Tarihin Sonu kavramı Fukuyama‘nın Hegel‘in tarih anlayışına dayandırdığı düşüncelerini içeren bir tezdir. Aslında bu kavram, Medeniyetlerin Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni kavramlarıyla da iç içedir.
Hegel ve Marx’a göre; insan toplumlarının, kölelik, tarımsal ve kendine yeterlilik üzerine kurulu ilkel kabile toplumundan başlayarak teokrasinin, monarşinin ve feodal aristokrasinin çeşitli biçimlerinden geçerek modern liberal demokrasiye ve teknik ilerleme tarafından belirlenen kapitalizme kadar bağlantılı bir gelişme gösterdiğini kabul etmişlerdi.
Hegel ve Marx bu gelişmenin sonsuza dek sürmeyeceğine inanıyorlardı. Daha çok, insanlık en derin özlemlerine uygun düşen bir toplum biçimine ulaştığında gelişmenin sona ereceğini kabul ediyorlardı. Bu sonlar Hegel için liberal devlet, Marx içinse komünist toplumdu. Bununla kastettikleri; Büyük sorunlar nihai olarak çözülmüş olacağı için temel ilke ve kurumların gelişmesinde daha fazla ilerleme olmayacağı görüşüdür.
Fukuyama, tarihi yapanın ideolojiler olduğu düşünüldüğünde liberalizmin karşısında olan faşizm ve komünizmin tarih içinde yok olmaları sonucu, sadece liberalizmin kalması ve bununda bir ideolojik karşılaşma olamayacağını düşündüğünden ‘’Tarihin Sonu’’ demiştir. Bu sonda; iiberalizm ekonomik, demokrasi ise politik açıdan yönetim için en uygundur şeklinde belirtilmiştir. Tarihin bütün gelişmesi boyunca insan hep kabul görme peşinde koşmuş ve tarihin önceki evrelerinde itici güç bu olmuştur. Şimdi, modern dünyada insan kabul görmeyi nihai olarak bulmuş ve tam bir tatmine ulaşmıştır. Ancak bu boyuta ulaşmasında Medeniyetler Çatışması etken olacaktır. Bu duruma göre Liberal Demokrasi, Tarihin Sonu olmaktadır. Bu açıdan insanlık tarihi ideolojilerin birbirini takip etmesinin bir nevi çatışmasıdır. Bu çatışma sona ermiş, yani dünya liberal demokrasinin üstünlüğünü kabul etmiştir.
Bu bağlamda Fukuyama’ya göre insan doğasına en uygun yaşam biçimi ve toplumsal düzen liberalizmin hüküm sürdüğü düzendir. Tarih boyunca bu düşünceyi ve buna bağlı kurulmuş ya da kurulabilecek düzeni ortadan kaldırmayı amaçlayan güçler ile liberal düzeni daha da geliştirmeyi amaçlayan güçler arasında çatışmalar olmuştur. Fukuyama’ya göre monarşik yapılar, imparatorluklar, dini merkezler hep liberal düşünceyi ve onu savunanları alt etmeyi amaçlamış, ancak zaman içinde Liberalizm hep üstün gelmiştir. Komünist ve Faşist rejimler de geçmişte ortaya çıkmış Liberalizm’in diğer anti-tezleridir.
Ancak Tarihin Sonu tezine göre Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Batı bloğunun galip gelmesi, buna ek olarak Çin ve Rusya gibi ülkelerin Batılı sistemlere yönelmeleri liberalizmin nihai zaferinin gerçekleştiğini ve artık tek bir yol olduğunu bununla da zamanla tüm dünyanın liberal demokrasiye ulaşacağını vurgulamıştır.
Ancak bu denli net bir şekilde ortaya koyduğu tezi Soğuk Savaş sonrası Dünya’da yaşanan gelişmeler; Liberal demokratik Batılı değerlerin dünyaya yayıldıkça istikrar ve barışın yaygınlaşmaması bir sorun olarak karşısına çıkmıştır. Bu duruma Fukuyama, zayıf devletlerde ya dıştan müdahale, ya da içten gelen muhalefet yoluyla rejim değişikliğini sistemsel bir gereklilik olarak değerlendirmiştir. Devlet inşası, bugünün dünyasında, otoriter ama zayıf devletlerin demokratik ve ekonomik olarak etkin devletlere dönüştürülmesini simgeliyordu. Bu sayede Fukuyama teorisini revize ediyor ve Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan koşullara göre yeniden güçlü bir temele oturtmaya çalışıyordu. Bu anlamda da klasik Liberalizm’in görünmez eli ve küçük devleti etkin devletle yer değiştiriyordu.
Fukayama’nın görüşlerinin eleştirildiği nokta ise; kültürel temellidir ve basit olarak ifade etmek gerekirse bu çalışmasının Liberalizm adı altında Batı kültürünü ve değerlerini tüm dünyaya yerleştirmeye çalışmasıdır. Daha çok Batı dışı toplumlardaki milliyetçi-muhafazakâr gruplar ve de özellikle İslami düşünürler tarafından dile getirilen bu görüşe göre toplumların kendi kültürel, dini değerlerine göre farklı rejimleri olabilir. Bu durumda Batılı liberal demokrasi nihai bir çözüm değildir. Bir başka eleştirildiği nokta ise; çok önemli olmakla birlikte ekonomi temellidir. Özellikle sol, sosyalist kesimlerce dile getirilen bu görüşe göre Liberalizm’in yarattığı eşitsizlik ortamında sınıfsal ve grupsal çatışmalar barışçıl ve demokratik bir sistemin kurulabilmesini engellemektedir.
Gamze KACAR
TUİÇ Stajyeri