Geçtiğimiz iki ay içerisinde yaşanan terör olayları beraberinde akla bazı soruları getirmektedir. Ne oldu da “Demokratik Açılım” söylemleriyle yumuşamaya başlayan dönem aniden bu derece tırmandı? Seçim döneminde saldırmazlık kararı alan PKK neden tekrar eylem yapmaya başladı? Yapılan bu eylemlerde dış güçlerin rolü söylendiği kadar büyük mü? “Arap Baharı” ile Ortadoğu’da yaşanan olayların özellikle son dönemde Suriye’deki gelişmelerin yaşanan terör olaylarıyla bir ilgisi var mı?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki yıllardır yaşanan terör olaylarında dış güçlerin etkili olduğu bir gerçektir. Abdullah Öcalan’ın yıllarca Suriye’de saklanması, Yunan Elçiliğinde bir Rum pasaportu ile yakalanması, örgütün kullandığı silahların markası, kanıt olması bakımından sadece birer örnektir. Dış güçlerin yaşanan olaylarda yine etkisi olmakla birlikte bu kez bahsedilen etki minimum düzeydedir. Bu etkinin söylenenin aksine çok büyük olmadığını anlamak için özellikle 90’lardan günümüze kadar olan dönemde değişen konjonktüre bakmamız gerekir.
1999 yılında Türkiye PKK konusunda İran’ı PKK’ya lojistik destek vermekle ve elebaşı Abdullah Öcalan’ı barındırmakla suçlarken günümüzde İran PKK’nın uzantısı olan PJAK ’a karşı Türkiye ile işbirliği yaparak Kuzey Irak’a sınır ötesi operasyonlar düzenlenmektedir. Peki, ne oldu da Türkiye’yi bölge de kendine rakip olarak gören ve yıpranması için teröre destek veren İran bugün PKK’dan desteğini çekti? Devrimden sonra ABD ile düşman haline gelen İran gün geçtikçe sistemden izole edildi. Bünyesinde barındırdığı Kürtler özellikle İsrail gibi dış güçlerden destek alarak ayrılıkçı söylemlerini artırıp silahlı mücadeleye başladılar. Bunun yanı sıra ABD’nin 2003’ de Irak’a girmesiyle Kuzey Irak’ta bir yönetime kavuşan Kürtler İranlı Kürtlere örnek olmaya başladı. “Arap Baharı” ile sistemde iyice yalnızlaşan ve kendini bu yalnızlıktan kurtarmak isteyen İran, Türkiye’yi batı ile arasında bir köprü olarak görüp Türkiye ile yakınlaşmaya başladı ve kendisine de zararı dokunmaya başlayan PKK’dan desteğini çekmek zorunda kaldı.
PKK’ya destek veren ülkelerden bir diğeri ise Suriye’dir. Fakat onun da mayıstan beri yaşanan isyanlar nedeniyle PKK ‘ya eski desteği verdiği söylenemez. Ekonomisi kötü giden, turizmi neredeyse bitmiş, petrol gelirleri durmuş, içerde tam bir isyan yaşayan Suriye şu an dışarıdan destek alacak duruma düşmüştür. Kendisi bu durumda iken PKK’ya destek vermesi zor bir ihtimaldir. Fakat bu Suriye’nin hiç etkisi olmadığı anlamına gelmemektedir. Yaşanan gelişmeler dikkatlice incelendiğinde PKK içinde ki Suriyeli Kürtlerin güçlendiği görülmektedir. Özellikle Karayılan ve Öcalan ile aynı görüşleri benimsemediği anlaşılan Doktor Bahoz Erdal lakaplı Fehman Hüseyin her barışa yaklaşılan dönemde kanlı saldırıların arkasından çıkmaktadır.
11 Eylül olaylarından sonra terörü karşısına almış gibi görünen ABD her ne kadar terör söylemini bir dış politika aracı olarak kullansa da 1 Mart Tezkeresinden sonra Türkiye’ye karşı PKK’ya desteğini artırmıştır. Çünkü kendi istediğini yapmayan Türkiye’yi cezalandırmak istemiş ve bölgede etkinliğini artırmak için güçlü aktörleri yıpratma yoluna gitmiştir. Fakat günümüzde ABD’nin bu politikası işe yaramamaktadır. Bölgeden ayrılırken güçlü müttefiklere ihtiyaç duymaktadır. Bu güçlü müttefik ise şu an için Türkiye’dir. Bu yüzden teröre destek vermesi rasyonel gözükmemektedir. Bugün yeniden yapılanmaya giden Ortadoğu’da bölge liderliğine oynayabilecek sadece iki güç kalmıştır. Bunlardan biri müttefiki olan Türkiye diğeri ise düşman olarak gördüğü İran’dır. Türkiye’nin bölgede zayıflaması İran’ın işine gelmektedir. Her ne kadar aralarında sorun yokmuş gibi gözükse de alttan alta İran ile Türkiye arasında bir rekabet her zaman olagelmiştir. İran’ın işine gelen bu durum ise ABD’nin istediği bir şey değildir. Diğer taraftan “Büyük Ortadoğu Projesi”nin temsilcisi konumunda ki Türkiye’nin bölge de terör gibi olaylarla yıpranması ABD’nin de şuan ki çıkarlarıyla uyuşmamaktadır. Son dönemde “Füze Kalkanı” konusunda Türkiye ile Anlaşmaya çalışan ABD teröre destek vererek hem Türkiye’yi kaybetmek hem de kendi çıkarlarını tehlikeye sokmak istemez.
