Tezkere, Türk ordusunun sınır ötesi kara operasyonu yapabilme yönünde hukuki/siyasal bir gerekçeye dayanmasını sağlamasının yanı sıra, “yabancı askerlerin” de Türkiye’ye kabul edilebileceğine dair bir madde içermektedir. Ne var ki, tezkere içeriğinde yer alan “yabancı asker” tanımlaması oldukça muğlaktır ve çeşitli yönlerden ele alınabilir. Yabancı asker deyimiyle, ABD ya da uluslararası koalisyon içerisinde yer alan ülkelerin askerleri nitelenebileceği gibi, Suriye’de Esad rejimine karşı mücadele veren Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bileşenleri ya da Irak’ta merkezi hükümet ile arası açık olan Sünni aşiret güçleri hatta ve hatta Peşmerge ile PYD/YPG güçleri dahi bu kapsamda değerlendirilebilir. Türkiye’nin katıksız Esad karşıtı tutumu ve Şiilerin kontrolünde işleyen ve İran ile yakın ilişkilere sahip Irak merkezi hükümeti ile yaşamış olduğu sorunlar göz önünde bulundurulduğunda, bu muğlak ifadenin bilerek kullanıldığı ve bu yolla Türkiye’nin bölgesel anlamda operasyonel bir müttefiklik ilişkisi üzerinden “yabancı” askerleri/muharipleri kullanmak isteyebileceği görülebilmektedir.
Tezkereye ilişkin üzerinde durulması gereken ikinci husus, Türkiye topraklarına konuşlandırılacak “yabancı güçlerin” Türk topraklarında ne kadar kalacağının belli olmamasıdır. Tehdidin sürekliliği gerekçesine dayandırılabilecek bu husus, “yabancı güçler” ifadesinin yukarıda ifade ettiğim muğlaklığına işaretle ABD ya da uluslararası koalisyon askerlerinin olduğu kadar çeşitli örgütlerin militanlarının/savaşçılarının da Türkiye’nin güneyinde uzun süre konuşlanmasına ve Türkiye’nin ciddi bir terör/saldırı tehdidi ile yaşamak zorunda kalmasına neden olabilecektir.
TBMM’de kabul edilen Suriye-Irak tezkeresinin amaç bölümünde IŞİD ve PYD/YPG tehdidinden bahsederken ağırlıklı olarak Esad rejimine atıf yapılmış olması ve bu rejimin ortadan kaldırılmaması halinde ne Suriye ne de Irak’ta IŞİD’e can veren toplumsal/siyasal ortamın ortadan kaldırılamayacağından bahsedilmesi esas hedefin Suriye Yönetimi olduğuna dair bir görünüm oluşturmaktadır. Türk Dış Politikası’nın Ortadoğu’daki prestijine/etkinliğine çok büyük bir zarar veren Suriye meselesinin Türkiye’nin istediği gibi, yani Esad’ın düşürülmesi ile sonuçlandırılması istekliliği, tezkerenin IŞİD ile mücadele bağlamından uzaklaşmasına neden olmaktadır.
