7 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu ve Rum Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas’ın Cenevre’de yapacakları üçlü görüşme, Kıbrıs konusuna çözüm getirmek çabalarında bir dönüm noktasını oluşturacak. 7 Temmuza kadar Türkiye Cumhuriyeti’nde yeni hükümet kurulmuş ve programı da TBMM’de okunarak onaylanmış olacak. Bu programın içindeki Kıbrıs konusu da geçmiştekilerden daha farklı düşünceler içerek.
Türkiye Cumhuriyeti’nin seçim sonrası ilk hükümeti Kıbrıs konusuna, Orta Doğu’daki yeni oluşumları ve Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarının varlığını da dikkate alarak yeni bir strateji ile yaklaşacak. 7 Temmuza kadar Suriye’deki halk hareketi, Orta Doğu’da gerginliği daha da yukarılara çekebilecek bir aşamaya gelmiş olacağından, Kıbrıs konusu Türkiye için kendi haklarına halel gelmeden çözmesi gereken çok önemli bir konu düzeyine kendiliğinden yükselmiş olacak. BM’nin, ikinci döneme aday Genel Sekreteri Ban Ki Moon, 7 Temmuz’da Cenevre’de gerçekleşecek üçlü görüşmeden sonra uygulanacak bir planın hazırlığı içinde. İlk aşamada BM, Kıbrıs sorununun önemli boyutlarının görüşülmesi ve müzakerelerin hızlandırılması için gerekli koşulların meydana getirilmesini planlıyor. Öncelikle de uygulanacak prosedüre netlik kazandırmak için çalışmalar şimdiden başlatıldı. Söz konusu planın prosedür aşamasının başlayabilmesi için de taraflar arasında bir uzlaşı olması gerekiyor. Bu uzlaşı var olan altı (buçuk) başlığın hangi sırayla ve nasıl görüşüleceği ve sonuca bağlanacağı konusunda olacak. İkinci aşama olan Al-ver’in kolaylaştırılması için başlıkların birleştirilmesine mi çalışılacağı ise halen tartışmalı bir durumda ve herhangi bir netlik de kazanmadı.
BM endirekt olarak, Kıbrıs Türk ve Rum tarafına “prosedürü saptamaları” gerektiğini birkaç kez iletti. Sonra da sırası ile Al-Ver sürecinin başlaması ve en sonunda da 1959 Şubatında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin varlığını ortaya çıkaran Zürih ve Londra Konferansları benzeri Uluslararası bir konferansla liderlerin varacakları anlaşmanın uluslararası bir nitelik kazanmasını sağlamak. Bu plan doğrultusunda BM, kesin bir takvim açıklamamış olsa da kulaklara bir takvimi fısıldamaya başladı. Bu takvime göre taraflardan yılsonu veya ikinci alternatif olarak 2012’nin ilk aylarında çözüme ulaşılması talep ediliyor. Bu doğrultuda da açık sözlülükle BM’nin hedefinin, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti tarafından AB dönem başkanlığının devralınmasından önce bir anlaşmaya varılması olduğu çeşitli diplomatik kaynaklarca dile getiriliyor. Belli ki BM, mevcut prosedürü sona ulaştırmak doğrultusunda kesin bir karar almış durumda. Bu nedenle de Cenevre’de yapılacak 7 Temmuz üçlü görüşmesini prosedür açısından istasyon olarak görmekte ve bunun son olmasına izin vermeyerek hemen arkasından yılsonuna kadar uzanan bir yol haritası belirleyecek. 28 Mayıs’da Rum tarafında yapılan seçimlerin sonucunda yer değiştiren bir tek sandalyenin, mevcut prosedürü çıkmaza doğru sürükleyeceği de su götürmez bir gerçek. Hristofyas, iç ve dış politik çıkarların birbirine ters düştüğü kısır bir döngü kapanı içine girdi ve bu durum da politik hayatının sonunu getirecek. Hristofyas, AB dönem başkanlığını Kıbrıs sorunu çözülmüş olarak veya çözümsüz şekilde icra etme konusunda halen net kararını vermiş değil ve bu konuyu da şimdilik oluruna bırakmış durumda. Kendisi oluruna bıraktı ama Brüksel pek öyle değil. Kıbrıs’ın dönem başkanlığı konusunda Brüksel de çeşitli kaygılar olduğu ve çeşitli senaryolar üretildiği uzaktan uzağa işitilmekte.
Genel Sekreterlikteki Kıbrıs sorunu yetkilisi Lynn Pascoe’nun, BM’nin Kıbrıs sorunu için fazlaca çaba, zaman ve para harcadığını, bir noktada buna son verilmesi gerektiğini her fırsatta dile getirmeye başlaması, BM’nin artık Kıbrıs konusunda bir doyuma ve bıkkınlığa ulaştığının ön habercisi. Bütün bu planlamalar ve hesaplamalardan sonra kağıt üzerinde kusursuz gözüken BM planı, “evdeki hesap çarşıya uymayabilir” misali Orta Doğu’daki gelişmeler, Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları ve Türkiye’nin politik ve ekonomik gücüne bağlı olarak bölgesel çıkarları nedeni ile her an değişebilir.
Prof. Dr. Ata Atun