Türkiye’nin yıpranması İsrail’in işine geliyor gibi görünse de durum pek de öyle değildir. Tıpkı ABD gibi İsrail içinde asıl tehdit Türkiye değil İran’dır. İran’ın geliştirdiği nükleer silahlar en çok İsrail’i tehdit eder niteliktedir. Bunun dışında söylemleriyle de İsrail’i tehdit ettiğini gösteren İran’a karşı en azından onu dengeleyecek güçte bir Türkiye’nin olması İsrail’in bugün için yararına gözükmektedir. Her ne kadar son dönemde Türkiye İsrail ilişkileri gerginse de son yaşanan bu ani tırmanmanın nedeni İsrail değildir. Ayrıca bölgede ABD ile politikaları örtüşen İsrail ABD’nin çıkarlarına zarar vermeyecektir.
Ortadoğu’nun diğer ülkelerine baktığımızda ise Tunus’ta başlayan ve tüm bölgeye yayılan demokrasi hareketleri mevcut rejimleri tek tek yıkmaya devam etmektedir. İç sorunlarıyla uğraşan, yeniden yapılanmaya çalışan bölge devletleri PKK’ya destek verecek durumda gözükmemektedirler.
Peki, bu olayların gerçekleşmesinde dış güçlerin etkisi sanıldığı kadar büyük değilse olayların tırmanmasına etki eden etmenler neler? Bunun için Türkiye’nin değişen politikalarına, son dönemde yaşadığı olaylara, iç dinamiklerine, mevcut muhalefete, karar alıcıların tutumlarına bakmamız gerekiyor. Bugün Ergenekon denilen yapılanmanın temellerine inildiğinde Jitem, Hizbullah, PKK, Aczimendiler, gibi birçok “ naylon terör” örgütünün yaratıldığı görülecektir. Bu terör örgütlerinin “ derin devlet” denen yapılanma tarafından kullanıldığı, destek verildiği hatta ordunun içinde bile bu örgütlerle bağlantılı kişilerin varlığı son dönemde gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Geçmiş yıllarda, bu örgütlere verilen destekler göz önüne alındığında, teröre destek veren bu yapılanmanın ortaya çıkması, destek verenlerin tasfiye edilmeye başlanması PKK’nın işine gelmemiştir.
Bunun haricinde “Demokratik Açılım” söylemi de PKK’nın hoşuna gitmeyen olaylardan biridir. Sadece silahla mücadelenin bir işe yaramadığının farkına varan devlet açılımlarla da terör ile mücadele yoluna gidince PKK sonunun geldiğini düşünerek olaylara müdahale etme gereği duymuştur. İmralı ile kandil arasındaki ilişkinin kesilmesi, Öcalan’ın avukatlarına yasak getirilmesi, “asimilasyona son verilmesi, Kürtçe yayına başlanması, Kürtçe eğitim veren bir enstitünün kurulması, bölgeye büyük yatırımlar yapılması”[1] da tırmanan olaylarda bir etkendir. Devletin verdiği bu karara PKK silahla misilleme yapmaktadır. BDP ’nin de barış konusunda İmralı’yı işaret etmesi, Öcalan’ın önünün açılmak istenmesi ve Öcalan’ın da “benden başka kimse PKK’ya” silah bıraktıramaz tarzında ki söylemleri bunu kanıtlar niteliktedir. “Komşularla Sıfır Sorun“ politikası da PKK’yı korkutan gelişmeler arasındadır. Komşularıyla sorunlarını halledecek bir Türkiye, teröre destek veren ülkelerin bu desteğini de azaltma yoluna gidecektir. Bu ise PKK’nın yaşam alanını sınırlayacak ve etkisinin azalmasına sebep olacaktır. Bu yüzden PKK gerek Türkiye’de gerek uluslararası sistemde barışa yaklaşmak yerine sorun yaratma yoluna gitmektedir.
Diğer taraftan PKK Güneydoğu’da otoritesinin sarsıldığını düşünmekte ve bölgede tek otorite olduğunu kanıtlamaya çalışmaktadır. PKK Geçtiğimiz seçimlerde bölge halkından AKP hükümetine büyük oranda oy çıkmasına tepki olarak hükümetle Kürtlerin arasını açmaya çalışmaktadır. Bölgede gerek İran tarafından gerek Türkiye tarafından sıkıştırılan PKK daralan çemberi genişletmek ve etkinliğini artırmak için silahlı eylemlere başlamıştır.
Sonuç olarak PKK her barışa yaklaşılan dönemdeki kronik tepkisini vermeye devam etmektedir. Nitekim Özal ve Refah döneminde de barışa yaklaşılmış fakat PKK’nın silaha sarılması barış görüşmelerinin yarıda kesilmesine neden olmuştur.
Umut TİKİCİ
Gazi Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler
[1] Star Gazetesi 24.08.2011 Fadime Özkan