2004’te Steven Spielberg’in yönetmenliğinde çekilen Terminal filmi, 1988’den 2006’ya kadar Paris-Charles de Gaulle Havaalanı’nda yaşayan İranlı Mehran Karimi Nasseri’nin yaşadıklarından esinlenerek sinemaya uyarlanmıştır. Başrol Viktor Navorski karakterine, Yeşil Yol, Forrest Gump, Philadelphia gibi başyapıtlardaki performansıyla tanıdığımız birçok prestijli ödüle sahip oyuncu Tom Hanks hayat vermiştir. Drama ve romantik komedi türünde değerlendirilen film, 2005’te Art Directors Guild (Sanat Yönetmenleri Derneği) tarafından Yapım Tasarımında Mükemmellik Ödülüne, BMI Film & TV Awards (BMI Film & TV Ödülleri) tarafından da En İyi Film Müziği ödülüne layık görülmüştür.
Filmdeki olaylar silsilesi, İranlı Mehran Karimi Nasseri’nin, 1977’de İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi aleyhine düzenlenen gösterilere katıldığı için İran’dan sürgün edilmesiyle başlıyor. Birçok Avrupa ülkesine sığınma talebinde bulunan Nasseri, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından Belçika’ya mülteci statüsü ile kabul ediliyor. Normal şartlar altında, mülteci statüsünün, Avrupa’nın birçok ülkesinde ikamet etmesine izin vermesi gerekiyordu. Dolayısıyla, Nasseri 1986’da üniversite hayatını da geçirdiği İngiltere’ye taşınmaya karar veriyor. Paris üzerinden aktarma ile İngiltere’ye gitmeyi planlarken, belgelerini kaybediyor. Elinde belgeleri olmadığı için İngiltere’ye kabul edilmeyen Nasseri, yeniden Paris’e geri gönderiliyor. Belçika’dan Paris’e yasal yollarla girmiş olmasına rağmen belgelerini kaybettiği için bunu kanıtlayamıyor ve İngiltere’den döndüğünde Paris-Charles de Gaulle Havalimanı’nda tutuklanıyor. Belgelerinin olmamasından dolayı Nasseri ne Paris’e girebilmiştir ne de İran’a geri dönebilmiştir. Tam 18 yıl boyunca Paris-Charles de Gaulle Havalimanı’nın 1 numaralı terminalinde yaşamını sürdürmüştür.
Filmde Mehran Karimi Nasseri’yi temsil eden başrol Viktor Navorski, Krakozya adlı bir ülkeden New York’a, babasının ölmeden önceki hayalini gerçekleştirmek için tamamen yasal yollarla gelir. Ancak o New York’a doğru uçarken, ülkesinde bir darbe meydana gelir. Böylece, Amerika Birleşik Devletleri, Krakozya ülkesinin yeni diplomatik konumunu tanıyana dek, Navorski’nin vizesi ve pasaportu geçerliliğini yitirir. Navorski, adeta vatansız durumuna düşer. İltica özellikleri taşımadığı için de herhangi bir adım atılamaz.
Bu esnada Havalimanı Gümrük ve Sınır Koruma Müdürü Frank Dixon (Stanley Tucci) yaşananları Navorski’ye anlatsa da önemli bir sorun daha vardır. Navorski İngilizce bilmiyor ve söylenen hiçbir şeyi anlamıyordu. Yaşananları daha sonra havalimanındaki televizyonlardan öğrenecekti. Dili olmadığı için havalimanındaki hiç kimseyle anlamıyor ve bu durum birçok trajikomik olaylara yol açar. Bu durum, göç meselesinin en önemli çıkmazlarından biri olan ve göçmenlerin yerel entegrasyonunun önündeki büyük engellerden biri olan iletişim sorununu bizlere gösteriyor.
