Sovyetler Birliği’nin dağılması, akademik çevrelerin büyük kısmında, ABD’yle beraber İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda kurulan çift kutuplu dünya düzeninin yıkılması anlamını taşımaktaydı. Çoğunluğun böyle düşünmesine rağmen bu görüşün daha çok realist perspektifle paralellik taşıdığını unutmamak gerekir. Realist perspektif açısından Soğuk Savaş, yalnızca bir süper gücün diğeri tarafından askeri anlamda yenilmesi veya süper güçlerden birinin veya her ikisinin göreceli gücünün azalarak iki kutupluluğun dağılmasına yol açmasıyla son bulabilirdi.[1]
Sovyetler Birliği’nin yıkılması da Soğuk Savaş’ın bitmesi için realist ekolün ileri sürdüğü koşulu sağlamaktaydı. Bu durum bir süper gücün dünya siyasi sahnesinden çekilmesine neden olurken birinin – ABD’nin – bir süper güç olarak konumunu oturtması için ilk basamak olmuştur. Dolayısıyla, 20.yüzyılın sonundan özellikle de 21.yüzyılın başından itibaren süper güç kavramı sadece ABD için kullanılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda, tek kutuplu yeni bir dünya düzeninin ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur. 1970’lerde Vietnam Savaşı’ndan ötürü zayıfladığı düşünülen Amerikan hegemonyası, Soğuk Savaş’ın sonuyla beraber, bir anlamda, tekrar eski gücüne kavuşmaya başladı.
Diğer taraftan, tek kutuplu dünya düzeninin yerini sağlamlaştırmasını salt Sovyetler’in yıkılıp yerine Rusya Federasyonu’nun kuruşuyla açıklayıp uluslararası konjonktürden bağımsız ele almak hatalı olacaktır. Rusya hükümeti, 1990’larda ekonomik durgunluk, siyasal yolsuzluk ve Çeçenistan’daki bitmez tükenmez savaşın arasında çırpınıyordu. [2] Yeni kurulan Rusya’nın yanında Avrupa Birliği’nin de durumu pek parlak değildi. Henüz 1992’de kurulmuştu ve üye ülkeler arasında bir fikir birliğinden bahsetmek oldukça zordu. Bu devletler hem piyasaya yeni sürülen ortak paraya –Euro- adapte olmakta güçlü çekiyor hem de Balkanlarda yaşanan etnik savaşlara karşı ortak bir güvenlik politikası izleyemiyorlardı. Kısaca, 1990’lardaki uluslararası konjonktürün kötülüğü ABD hegemonyasının tüm dünyaya egemen olmasına oldukça yardımcı olmuştur.
Yeni dünya düzeni çift kutupluluğu tarihin tozlu sayfalarına koyarken başka bir kavramın ortaya çıkışına da zemin hazırlamıştı: Küreselleşme. Nitekim küreselleşmenin net bir tanımı vermek mümkün değildir. Çünkü uluslararası ilişkiler çevresinde tanımı ve ne zaman başladığı konusunda tam bir uzlaşma sağlanamamıştır. Dolayısıyla günümüz küreselleşmesinden bahsetmek yerinde olacaktır. Çağdaş küreselleşme, çok-aktörlü bir yapı içerisinde gelişmektedir. Bu bağlamda, dört temel aktörden bahsedilebilir:
Ulus-devlet, uluslararası kuruluşlar ve devletler-üstü kurumlar, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşları. [3] Küreselleşme süreci, bu aktörlerin karşılıklı iletişimi ve etkileşimi sonucunda şekillenmektedir.[4] Her ne kadar ulus-devlet kavramı 21.yüzyılda sorgulanır kimi zaman önemini yitirir hale gelse de ABD’nin küreselleşmedeki aktif rolünü yadsımak hatalı olacaktır. Demokrasi ve özgürlük savunuculuğu bağlamında Bretton Woods sisteminin yıkılıp Dünya Ticaret Örgütü’nün kuruculuğunu yaparak serbest piyasanın baş aktörü haline gelmesi ABD’nin küreselleşmenin merkezi haline gelmesine neden olmuştur. Bu da ABD’nin dünya siyasetinin istikrarında bir başına hareket etmesine yol açmıştır. 1991 Körfez Savaşı’ndaki koalisyona liderlik etmesi, 2003’te Irak’a BM Güvenlik Kurulu’nun onayını almadan müdahale etmesi, 10 yıldan fazla müzakereler sonunda 2015’te İran’a nükleer konusunda antlaşma imzalatması; NATO’nun 1999’da Kosova’yı ve Arap Baharı’nda Libya’yı bombalaması, Amerikan hegemonyasının 21.yüzyıla hakim olacağının birkaç önemli göstergesiydi.
Sonuç olarak, 21.yüzyılda küreselleşme, toplumlararası etkileşimin ve savaşların sınır aşan hale gelmesinde en önemli faktör olurken tek kutupluluğu da güçlendiren bir faktör olmuştur. Yani birbirine zıt görünen bu iki kavram ABD liderliğinde varlığını sürdürmeye devam etmektedir.
Gözde ÖNEŞ
KAYNAKÇA:
- Andrew Heywood, Küresel Siyaset, Adres Yayınları, Ankara, Ağustos 2014, s.266
- Steven W. Hook & John Spanier, Amerikan Dış Politikası İkinci Dünya Savaşı’ndan Günümüze, İstanbul, İnkılap Yayınları, s.262
- Fırat Bayar, “Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye”, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, sayı:32, http://www.mfa.gov.tr/data/kutuphane/yayinlar/ekonomiksorunlardergisi/sayi32/firatbayar.pdf , s.26
- Fırat Bayar, “Küreselleşme Kavramı ve Küreselleşme Sürecinde Türkiye”, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, sayı: 32, http://www.mfa.gov.tr/data/kutuphane/yayinlar/ekonomiksorunlardergisi/sayi32/firatbayar.pdf , s.26
Kaleme almış olduğunuz bu çalışmada vermiş olduğunuz emek üzerinden taktir edilmesi gerektiğini ifade etmek gerekir.
Çalışmanızın ana eksenin Ikinci Dünya Savaşı sonrasinda yaşanan gelişmeler ve Sovyetler Birliğinin yıkılması sonrası şeklinde iki kısımda ayırmam yanlış olmasa gerek. Bu ekseriyetle ise yapmış olduğunuz değerlendirmelerde dünyanın küreselleşme kavramı üzerinden dünyanın tek tip hale geldiğini ifade ettiniz. Hem doğru hem de yanlış. Doğruluk noktasında dünyada ekonomik düzlemde mallar üzerinden tek tipleşmenin varlığı mevcuttur. Örneğin, kullanılan telefonlar gibi. Ancak dünyanın tek tip hale gelmediğini gösteren nokta ise ” Uluslararası toplum var mıdır? “sorusunun cevabında gizlidir. Cevabı ise uluslararası toplumun yoktur. Çünkü uluslararası toplumun varlığından söz etmek için dünyadaki insanları beyaz, siyah, müslüman, hıristiyan vb. birçok ayrım çizgisinin ortadan kalkması gerekiyor. Yani uluslararası toplum = insan.