Thomas Hobbes

Klasik realistlerin görüşlerinin felsefi temellerini oluşturan ve daha çok siyaset felsefesi alanındaki görüşleriyle ün kazanmış olan Thomas Hobbes, 1588-1679 yılları arasında yaşamış İngiliz filozofudur. Bugün bir siyaset felsefecisi olarak tanınsa da tarih, geometri, etik, genel felsefe gibi pek çok alanla da ilgilenmiştir.

Hobbes, yaşadığı süre içinde biri entelektüel, diğeri siyasi olan iki devrime tanıklık etmiştir. Bu devrimlerin siyasi olanı, yani mutlak monarşinin parlamenter demokrasinin temsili kurumlarıyla sınırlanması söz konusu olduğunda, Hobbes tam bir karşı devrimcidir. Buna karşın entelektüel devrim, yani ortaçağın tanrı merkezli ve Aristotelesçi dünya görüşünün bırakılarak, yeni doğa bilimleriyle, mekanik açıklamanın ve deneysel yöntemin benimsenmesi söz konusu olduğunda, tam bir devrimcidir.

Felsefeyle bilim arasında bir ayrım yapmayan, felsefesi, bilimsel yöntemin kapsamını kişilere ilişkin araştırmayla siyaseti de içine alacak şekilde genişletmekten meydana gelen Hobbes, her problemin ilke olarak doğa bilimlerinin yöntemleriyle çözülebileceğine inanır. Ona göre doğa bilimlerinin yöntem ve araştırmaları, kişileri ve siyaseti açıklamak için de kullanılabilir.

Hobbes, hayatın korunması ve sürdürülmesinin insan eylemlerinin temel amacı olduğunu söylemiş ve etik görüşünü bu öz varlığı koruyup devam ettirme çabası üzerine inşa etmiştir. Ona göre insanların kendi varlıklarını koruma eğilimi iki şekilde sonuçlanabilir. İnsanlar kendi öz çıkarlarını korumak için diğer insanlara karşı saldırgan eylemlere girişebilirler ya da barışı koruyup kollayan kurumlar oluşturma yoluna gidebilirler ki bu kurum Thomas Hobbes için devlettir. Bunlardan hangisinin geçerli olacağını belirleyecek olan tek şey, insanın kendisini ahlakı mümkün hale getiren iyi düzenlenmiş ahenkli bir toplum hali içinde mi yoksa ahlakı imkânsızlaştıran bir doğa hali içinde mi bulmak isteyeceğidir.

Etik anlayışından hareketle geliştirdiği siyaset felsefesinde de, karşı devrimci bir tavrı benimseyen, yeni yeni ortaya çıkıp büyük bir hızla gelişen burjuvazinin tarafını tutmayan Hobbes, sözleşmeci devlet anlayışıyla mutlak iktidarı sağlam bir temele oturtur. Hobbes’ta mutlak iktidar, kralların Tanrı’dan aldıkları yetkiye değil de, doğrudan doğruya bireylerin çıkarlarına dayandırılmıştır. Bununla birlikte, insanların, aynı anda iki efendiye birden hizmet edemeyeceğini söyleyen Hobbes, iç barışı sürdürebilmenin tek yolunun, devlet başkanının aynı zamanda kilisenin de başkanı olması, dini de denetimi altında tutması gerektiğini ifade etmiştir.

Hobbes, Leviathan adlı eserinde devleti mutlak güç ve yetkilere sahip bir egemen bir yapı olarak tanımlar. Esere adını veren Leviathan Tevrat ve İncil’de adı geçen bir su canavarıdır. Hobbes’a göre devlet, insanların korunmaları için sözleşmeyle meydana getirilmiş, yapay bir yaratık olup, onun siyaset felsefesindeki çıkış noktası doğal insandır. İnsanların doğal yaşama halindeyken yani devlet olgusu henüz oluşmamışken cehennem hayatı içinde olduklarını savunan, bu dönemde eşit ve özgür olan insanların birbirleriyle sürekli bir savaş içinde olduklarını öne süren filozof, böyle bir durumda gelişme ve uygarlığın ilerlemesinin beklenemeyeceğini söylemiştir. Buradan çıkışın tek yolu, insanların bir sözleşmeyle kendi sınırsız özgürlüklerine son vermeleri, bir üçüncü lehine haklarından vazgeçmeleridir. Hobbes’a göre, onların sözleşmeyle yarattığı bu yapay insan, bu ejderha, onları temsil edip yönetecektir.

O, bu yüce egemen gücün, söz konusu ejderhanın, insanların yaptığı sözleşmeyle bağlanmış olmadığını söylemiştir. Topluma karşı hiçbir yükümlülüğü olmayan ejderha ya da devletin çok geniş yetkileri vardır. Gerek hukuk, gerek din, gerekse mülkiyet, kısacası her şey sınırsız yetkilerle bezenmiş bu üstün güce bağlı olmak durumundadır. Hobbes’a göre hukukun tek bir kaynağı vardır, bu kaynak da egemen ve üstün gücün iradesidir. Mülkiyet de egemen gücün verdiği bir ödünden başka bir şey değildir. Buna göre, sözleşmeden önce, herkesin her şey üzerinde hakkı vardı ama insanlar bu haklarına güçleri doğrultusunda ulaşabilirdi. Demek ki devlet, topluma mülkiyet güvenliği sağlamıştır. Hobbes’a göre devlet olmadan mülkiyetin anlamı yoktur. Devletin olmadığı yerde bir mülkiyet söz konusu olmayacaktır, benim‑senin ayrımı olmayacaktır; sadece gücü olan insan istediğini alabilecektir.

Sonuçta Thomas Hobbes’un devlet ve toplum algısını özetleyecek olursak, ona göre ‘insan insanın kurdudur’(homo homini lupus). İnsanlar kendi çıkarlarını korumak ve hayata geçirmek için her yola başvurma eğilimindedir. Bu durumda devletin olmadığı bir toplumda yalnızca güçlüler çıkarlarını koruyabilecektir. Devlet insanların kendi güvenliklerini temin etmek adına bir takım ödünler vererek yapmak zorunda oldukları bir sözleşmenin ürünüdür.

Ayşe Yanmaz

TUİÇ Stajyeri

Kaynakça:

CEVİZCİ, Ahmet, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 2000

JACKSON, Robert, SORENSEN, Georg, Introduction to International Theories & Approaches, Oxford University Press, New York, 2007

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...