Ortadoğu’nun kuzeyi ciddi bir dönüşümün eşiğindedir ve Türkiye de bu dönüşümün içerisinde siyasal/yönetimsel anlamda yer alacak gibi görünmektedir. IŞİD’in Suriye ve Irak’ın kuzeyinde, özellikle Kürtlerin yaşadığı topraklarda uyguladığı katliamlar ve sebep olduğu zorunlu göç dalgaları Kürt ulusçuluğunun yükselişine paralel olarak gerçekleşmiş ve bu yükselişi konsolide eden bir görünüm yaratmıştır. Suruç başta olmak üzere Türkiye’nin güneydoğusundaki topraklardan Kobani (Ayn el Arab)’ye savaşmak için giden Kürt kökenli Türkiye vatandaşlarının sayısındaki artış ve Türkiye’de yaşayan Kürtlerin Kobani’ye yardıma çağrılması bunun açık bir göstergesidir Üstelik bu tehdit sayesinde daha önce ciddi bir anlaşmazlık yaşayan Barzani’nin liderliğindeki Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile PKK/PYD arasındaki uzaklık da ciddi anlamda azaltılmıştır. Öyle ki, Irak’ta Peşmerge güçleri ile PKK/PYD IŞİD’e karşı birlikte mücadele vermektedir. IŞİD tehdidi nedeniyle Türkiye-Suriye, Suriye-Irak sınırlarının anlamsızlaşması ve Türkiye ile Irak Bölgesel Kürt Yönetimi arasındaki ekonomik entegrasyonun gün geçtikçe derinleşmesi, esas hedefin Türkiye’ye entegre olmuş birleşik bir Kürt siyasal varlığı yaratmak ve Türkiye’ye bu varlığın korunması sorumluluğunu yüklemek olduğu yönünde bir düşüncenin meşruiyetini gün geçtikçe arttırmaktadır. ABD ve özellikle İsrail’in bu stratejiyi desteklediği/destekleyebileceği de ortadadır. Tüm bu gelişmelere paralel olarak Kürt sorununa çözüm bulunabilmesi yönünde ortaya konan “çözüm sürecinin” sürekli olarak gündemde olması, Türkiye’nin güneydoğusunda Kürtlerin çoğunlukta olduğu şehirlerde belediyeler (hatta PKK) aracılığıyla Kürt kimliğine eklemlenmiş bir yönetim anlayışının kurgulanmaya çalışılması ve bu kurguya itiraz edilmesinin dahi kınanıyor olması Türkiye’ye entegre ve bütünleşik Kürt siyasal varlığı yaratma yönündeki çabanın ivmelendirilmeye çalışıldığını göstermektedir. Kobani ve çevresindeki IŞİD mezalimi ise Suriye Kürtleri ile Türkiye arasındaki duygusal bağları gündeme getiren ve sürece olumlu yansımasının olması beklenen simgesel bir olay haline gelmektedir. Çözüm sürecine paralel olarak başkanlık sistemi ve hatta federalizm/konfederalizm tartışmalarının gündeme geliyor olması, Türkiye ile Irak-Suriye Kürtleri arasındaki ilişkinin mahiyetinin nereye uzanabileceğini gösteren bir durum olarak görülmelidir.
Türkiye, tezkere aracılığıyla gerek çözüm süreci bağlamında inisiyatifi elde tutabilmek, gerekse de Suriye’nin kuzeyinde PKK/PYD’nin alan hakimiyetini daraltarak kendi toplumsal/siyasal etkinliğini arttırabilmeyi hedeflemektedir. Tampon bölge tartışmasının gündeme gelmesi sonrası PKK’nın Türkiye’ye yönelik tehditvari bir söylem benimsemesi Rojava olarak bilinen Kuzey Suriye’ye ilişkin Türkiye ile PKK arasında ciddi bir denetim mücadelesinin başladığını/başlayacağını göstermektedir. Bunun yanı sıra, Türkiye, Esad rejimi ile olan mücadelesini askeri/siyasal boyutta güçlendirebilmek, muhaliflerin mihmandarlığını tamamıyla ele almak ve ülkenin kuzeyinde denetimini arttırıp Kürtler ile oluşturacağı müttefiklik üzerinden Suriye Yönetimi’ni köşeye sıkıştırabilmek için tezkereyi kullanmak isteyecektir. Ne var ki, bu strateji Türkiye’yi bir cephe ülkesi haline getirecek ve başta Esad yönetiminin destekçisi İran, Hizbullah ve hatta Rusya gibi aktörlerin Türkiye karşıtı tutumlarını konsolide edecek ve terör saldırıları ya da ekonomik (özellikle enerji tabanlı) cezalandırma gibi hususları gündeme getirebilecektir.
Yrd. Doç. Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü