Tüm partilerin yeni anayasa sözü verdiği 12 Haziran seçimleri sonrasında oluşan meclisin %95lere varan temsil kabiliyeti bu yeni anayasanın meşruiyeti açısından hem bir şans hem de bu geniş yelpazenin varlığından ötürü uzlaşı açısından oldukça meşakkatli bir sürecin habercisidir.
Seçimler sonrası temmuz ayında Silvan’da 13 askerin şehit edilmesi ve bu PKK saldırısının asıl amacının ne olduğu sorusu akıllara düşmektedir. Sürece bakacak olursak İmralı’yla görüşmeler ve PKK’ya silahla mücadeleyi bitirin yönündeki telkinleri sonrası kandil yönetiminin buna karşı çıkarak asıl muhatabın kendisi olduğunu ve bizsiz devletle barış sağlanamayacağını söylemesi ve ardına Silvan saldırısını yapması gündeme gelmişti. Bunun üzerine Öcalan bu süreçte yer almayacağını, iki tarafında kendisini kullandığını ve barış fırsatının kaçtığını, şehirlerde eylemlerin artabileceğini söylemişti.
Bu saldırılar sonrasında devlet görüşmeleri kesmiş ve herkes cephesine çekilmiş ve tam manasıyla savaş başlamıştı.
Mecliste 3.dönemini geçiren Ak parti hükümeti bugüne kadar çeşitli müzakerelerle terörü minimize etme çabasındaydı ama terörün bu topraklarda bitmesini istemeyen PKK ve özellikle dış mihraklar daha fazla demokratikleşen Türkiye’yi önlerinde engel gördüklerinden sivilleşmenin önünü tıkamak için Silvan saldırısını yaptılar. Bu saldırı önceki saldırılardan mana olarak farklıydı. Çünkü seçim sonrası artık anayasa konuşuluyordu ve bunun önünün kesilmesi gerekiyordu. Maksat bu süreci baltalamaktı. Yeni anayasa ile oyun sahasını kaybedecek olan PKK çözülecek Kürt sorunuyla işsiz kalacaktı.
Peki, bu sivillere saldırılar neden? Halı sahada top oynayanı, 4 kıza 200 mermi yağdırmayı, hamile kadını öldürmeyi, kalabalık yerlerde bomba patlatmayı neden yapıyor? Buradaki asıl maksadın toplumda infial yaratma, hükümete olan desteği azaltma, tekrardan devletin 90’larda JİTEM tarzı yapılarla hukuk dışına çıkıp bölgedeki her kürdü potansiyel PKK’lı olarak görmesini istemekte, bölgeyi tekrardan OHAL şartlarına sokmaya çalıştığını görüyoruz.
Askerden ziyade polisi hedef alan PKK’nın 1 polis ölsün de 50 sivil ölse de fark etmez açıklamalarının sebebine gelecek olursak burada birazda küresel siyasete bakmak gerekiyor. KCK terör örgütünün uluslararası bağlantılarının deşifre edilmesi ve polisin bunun üzerine gitmesi, bölgede ağırlığını artırması PKK’yı bu tarz eylemlere sevk etmektedir. Bölgede 30 un üstünde ülkenin ajanının mevcut olması ve hatta alman bir ajanın meydanda insanları galeyana gelen konuşmalarının deşifre olması oralarda farklı oyunların döndüğünü göstermektedir. Başbakanın Alman vakıfları diye gündeme getirdiği olay aslında birazda Almanya’ya tam olarak diyemese de “yaptıklarınızı biliyorum” deme çabasıydı.
Küresel siyaset demişken Türkiye’nin sınır komşularından, yıllarca Apo’yu saklayan Suriye’den, Kandil’e ev sahibi Irak’tan söz etmek gerekiyor. Aslında bunların hangi güçler tarafından beslendiği, maşa olarak kullanıldığına bakmak gerekiyor. Yıllarca İngiliz tahakkümünde olan Suriye ve Saddam sonrası yeni komşumuz olan Amerika (Irak) ile PKK ilişkisine baktığımızda ortada derin bir bağ olduğu görünüyor. İşte bu nedenden ötürü ABD’siz PKK’yı bitiremeyeceğini iyi bilen Erdoğan uzun yıllar sonra tekrardan ABD ile işbirliğine gitti. Obama ile Amerika’da bu konuyu görüşen Erdoğan’ın karşılıklı pazarlıklar sonrası anlaştığı ve daha da ileri adımlar atılacağı anlaşılıyor.
Peki, ABD ile ne değişti de PKK konusunda bizimle işbirliğine gitti? Burada iki önemli husus göze çarpıyor. Biri İran diğeriyse Suriye. Bu iki ülkeye karşı tutumunda ABD tarafına geçen Erdoğan ancak böyle PKK’yı etkisizleştireceğini düşünmektedir. İran’a karşı radar sistemi ve Suriye’ye karşı yaptırım kararları bunun neticesidir. Buna karşılıkta PKK’ya karşı sözde değil özde bir işbirliği garantisi almış görünmektedir.
