Suudi Arabistan krallığı çağdışı yönetim şekli, insan hakları, kişi hak ve özgürlükleri, kadın hakları ve benzer hususlarda dünyanın en geri ülkesi konumundadır. Suudi Arabistan yönetimi içte ve dışta temel sorunlarla karşı karşıyadır. İçte hemen hemen bütün siyasal, sosyal, kadın hakları ve medeni haklar yok denecek kadar kısıtlanmış durumdadır. Ülkede siyasi parti, dernek, sendika, mesleki birlik, sivil toplum teşkilatı, baro, yazarlar birliği, öğrenci dernekleri gibi teşkilatlanmaların kurulması ve faaliyet göstermeleri yasaktır. Ayrıca bu ülkede muhalif gazete, dergi, haber portalı, özel radyo, televizyon ve benzer kitle iletişim araçlarının faaliyetine asla izin verilmemektedir. