Tanıl Bora ile Balkanlara Dair…

1) Milliyetçiliğin Osmanlı Devleti’ne yansıması sonucu bağımsızlıklarını kazanan Sırpların YSCF içinde sosyalist yapılanmada yaşaması ardından yeniden milliyetçilik duygularıyla bu sefer daha büyük bir kanlı mücadelenin içine girmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Süreklilik tezi Sırplar için sadece “kanlı eylem” anlamına mı geliyor?

Öncelikle bütün sorularınızla ve her etnik kimlikle ilgili, toptan “Sırplar”, “Türkler” kelimelerini kullanmamayı tercih ediyorum. Zira hiçbiri yekpare değil. Sırp milliyetçileri var, Sırp sosyalistleri var mesela, ve muhtelif siyasi-ideolojik akımlarla farklı mesafelerle ilişkili Sırp toplulukları var. Her yer için bu durum böyle. Dolayısıyla “Sırplar” demem ben, “Sırp milliyetçiliği” ya da “Sırp milliyetçileri” derim. Lütfen bütün diğer sorularla ilgili de bunu varsayın.

Süreklilik tezi ile kastettiğinizi de, onunla kanlı eylem arasında kurduğunuz bağlantıyı da, “daha büyük kanlı eylem” ile ne kastettiğinizi de tam anlayamadım. Bütün milliyetçilikler, özelliklede gecikmiş milliyetçilikler, tarihsel yenilgilerini veya tarihsel öçleri bir süreklilik içinde yeniden üretirler, buradan bir ajitasyon ve aidiyet üretirler. Sırp milliyetçiliğini de bu çerçevede ele alabiliriz. Türk milliyetçiliğinin de bir parçası olduğu Balkan milliyetçilikleri ailesinde, intikam söylemi, “öççü” söylem, kuruluş süreçlerinden itibaren etkili olmuştur

2) Misha Gleeny kitabında İkinci Dünya Savaşı döneminde Almanların sadece Yahudilere değil; aynı zamanda Sırplara da soykırım yaptığından bahsetmektedir. Bunu söylerken “1 Alman’a 100 Sırp” politikasından bahseder. Aynı durumun Bosna Hersek Savaşı’nda “1 Sırp’a 100 Boşnak” olarak nitelendiğini görüyoruz. Sizce Sırplar kendilerine bu işkenceler yapıldığı sırada Boşnakların da Hırvat ve Almanlar ile bir arada savaştığı köktencilik tezine karşı mı bu söylemi geliştirdi?

Sırp milliyetçilerinin (Sırplar değil!) faşizan bir tutum izleyen radikal unsurları, benim de bildiğim kadarıyla, Nazi tecrübesinin mağduriyetini, az evvel bahsettiğim intikamcı zihniyet kalıbı içinde bir haklılık temeline dönüştürdüler. Milliyetçiliğin sosyal Darwinist damarının burada kendini gösterdiğini görürüz; yok olmamak için yok etmek, merhamet etmemek, bir hayatta kalma stratejisi olarak gaddarlık…

3) Eğer ikinci soruya cevabınız evet ise; neden Sırbistan Hırvatistan ile Birinci Dünya Savaşı içinde yaptığı ‘Cvetkoviç- Macek Antlaşması’ benzeri olan Karadordeva Antlaşması’nı imzalayarak Boşnak soykırımına imza attı da aynı kanlı olaylara Hırvatistan da imza atmadı?

Bildiğiniz üzere, Sırp milliyetçi çeteleri Hırvatistan’da bazı etnik kırım saldırıları gerçekleştirdiler. (Keza Hırvat Çetnikleri de Sırp topluluklarını hedef alan benzer saldırılar gerçekleştirdiler.) Fakat bunlar mevzi açısından ve görece olarak küçük ölçekli kaldı. Bunun temel nedeni, anladığım kadarıyla, Hırvatistan’ın Avrupa’nın büyük devletlerinin, -başta Almanya- himayesinden istifade ediyor olmasıydı.

