“BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMENİN NE KADAR GÜNAH OLDUĞUNU UNUTMAMALIYDI. ÇÜNKÜ BÜLBÜLLLERİN TEK İŞİ BİZİ EĞLENDİRMEK İÇİN MÜZİK YAPMAKTIR.”
Harper Lee’nin kaleme aldığı, 1960 senesinde satış listelerini alt üst ederek dikkat çeken ve orijinal ismiyle “To Kill A Mockingbird” olarak bilinen yapıt, yayınlandığı sene Pulitzer Ödülü’ne layık görülmüştür. Kitabının yayımlanmasından iki yıl sonra, yönetmenliğini Robert Mlligan’ın üstlendiği film, beyaz perdeye taşınmıştır. Türkçe’ye “Bülbülü Öldürmek” olarak çevrilen film, seyircisiyle buluştuğu süreçte, konjonktürel basmakalıp yargılar çizgisinin dışına çıkmayı başarabilmiştir.
Film genel olarak, belirli değer yargılarına sahip bir avukat baba rolüyle Atticus Finch, Finch’in çocukları Scout ve Jem, Finch’in avukatlığını üstlendiği Tom Robinson, Mayella Violet ve Mayella’nın babası Bob Ewell etrafında sürdürülmüştür ve küçük kız çocuğu Scout Finch’in perspektifinden seyirciye sunulmuştur. Irkçılığın önemli bir yansıması olarak ten rengi farkı sorumluluğunun, biyopsikososyal bir varlık olan insana yüklenmesinin ağır sonuçlarıyla nasıl karşılaşabileceğini gözler önüne seren film aynı zamanda, kalıplaşmış yargılar olarak stereotiplerden ve ayrımcılıktan kurtulmamızın ne kadar önemli olduğuna dair vurgu yapmaktadır.
Filmin olay örgüsü Güney Amerika’nın Maycomb kasabasında ve 1929 yılında, Dünya Ekonomik Krizi’nin yaşanmasından birkaç sene sonra buhranın etkilerinin hissedilmeye devam ettiği dönemde geçmektedir. Dolayısıyla filmde 1929 Ekonomik Buhranı’nın derinleştirdiği sosyal tabakalaşmanın beraberinde getirdiği hiyerarşik yapının alt basamaklarında yer alan siyah tenli bireylerin, düşük sosyo-ekonomik statüleri ile maruz bırakıldıkları ayrımcı davranışlar arasında örülen ağları gözlemleyebilmekteyiz. Filmde siyah bireylerin çocuk bakıcısı ve tarım işçisi gibi meslek gruplarıyla ön plana çıkması, adil olmayan gelir seviyesinin meslek gruplarına dağılımının bir örneğidir.
Ayrımcılığa maruz bırakılan siyah genç adam Tom Robinson’a, beyaz bir kadın tarafından şiddet ve istismar iftirası atılması üzerine olayın geçtiği kasaba, adaletsiz bir biçimde ikiye bölünmüştür. Bu bölünme, siyah genç adamı destekleyen, kasabada yaşayan diğer siyah bireyler ve genç adamın savunmasını üstlenen Avukat Atticus Finch ile çoğunluğun beyaz kadına hak verdiği diğer katılaşmış ve sabitleşmiş fikirlere sahip birey bilincine sahip olmayan kişiler arasında yaşanmıştır. Film sahnelerinde Atticus Finch’in, mahkeme salonunda yapmış olduğu çapraz sorgulama ve rasyonel sorular sayesinde ulaştığı çelişkili yanıtlar, onun mesleki bilinci ve hakkaniyeti savunan vicdani sesiyle birleşmiştir. Finch’in, Tom Robinson’ın suçsuzluğunu jüri üyelerine, hâkime ve katılımcılara kanıtlama çabası ise takdire değerdir. Söz konusu saygı ifadesi, duruşma bitiminde Atticus Finch, önlerinden geçerken siyahların hep birlikte ayağa kalkmalarıyla resmedilmiştir. Bununla birlikte yaşamanın amaçlarından birinin saygıya layık yaşayarak, başı dik ve onurlu bir şekilde kararlar almak olduğuna inanan Atticus karakteri, bu duruşuyla aynı zamanda çocuklarına örnek bir rol-model baba figürüyle izleyici önüne çıkmıştır.
Atticus Finch’in duruşma esnasında yaptığı konuşma, insanın ötekileştirilmeye mahkûm edildiği her dönem kapsamında, hukuk sisteminin uygulanma yerlerinden birisi olarak mahkemelerin hüküm verdiği kararların sorgulanması ve üzerine düşünülmesi bakımından önem arz etmektedir: “Bu ülkede mahkemelerimiz büyük eşitleyici kurullardır. Mahkemelerimizde bütün tüm insanlar eşit sayılır. Ben mahkemelerimizin ve jüri sistemimizin dürüstlüğüne inandığım için bir idealist değilim. Bu benim için bir ideal değil, yaşayan işleyen bir gerçektir.” Atticus Finch’in değerlendirmesi göz önünde bulundurulduğunda, ötekileştirilen bireylerin suçsuz olmalarına rağmen, yaşadıkları coğrafyanın ayrımcı koşullarının ağır müeyyidelerini sahiplenmek zorunda bırakılmaması gerektiğini ve bu yönde alınan mahkeme kararlarının da realiteye uygun verilmesinin bir ideal değil, bir norm olması gerektiği gerçeği ile yüzleşilmektedir.
Filmde Tom Robinson davası kadar ön plana çıkmayan, fakat toplum tarafından ırkçı bir ayrımla değil de canavarlaştırılarak ötekileştiren ve bu anlamda Tom Robinson karekteri ile ortak noktaları bulunan diğer bir karekter ise Boo Radley’dir. Tom Robinson ve Boo Radley bu dünyada ayrımcı uygulamaların bedellerini ödemekten başka seçenek sunulmayan birey ve grupların aynadaki görüntüleridir. Film sonunda linç girişimine uğramamak için kaçan Tom Robinson’ın öldürülmesi ve varlığı üzerinden şahsına derin endişeler ve korkular yüklenen Boo Radley’in bir kahraman gibi davranması, ayrımcılığa yönelen insan zihniyetine karşı verilen bilinç dersi niteliğindedir.
Sonuç olarak nasıl ki hiçbir zararı olmayan ve tek işi güzel müzik yapmak olan bülbülleri öldürmememiz gerekiyorsa; tarihin politik, iktisadi, sosyo-kültürel, jeopolitik, jeokültürel olay ve olgularının sonuçları olan bazı öğretilmişliklere uyarak, bir takım birey ve gruplara da zarar vermemeliyiz. Atticus Finch’in metodolojisi olarak uzlaşma yöntemi ile sorunlar çözülebilir ve ön yargının doğurabileceği yıkımların önüne geçilebilir. Unutulmamalıdır ki, ayrımcılığın bedelini ödemesi gerekenler “bülbül” metaforuyla özdeşleştirilen masum insanlar değildir ve bülbüller ne kadar yaşar ve yaşatılırsa yaşam o kadar renklenecek ve farklılıklarla daha güzel bir hale gelecektir. Ve yine Nietzsche’nin söylemi akla kazınmalıdır ki, “Birini suçlamak üzere ileri uzattığın elinin üç parmağı seni göstermektedir”.
Tuğçe TAŞ
Siyasi İdeolojiler Staj Programı