Hatta iletişim sorununun sebep olduğu olaylardan biri sayesinde tanıştığı temizlik görevlisi Gupta Rajan (Kumar Pallana), Navorski’nin bir ajan olduğunu dahi düşünür. Filmin devamında kendisinin de bir göçmen olduğunu öğrendiğimiz bu karakter ise, Hindistan’da işlediği yaralama suçunun cezasından kaçmak için bu ülkeye sığınmıştır. Herhangi bir suça karışmadığı müddetçe sınır dışı edilmeyeceğini düşünüyordu. Filmdeki yan karakterlerin de bir göç hikayesine sahip olması, göç olgusunun birbirinden farklı birçok nedenini bir arada görmemiz açısından yerinde olduğunu söylenebilir. Ayrıca, bu göçmen karakterlerin, alt-seviye işlerde çalışması da dikkat çekici hususlardan biridir. İbrahim Sirkeci ve Filiz Göktuna Yaylacı’nın ‘ekonomik düalizm’ başlığı altında inceledikleri gibi, yerli işçilerin statü nedeniyle reddettiği işler göçmenlere terk edilmiş gibi görünüyor.
Havalimanı’nda yaşamını devam ettirmeye çalışan Navorski’nin aç kalmaması için para kazanması gerekiyordu. Başlarda, bagaj arabalarını toplayarak, iade edilen bozuk paralar ile yaşamaya çalışır. Gümrük ve Sınır Koruma Müdürü Dixon durumu fark edince, bu işi yapması için bir taşıma asistanı görevlendirir. Böylece, Navorski para kazanamayacak ve aç kalacağı için yasadışı bir şekilde ülkeye girmeye çalışacaktır. Dixon, Viktor Navorski’nin kendi sorumluluk sahasından yani havalimanından çıkmasını istiyordu. Yasadışı yollarla Amerika’ya girmesi umurunda değildi. Hatta, Navorski’yi bu konuda gizliden gizliye teşvik etmeye çalışıyordu. Öyle ki, güvenlik görevlilerinin kısa bir süreliğine havalimanının çıkış kapısından ayrılmalarını böylelikle Navorski’nin bu kapıdan çıkmasını bile planlamıştı. Bu planını Navorski’ye de anlatmış ‘Amerika 5 dakikalığına açık olacak’ demiştir. Ancak Navorski bekleneni yapmamış, havalimanından çıkmamıştır.
Başrolümüz, iletişim problemini çözebilmek ve televizyondaki Krakozya haberlerini öğrenebilmek için kendi çabalarıyla dil öğrenmeye de başlar. Bu durum, gerçekte göçmenlerin geldikleri yerlere daha kolay adapte olması açısından dil öğrenmenin en önemli adımlardan biri olduğunu gösterir.
Havalimanından çıkabilmek için birçok kez başvuru yapan Navorski, bu esnada tanıştığı Gümrük Memuru Dolores Torres (Zoe Saldana) ile bir iletişim içindedir. Havalimanı yemeklerini servis eden Enrique (Diego Luna) ise Memur Torres’e ilgi duymaktadır. Navorski aracılığıyla Memur Torres hakkında bilgiler edinen Enrique, bunun karşılığında Navorski’ye her gün yemek verir. Gün geçtikçe Navorski, havalimanı çalışanları ile yakınlaşmaktadır. Yaşananları takip eden Gümrük ve Sınır Koruma Müdürü Dixon, Navorski’ye iltica talebinde bulunabileceğini, mahkeme iltica talebini değerlendirene kadar da New York’ta serbestçe yaşayabileceğini söyler. Bu konuşma esnasında Dixon’ın ‘İltica talebinde bulunan çoğu insan yargıcın önüne çıkmaz’ sözü, aslında yasadışı göçün Amerika’da ne kadar yaygın olduğunu da gösteriyor. Ancak Navorski’nin iltica talebinde bulunabilmesi için, ülkesine dönmemesi için geçerli bir korkusunun olduğunu ispatlaması gerekiyordu. 1951 Cenevre Sözleşmesi gereğince, eğer kendi ülkesinde kalırsa zulme uğrayacağı için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve geri dönmek istemeyen insanlara mültecilik hakkı tanınır. Bu sorundan kurtulması için tek bir beyanda bulunması yeterliyken Navorski ‘Evimden korkmuyorum’ diyerek Dixon’ı yine şaşırtmıştır. Viktor Navorski’nin bu cümlesi, beni filmde en çok etkileyen kısım olmuştur.