4) Boşnaklar için kullanılan köktenci betimlemesi sizce doğru mudur?

Yine düzeltiyorum; Boşnaklar diye monoblok bir özne yok; farklı eğilimlerden, farklı siyasetlerden Boşnaklar var. Diyelim ki bu sorunuz, İzzetbegoviç’in önderliğine tabi, Müslüman kimliği baskın Boşnak siyaseti ile ilgili geçerli bir soru olabilir. Değerlendirebildiğim kadarıyla, Boşnak İslamcıları arasında, kimisi beynelmilelci-ümmetçi İslamcı hareketlerle de eklemlenmiş olan fundamentalist gruplar vardı. Fakat İzzetbegoviç’e bu sıfatı atfetmek bana doğru gelmiyor. İzzetbegoviç –gençliğinde daha radikal olmuş olabilir- çoğulcu, hümanist bir dünya görüşüne yatkındı.

5) Küreselleşen dünyada, tabi ki Covid19 gibi bir pandemiyi hariç tutarsak, insanların mobilize oldukları gerçeği bağlamında eski model ulus devletlerin artık ortaya çıkmayacağı aşikardır. Ama Balkan devletlerinin modernleşmeyi biraz geriden takip ettikleri düşüncesiyle sormak istiyorum. Balkan coğrafyasında uzlaşma ortamının sağlanması için Vestfalya modelindeki ulus devletler düzenine geçilmesi mi gerekmektedir?

Dediğiniz eğilim vaki, doğru, fakat biliyorsunuz ki bir yandan da son krizde ulus devletlerin müdahale kapasiteleri tahkim oldu. Yani ulus devletler de onları güçlendiren bir “aşı” buldular! Balkan coğrafyasında uzlaşma ortamı için en sağlıklı yolun, siyaseten en doğru yolun, bu bölge devletlerinin kendi aralarında bir birlik, bir platform oluşturmaları olduğuna kaniyim. Bu platform bir bölgesel işbirliği girişimi olarak başlayabilir. Biçimini bilemeyiz; maksat, aralarındaki işbirliğini, iletişimi ve etkileşimi eşit, dengeli bir şekilde geliştirsinler.

6) Benedict Anderson’un milliyetçilik tanımlamaları içinde bulunan “kültürel milliyetçilik” Bosna Hersek’in üç kurucu unsuru olan Boşnak- Bosnalı Hırvat- Bosnalı Sırplar arasında inşa edilebilir mi?

Her etno-kültürel veya etno-dinsel unsur arasında inşa edilebilir bence. Bunun için uğraşmaya bağlı. Arada biriken ve yeniden üretilen düşmanlığın “miktarına” bağlı. Bosna-Hersek de birikmiş çok düşmanlık var, bunları yeniden üreten güçler de var. Tam da kültürel temelden başlayarak, yakınlaşmalara çalışmak, insanlık namına özlenecek, desteklenecek bir şey.

7) Boşnak milliyetçiliğini nasıl değerlendirirsiniz? Bazı tezler bunu Tvrtko dönemine dayandırırken bazı kaynaklarda ise geç kalmış bir milliyetçilik olarak 1950’lerden sonra oluştuğu iddia ediliyor. Sizin bakış açınız nedir?

Bu konuda fazla bilgi sahibi değilim, haddimi aşmayayım. Hakim olabildiğim kadarıyla, 1950’ler öncesini Boşnak milliyetçiliğinin ön tarihi, prehistoriası olarak değerlendirmek daha isabetli olur gibime geliyor.

8) Josiph Broz Tito Bağlantısızlar Hareketine liderlik ettiği dönemde ‘özyönetimli sosyalizm’i kaleme alarak bütün insanların işçi olarak nitelendiği bir dünya yaratılması gerektiğini söylemektedir. İnsanlar ‘insan’ gibi cinsiyetsiz ve sınıfsız bir kelimenin bile altında birleşemiyorken; sizce ‘işçi’ nitelendirilmesinin altında birleşmeleri mümkün mü?

Özyönetim “teorisini” biliyorsunuz, Tito’nun destek ve teşviki ile Edvard Kardelj kaleme aldı. Kardelj bu fikre gerçekten inanmıştı, emekçilerin ekonomik ve siyasi katılımlarını teşvik ederek, bunun kurumlarını yaratarak Sovyet bürokratizminin problemlerinden sakınılabileceğine sahiden inanmıştı, buna çaba harcıyordu.  Bu perspektifte “işçi,” zaten “insan” demektir; eşit insanlar idealidir. Partide de buna inananlar vardı. İdeal “hep bir olmak” biçiminde bir “birleşmek” olmayabilir, fakat özgürleşme, özgüven kazanma, çoğulcu ve birlikte yaşama azmi yüksek bir toplum meydana getirme hedefine güç verebilecek bir projeydi bu. Fakat Tito açısından “özyönetimci sosyalizm,” sadece üçüncü dünyayı etkilemeye dönük olarak Sovyetler ile arasındaki hegemonya mücadelesinde bir aletten ibaretti, “bizim de teorimiz var,” gibi, “biz de kendimizce bir modeliz,” gibi. O kadar. İşçi topluluklarının ve cumhuriyetlerin gerçekten özerkleşmelerini istemedi. Gayet tipik Stalinist bir tavırla, Kardelj’in fazla sivrilmesini de istemedi.  Proje hayli erken bir aşamada battı yani.

9) Sosyalizmin tüm dünyada etkili olabilmesi için sizce Titovari  “özgünlük” tezine mi ihtiyaç var?

Tito’nun tezi özgünlükten ziyade “yerlilik” ile tanımlanabilir bence. Zaten belirttiğim gibi, onun tezi de sayılmaz bu! Sosyalizm özgünlükten ziyade evrenselliğe bakar biliyorsunuz. Özgünlükle kastedileni, tepeden inmeci olmamak, aşağıdan inisiyatiflere dayanmak ve güvenmek diye tercüme edebiliriz.

10) AB genişleme politikasının Balkan devletleri açısından bir uzlaşma alanı olduğunu düşünüyor musunuz? Neden?

AB politikasını o kadar iyi bilmemekle beraber, bu konu da pek iyimser olamıyorum. Zira AB, ekonomi ve güçlü devletler merkezli bir yapılanma, bir “Avro projesi” esasen, orada “küçük” devletlerin derdine kulak veren bir ortam yok. Yine de, daha büyük bir birliktelik içinde bulunuyor olmanın, azar azar da olsa, Balkanlar da barışçı bir etkileşime katkısı dokunabilir.

11) AB’nin kırılgan Balkanlardan güçlü bir Doğu Avrupa söylemi geliştirmeye çalıştığını biliyoruz. Bunu Avrupa bütünleşmesi bağlamında bir nitelendirme olarak kullanıyorlar. Ama Balkan devletleri kendilerini tanımlarken ‘Güneydoğu Avrupa’ yerine Balkan Devleti denmesini önemsiyorlar. Sizce bu durumun arkasındaki psikolojik etmenler nelerdir?

Güneydoğu Avrupa tanımı, Avrupa’ya aitliği vurguluyor. Avrupa tarafından hegemonize edilme eğilimini çağrıştırıyor.  Balkanlar adı ise, özgünlüğü vurguluyor. Gerçi, biliyorsunuz, “Balkanlar” aynı zamanda bir sıfattır, “Balkanlaşma” ile kastedilen siyasi kaosu, çözümsüzlüğü, parçalanmayı anlatır. Bildiğim kadarıyla, bu nedenle “Balkan” adlandırmasından kaçınma eğilimi de söz konusu olabiliyor.

 

 

MUKADDES YILMAZ

BALKANLAR STAJYERİ

 

 

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...