Diyeceksiniz ki niçin İran ve Suriye’yle kötü olma pahasına Erdoğan bu işlere girdi? Hükümet Suriye konusunda aceleci görünse de Esad’ın Suriye’de geleceği olduğunu düşünmüyor. Yakında düşeceğini düşündüğü için ABD’ye karşı Suriye’yi gözden çıkarmış gibi görünse de Esad’a yaptığı reform çağrılarıyla aslında insani ve vicdani duruşunun olduğunu da göstermeye çalışmaktadır. Asıl mesele İran konusundadır. Çünkü ilerleyen ilişkilerimize karşı bizim radar kurmamız İran’da tepkiyle karşılanmıştır. Evde İran’la pijamayla oturuyorken birileri istedi diye artık askeri kamuflaj giyerek oturur vaziyete geldik.2009 da BM’de ABD’ye rağmen İran’a ambargoya hayır diyorken bugün bu durumda olmamız elbette sebepsiz değildir. Burada ABD’nin 51.eyaleti olan Ortadoğu şubesi İsrail’i koruma gayreti söz konusu. Biz niye İsrail’i koruyor görünüyoruzdan ziyade şuna dikkat etmek lazım: İsrail, ABD ve bazı Avrupa ülkeleri maşası olan PKK’yı tek başımıza bitiremiyorsak içimizi acıtan teröre karşı bu yolu seçmek daha akıllıca duruyor.
Artık terörle etkin mücadele dönemi başlamıştır. Yakında kara harekâtı gündeme gelebilir. Irak başbakanı Maliki ABD’li patronlarından aldığı emirle yaptığı açıklama pek bir manidar ve işbirliğinin netice vermeye başladığını gösteren cinsten. Irak ordusu kuzeye kara harekâtı yapabilir diyen Maliki PKK’nın ABD tarafından da desteğinin bittiğini ilan etmiştir. İşte bu nedenlerden ötürü şunu rahatça anlayabiliriz. ABD siz terörle mücadele musluğu açık havuzu boşaltma çabasına benzemektedir. Siz boşalttıkça o dolduracaktır. İstersen ABD’ye kız istersen küs. Masadan kalktığın an daha da belanın büyüyeceğini bilmen gerekir. Malesef durum birazda bundan ibaret.
Gelelim KCK terör örgütüne. Açılımı Kürdistan Topluluklar Birliği olan KCK, PKK’nın şehir yapılanmasıdır dersek KCK’yı küçültmüş oluruz. Aslında KCK bölgede kendi devlet olarak ilan etmiştir. Kendi anayasasını, kanununu yazmış, kendi mahkemesini kurmuş, kendi vergisini toplar olmuş bir yapılanmadır. PKK ya saldırı siparişi verme, asker gönderme, BDP’ye meclise girmesi için akıl verme konumunda olan KCK diğerlerinin tepesinde bir örgüttür. Hatta seçim kurulu bile olan bu yapı BDP’nin her adayının ne kadar dengeli oy aldığını hatırlatırsak nasıl çalıştığını tahayyül edebiliriz.
Önümüzdeki süreçte KCK-BDP ilişkisi organik olarak kanıtlandığı zaman BDP için kapatma çanları çalabilir. Ve muhtemeldir ki BDP kapatılabilir. Ne kadar PKK ile bağını inkâr etmese de %6,5 oya sahip ve bölgedeki insanlara söz söyleyebilen, yeri geldiğinde geren yeri geldiğinde yatıştırabilen beğenelim beğenmeyelim oyu olan bir partidir. İterek kakarak ancak onları dağa gönderebiliriz. İşte bu sebepten ötürü onlarla beraber yapılan anayasa toplumsal uzlaşı için oldukça önemlidir.
Ancak BDP bu sorundan beslendiği ve bu yüzden bu sorunun bitmesini istemediği için partinin kapatılmasına bile razı olacaklardır. Bu sorundan beslendikleri için parti kapatma maddesine bile zamanında destek vermedikleri ortada. BDP Eşbaşkan’ı Selahattin Demirtaş “KCK terör örgütüyse o zaman bende başkanıyım o zaman beni de tutuklamalılar, gelsinler beni de tutuklasınlar” diyor. Burada şunu anlatmıştır. “KCK terör örgütüdür, bende başkanıyım gelin beni tutuklayın bende mağduru oynayayım ve bu sorun devam etsin, her seçim seçilelim ve Kürt Kemalizm’ini ayakta tutalım.”
Yeni anayasanın ne Türk milliyetçiliğine nede Kürt milliyetçiliğine dokunan hiçbir yanı olmamalıdır. Herkes bu vatana Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı bağıyla bağlanmalıdır. Milletini seven milliyetçilikle etnik milliyetçiliğin ayrımcılık yaptığının farkına varmalı ve ona göre tanımlarda bulunmalıyız. İşte bu yüzden bu anayasa sürecinde Ak Parti’nin yalnız kalacağı, MHP ve BDP’nin etnik milliyetçilikte ısrar edeceği izlenimi görünüyor. Diyarbakır’la Sivas’ın arasını bulmak gene Ak partiye düşüyor. Bakalım bu süreçte ne günlere gebeyiz yaşayıp göreceğiz.
Saygılarımla
Abdullah Keleş
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi
Kamu Yönetimi Mezunu