Zengin, H. S. (2016). Eko-Anarşizm İçin Karşılaştırmalı Bir Analiz:Kropotkin/Bookchin Örneği. İdealkent Kent Araştırmaları Dergisi (Journal of Urban Studies). 8(21), 229-258.
World Wildlife Fund. (2020). Yaşayan Gezegen Raporu. https://wwftr.awsassets.panda.org/downloads/2020_yaayan_gezegen_raporu_ozet_10_09_2020.pdf