Havalimanındaki birçok işe başvurmasına rağmen kabul edilmeyen Navorski, en sonunda bir inşaat ekibine katılarak oldukça iyi meblağda para kazanmaya başlamıştır. Dixon’ın kariyeri için önemli bir günde, havalimanında bir olay yaşanır. Dilinin anlaşılamadığı bir genç, ülkesine ilaç götürürken yakalanır. İlaçların giriş izni olmadığı için el konulması gerekir. Dixon, Navorski aracılığıyla gençle iletişim kurar ve babası için Kanada’dan ülkesine ilaç götürmeye çalışan genci tutuklamaya kalkar. Bu esnada Navorski, ilacı babasına değil keçilere götüreceğini söyleyerek genci kurtarır. Çünkü hayvansal ilaçların taşınması için izin gerekmez. Bu kahramanlığı ile Navorski, havalimanındaki herkesin gönlünü iyiden iyiye kazanır.
Navorski bu süreçte havalimanında Amelia (Catherine Zeta-Jones) isimli bir hostes ile tanışmıştır. İkili zamanla birbirlerine ilgi duysa da sonu çok da iyi bitmez. Esasen filme dair eleştirmem gereken bir kısım olursa o da budur. Amelia karakteri ile kurulan ilişki bana göre çok havada kalıyor. Filmin seyrini değiştirecek tarzda herhangi bir gelişmeye bağlanmamış olmasından dolayı, Amelia karakteri filmde benim için olmasa da olur denilecek türden bir karakterdir.
Filmin sonuna yaklaşırken, Krakozya’da savaş biter. Dixon Viktor’a, Krakozya’ya dönmemesi durumunda temizlik görevlisi Gupta Rajan’ı ve diğerlerini sınır dışı etmekle tehdit etmiştir. Böylelikle New York’tan ve babasının hayalinden vazgeçen Viktor, evine dönmeye karar verir. Durumu öğrenen Gupta kendini riske atarak bunu engeller. Viktor da tüm havalimanının desteği ile Amerika’ya açılan kapıdan çıkarak babasının hayallerini gerçekleştirmeye gider.
Havalimanından ayrılırken bindiği taksici ile arasında geçen diyalog bence göç olgusu bağlamında Amerika Birleşik Devletleri’nde o dönemki durumunu yansıtan nitelikteydi. Kendisinin de Arnavutluk göçmeni olduğunu söyleyen taksici, Viktor’un ‘Ne zamandan beri New York’tasın’ sorusuna ‘Perşembeden beri’ diye cevap verir. Babasının hayali olan son imzayı da alan Viktor Navorski, evine dönmek için yola çıkar.
Filmin bende oluşturduğu etkiye bakacak olursak, 1951 Cenevre Sözleşmesi ile göç eden insanların hukuki statüleri ne kadar belirlenmiş olsa da bu terimlerin keskin sınırlara sahip olduğunu düşünmüyorum. Filmin ana karakteri Viktor, aslında göç etme maksadıyla New York’a gelmedi. Ancak ülkesinin yaşadığı durumdan dolayı adeta vatansız durumuna düşmüştür. Kendisini ne kabul edilebilir ne de geri gönderilebilir durumdaydı. Bana göre bu durum göç kavramı açısından adeta hukuki bir açıktır. Bu duruma yönelik herhangi bir yasal çözüm bulunamaması ve Viktor Navorski’nin (ve de gerçek hikayedeki Mehran Karimi Nasseri’nin) mağdur edilmesi gerek uluslararası hukuk çerçevesinde gerekse insan hakları boyutuyla gerçekten büyük bir krizdir.
AHSEN GÜNİ
Göç Staj Programı
KAYNAKÇA
- BAL, M. (2016, Kasım 22). Terminal Filminin Gerçek Kahramanı, Yıllarını Havaalanında Geçiren Adam: Mehran Nasseri. Listelist: https://listelist.com/mehran-karimi-nasseri/ adresinden alındı.
- The Terminal (2004). (tarih yok). IMDb: https://www.imdb.com/title/tt00362227/ adresinden alındı
- Sirkeci, İbrahim ve Göktuna Yaylacı, Filiz (2019). Küresel hareketlilik çağında göç kuramları ve temel kavramlar. Filiz Göktuna Yaylacı (der.) içinde, Kuramsal ve Uygulama Boyutları ile Türkiye’de Sığınmacı, Mülteci ve Göçmenlerle Sosyal Hizmetler (sf.15-39) Londra: Transnational Press London.