Uluslararası sistem içerisinde gündemde yer alan ve etkilerinin neler olacağı konusunda dünyanın üzerinde durduğu, stratejik analizler yaptığı ve çıkarlarını- zararlarını öngörmeye çalıştığı bir olayın tam da ortasındayız bugünlerde: Kosova’nın Bağımsızlığı.
Yine bir uluslararası gelişme yine bir dış politika meselesi ve yine iyimser olarak değerlendirdiğimizde 10- 20 yıldır bu alanlarda aktif bir rol üstlenemeyen ülkemiz: Türkiye. Türkiye; SSCB’nin dağılmasına nasıl hazırlıksız, plansız ve stratejisiz yakalandıysa, onun arkasından gelenlere de bir o kadar duyarsız ve ilgisiz kalmıştır, kalmaktadır. Dış politikamızın ilgilendiği alanlar genellikle güçlülerin içerisinde yer bulma çabası veya da güçsüzlerin başına abi olma sevdasıyla yön bulmaktadır. Balkanlardaki devletler, yaşanılanlar, uluslar arası arenada tartışılan meseleleri bizim tam olarak da içerisinde olmamız gereken ancak içerisinde olamadığımız olayların ana hatlarıdır.
Balkanlara yönelik devlet politikamız, dış politikamız bir tarafa dursun, olayın hassasiyetine gösterdiğimiz durumu son hükümet çerçevesinde değerlendirmek bugünü betimlemek açısından daha akılda kalıcı örnekler vermek gerekir.
1991 Yugoslavya’nın dağılmasından sonra ayrılan ve bağımsızlığına kavuşan 6. ülke 17 Şubat Pazar günü itibariyle Kosova olmuştur. NATO ilk defa bağımsız bir ülkenin var olmasına yol açmıştır. Yüzde 98’inin Arnavut olduğu Kosova, Sırbistan’ın ve Rusya’nın tüm baskılarına ve misillemelerine karşı arkasına özellikle ABD’yi ve AB’yi alarak kazanmış olduğu bu başarıyı bugün sokaklarında kendi bayraklarının yanı sıra bu aktörlerin bayraklarını da sallayarak coşkuyla kutlamaktadır. Olayın tarihsel boyutu çok öncelere dayanmakla birlikte bugünkü aktörlerin ve dünyanın çok sonraki tarihleri ilgilendirecek endişelerini ve kaygılarını içerisinde barındırmaktadır.
Bu süreçte dikkat çekmek istediğim nokta ise; bağımsızlık sürecinin güçlenmesinden itibaren Türkiye’de konuyla ilgili yapılan, özellikle dış işleri ve başbakan tarafından yapılan açıklamalarda konunun basit bir şekilde değerlendirilmesi ya da konunun gidişatıyla ilgili ciddi bir öngörü çalışması yapılmamasıdır. Aslında bu da mantıklı, daha önemli olan konularımız var en başta “türban meselesi.”. Eminim bu meseleyi dış politikadan, Türkiye’nin geleceğinden, üniter yapısından ya da uluslararası ilişkilerinden çok daha önemli olduğunu düşünen çok sayıda insan vardır, vardır ki şimdi dış politikamızı Rusya Devlet başkanı Putin’e teşekkür ederek sürdürüyoruz.
Buradan değinmek istediğim nokta; Türkiye’yi birazdan bahsedeceğim noktalarda bu kadar ilgilendiren bir konuyu bir emsali, dış politikamız içerisinde ne kadar alt sıralarda tuttuğumuzun kanıtıdır bu teşekkür. SSCB’nin varisi olan Rusya’nın balkanlar üzerindeki bitmeyen hegemonik politikaları ve çıkarları yönünde alması gereken pozisyon gereği Kosova’nın bağımsızlığı istemediği sadece bu niyetle söylediği bir sözü bizim dış politikamız için bir artı şeklinde değerlendirdiğimizi anlatmak belki de birçok niyeti gözler önüne sermek olacaktır.
Rusya devlet başkanı Putin Kosova’nın bağımsızlığına iki gün kala yaşanılan süreci ve sonuçlarını “Pandora’nın Kutusu’na” benzetmişti. Daha doğrusu ayrılıkçı dalgaları durduramazsınız diye açık açık, olayın birçok etkisinin olacağını, verdiği ve Türkiye’yi de yakından ilgilendirdiği bir örneğin varlığıyla açıkladı. Avrupa’yı ve diğer partnerlerini etkilemek için Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de tanınması konusundaki benzerliğinden bahsetti. Tabiki bunu iyi niyetli bir şekilde KKTC’nin tanınması davasını desteklemek için yapmadı. Bu örneği verirken amacı, dünyaya özellikle de Avrupa’ya bir siyasal güvenilirlik dersi vererek ÜLKESİNİN ÇIKARI YÖNÜNDE BİR DIŞ POLİTİKA tavrı izlemekti. Bu söylemlerin hemen ardından konunun baş aktörlerinden Türkiye’nin başbakanının Putin’i arayarak konuyla ilgili yaptığı açıklamadan, özellikle verdiği örnekten ötürü kendilerine teşekkür ettiği öğrenildi. Kısacası, bizim söyleyemediğimizi Sayın Putin söyledi. Ya da söylemek istemediğimizi…
Şimdi olayın kamuoyu ve devlet bünyesindeki algılamalarından bahsetmek gerekirse aklımıza konuyla ilgili bazı soruların gelmesi muhtemeldir.
