Toplum Düşmanları ya da Aydınlanmanın Sefaleti

Aydınlanma düşüncesi, hayata dair her şeyin insan aklı odaklı yanıtlar ve çözümler silsilesi içerisinde yürütülebileceğini ileri sürüyordu. Akla ve akıl sonucu elde edilen bilimsel bilgilere sahip olan insan, yine akıl eliyle ürettiği bilmin referanslarla “mutlak doğru” sonuçlara ulaşabilir ve bunu hayatın her alanına tatbik edebilirdi. Rönesansla başlayan ve özellikle 18. yüzyılda entelektüel gücünün doruğuna ulaşan Aydınlanmacılık, pozitif bilimlerin hızla gelişmesine paralel olarak insana, doğaya, insan dışı varlıklara, yani aslında yaşadığımız hayata ilişkin ne varsa, hepsinin akılcı ve rasyonel bir temelde açıklanabileceğini ileri sürdü. Soyut bir kavram olan aklın, rasyonel parametreler kullanılarak işletildiğinde hayata ilişkin her soruna mutlak bir çözüm üretebileceğini savunan Aydınlanma düşüncesi, bilginin ve rasyonel çıkarımların evrenselliği üzerine inşa edilen bir evrenselciliğin savunusunu yaptı, hayatı siyah ve beyaz, iyi ve kötü, doğru ve yanlış gibi mutlak ikilemler üzerinden okudu ve bu ikilemi taşımayan bireyler üzerinde baskı kurma yoluna gitti; dolayısıyla Aydınlanma fikri, baskıcı ve zorla dönüştürücü özüyle esasında otoriter zihniyetin içerisinden konuşan bir yönelim oldu.

Fakat geride bıraktığımız on yıllar, kazanımları bir tarafa, Aydınlanma düşüncesini haklı çıkartacak şekilde ilerlemedi. Dini dogmalardan ve aşkın ezberlerden sıyrılarak zihnen özgürleşen ve bu özgürlüğünü siyasal özgürlükle tamamlayan insanlık, sözgelimi iki büyük dünya savaşının çıkmasına engel olamazken, Aydınlanma düşüncesi, milyonlarca insanın hayatın kaybetmesine, yaygınlaşan kitlesel yoksulluğa, giderek bozulan gelir adaletsizliğine, bozulan ekolojik dengeye, yerel çatışmalara ve savaşlara bir çözüm üretemedi. Bu durum, özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası süreçte Aydınlanma düşüncesinin siyasal bir kavram olarak giderek sekterleşmesine giden yolu hazırladı.

Aydınlanma düşüncesi, hayata dair bildiğimiz her şeyin göreceli olduğunu ve aslında bakarken gördüğümüz “şey”lerin bile kesin ve mutlak, tek olmadığını, bilimsel sonuçlara dayalı gerçeklerin de yalnızca çürütülene kadar doğruluk taşıyabileceğini, dolayısıyla hayata dair şeylerin evrensel ve tek doğru üzerinden okunamayacak kadar kompleks olduğu gerçeğini ıskaladı. Aydınlanma düşüncesini taşıyan zihinler, hayata dair evrensel bilgilerin tekelinin az sayıdaki “bilen-gören-duyan” bireye ait olduğunu ve bu bireylerin işlevlerinin de “toplumu (yani geride kalan geniş yığınları) aydınlatmak” olduğunu düşündüler ve bu akıl yürütmey referans vererek bireysel ve ideolojik doğrularını evrensel ve aşkın doğrular hayata tatbik etmeye çalışıp, toplumu belirli bir yönde evrilmeye zorladılar, bunu uygulamaya çalışırken de anakronik bir “ilericilik – gericilik” söylemini ideolojik meşruiyet aracı olarak kullandılar.

Türkiye’de de Tanzimat’tan itibaren modernleşme süreci bu düşünce referansıyla gelişti. Aynı zamanda savaş kazanmış olan az sayıdaki bilen, çoğu okuryazar olmayan, hayatı geleneksel ve dini referanslarla açıklamaktan ötesini bilmeyen geniş bir kitleyi “adam etmek” üzere yola çıkmıştı; kendi akıl yürütmleri bağlamında hepimizin iyiliğini düşünüyorlardı, mutlak bilgiye ve tek doğruya sahip olduklarından emindiler.

Cumhuriyeti kuran Aydınlanmacı zihniyetin iflası, aydınlanma fikrinin dünyadaki akıbetinden farksız şekilde, daha 1950’de patlak veriyordu. Aydınlanmacı zihniyetin “Hasolar, Memolar” diyerek aşağıladığı, kitlesel ve bireysel cehaletle itham ederek özünde tercih hakkını tanımadığı kitleler, 14 Temmuz 1950’den beri kendini adam etmeye çalışan ve hayatın bilgisine sahip olduğunu sanan otoriter zihniyete itibar etmedi.  Aydınlanmacı-elitist akıl, doğru bilip mutlak bellediği politik ve sosyolojik çıkarımlar ışığında Türkiye’de toplumu homojenleştirmeye çabaladı; Kürtleri Türk olduğuna ikna etmeye, Alevileri gayri resmi devlet dini Hanefi – Sünni İslam’a çevirmeye, Ermeni – Rum nüfusu bu topraklardan tamamen kazımaya uğraştı. Modernist bir görüntü altında cinsiyetçi politikalar kurguladı. Sola dair her şeyi komünizm korkusu altında yok etmeye çabaladı ve kendini aklamak için de, siyasal iktidarı elinde tutan muhafazakâr sağ partilerin iktidarda olmalarından dem vurup, 1950 öncesini asr-ı saadet olarak güzellemek yoluna gitti. Oysa Cumhuriyet Türkiye’sinde baydınlanmacı – elitist zihniyetin kendisi görünürde muhalefette, fikirleri ise iktidarda oldu.

Bu toprakların en günahkâr kulları, aydınlanmacı akıl yürütmeyi paylaşanlar oldu. Kürt sorunundan Alevi sorununa, Ermeni – Rum  nüfusun yok olmasından dindar kitlenin kamusallaşarak modernleşmesinin gecikmesinde başat neden sahibi, aydınlanma fikri ve onun sakil, otoriter ve tek tipleştirici akıl yürütmesidir. Çoğulculuğu reddeden, içkin olduğu toplum düşmanlığını ayırdında olmak safsatasıyla kamufle etmeye çabalayan, toplumu şekil verilecek bir nesne olarak tahayyül edip hayata dair bildiklerimizin göreceliğinden bihaber yaşayan zihniyetten, demokratlık ve demokrasi çıkmadı, çıkmayacak. İstiklal Mahkemeleri’ne alkış tutan, 27 Mayıs’a, 28 Şubat’a, 27 Nisan’a güzellemelerde bulunmaktan imtina etmeyen, seçilmiş siyasal iradeyi destekleyen halk yığınlarını aşağılamayı yurttaşlık bilinci olarak belleyen bu hastalıklı ve travmatik akıl yürütmenin, artık siyasi ve toplumsal hayatımızın çöplüğünde olduğunu bilmek, zor süreçlerden geçtiğimiz şu günlerde bile bizlere bir iyimserlik aşılıyor.
Çatık kaşlarla tepeden ve nefretle topluma bakan toplum mühendisi monşerlere kalansa, ancak dost meclislerinde topluma nefret saçmak olacak. Bu kesim, bugünün gericileri. Bunun bizlere bir zararı yok, cerahatlarini boşaltsınlar. Biliyoruz ki toplum, kendini aydınlanma meşalesinin merkezinde gören akıl toplarından çok daha makul, mantıklı ve rasyonel, ayırdında karar verebilmektedir ve bu toplum, toplum düşmanlarını hayatından çıkartalı çok oldu. Hasoların, Memoların, çobanların, baldırı çıplakların çocukları Alevisiyle Sünnisiyle, Türküyle Kürdüyle, sağcısıyla, solcusuyla kamusallaşıyor, statü atlıyor, değişiyor, gelişiyor; toplum düşmanlarının hayatlarımızın hiçbir alanında hükmü kalmıyor. Hepimize geçmiş olsun.

 

Emrah Aslan

Hamburg Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü Yüksek Lisans

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...