- Kosova’nın bağımsızlığıyla tekrardan gündeme gelen KKTC’nin tanınması yönündeki isteğimiz de daha doğrusu dış politika anlayışımızda ne kadar samimiyiz?
- Dış politika anlamında KKTC konusunda bundan sonraki dönem içerisinde Avrupa Birliği ile masaya oturacağımız ve müzakere edeceğimiz başlıklar neler olacaktır?
- Putin’e, BM’ye, AB’ye veya ABD’ye teşekkür ve minnetlerimizi göstereceğimiz sözlerin yanı sıra uluslararası hukuka, diplomasiye ve devlet anlayışımıza uygun sözlerimiz var mıdır?
- Ve son olarak Kosova’nın Bağımsızlığına bu kadar sessiz kalmamızın nedeni, komşumuz Irak içerisinde olanlar mıdır?
Bu soruların cevaplarının önemli olduğu bugünlerde ortaya çıkan resmin
Analizinde Türkiye açısında söylenecek olanlar aslında hepimizin çıkarına olan şeylerdir. Şunu açıkca belirtmek isterim ki Türkiye Kosova’nın Bağımsızlığı sürecine çok mesafeli kalmıştır. Belki bilinmeyen gizli diplomasiler yapılmıştır ama bunların ne kadar fayda sağladığı uluslararası anlamda yankılananlardan ortaya çıkmaktadır. Stratejik açıdan Türkiye’yi rahatlatacak olan bu duruma sadece duygusal olarak bakmak yani; tarihsel ve kültürel bağlar açısından yaklaştığımızda durumun asıl önemini kavrayamadığımız ortadadır.
Bağımsızlık süreci hızlı bir şekilde ilerlerken ülke olarak ve dış kamuoyunda ne de diğer müttefiklerimizle belli bir planın çerçevesini çizemedik. Dış basında yer alan domino teorisi yazılarının ilk örneklerinden biri olamadık. KKTC’nin bağımsızlık davasını etkili bir diplomasi ve dış politikayla seslendiremedik. Hükümetimiz KKTC’nin statüsünü belli platformlarda dile getirmek için herhangi bir talepte bulunmadı. Rusya Devlet Başkanı Putin’in sözlerinin nedenini anlayamadığımız bu sözlerin ardından bir teşekkürle yetindik. Bu süreci takip edeceğimizi, arkasında olduğumuzu ya da Avrupa’nın genel ilkelerinin tersine izledikleri politikaları eleştiren demeçleri veremedik. Burada dünyayla birlikte Türkiye’yi de etkileyecek mikro devletlerin çıkışı ve ayrılıkçı grupların varlığını bilerek önceden belirlenmiş bir dış politikamızın olmaması bizi ancak ve ancak iç politikasıyla ilgilenen bir devlet kıvamına getirmiştir. Batı Trakya, Bosna, Makedonya ve şimdi de Kosova… Büyük devlet olma yolunda Balkanlardaki durumumuzun git gide nasıl aşama kaydettiği bugün gözler önündedir.
Kosova’nın Türkiye açısından birçok boyutu olmakla birlikte ilk akla gelenler, demin de bahsettiğim gibi KKTC konusu bakımından etkileri ve de diğer bizi etkileyebilecek en yakın boyutu Kuzey Irak’ta kurulması planlanan Kürt devletinin varlığı ve içimizde oluşabilecek ayrılıkçı hareketlerdir. Acaba Türkiye’nin bu soğukkanlı duruşu bu ayrılıkçı hareketlerden duyulan kaygıdan dolayı mıdır? Ya da anlatmak istediğim gibi siyasi iradenin dış politikadaki yetersizliği midir? Ama soru ne olursa olsun Türkiye’nin üniter yapısını etkileyecebilecek bu ikinci boyutun öngörülerinin iyi bir şekilde yapılması gerekmektedir. Ayrıca, bu konu altında değerlendirilebilecek olan Dağlık Karabağ ile ilgili noktalarda da aktif bir dış politika izlememiz gereklidir.
Sonuca gelirsek, özellikle; KKTC konusunda bundan sonra yapılacaklarla ilgili umutsuz olduğumu söylemek isterim. Baş aktörlerden Avrupa Birliği’nin çifte standart içeren yaklaşımlarını değişmeyeceğini düşünüyorum. KKTC konusunda tasfiye veya birleşimine yönelik söylemler her geçen gün etkisini, Sayın Talat ve AKP’nin isteksiz politikaları karşısında arttırmaktadır. Kosova’nın bağımsızlığı KKTC için bir emsal teşkil edecek, AB’ye karşı elimizde bir koz olarak duracak olsa da eğer belirlenmiş bir hedefimiz bir siyasi tavrımız yok ise bu artıların da anlamları yoktur demektir. Türkiye’nin bu konuyla ilgili duruşunun bir an önce belirginleşmesi gerekmektedir. Yok, eğer zaten belirginse soğukkanlı ve temkinli bir politika izlenecekse, yolda bekleyen diğer sorunların çözümü nasıl olacaktır? Bunları kendimize dönüp sormamız gerekir. Aksi takdirde daha çok Putin’e ihtiyaç vardır.
Selma BARDAKCI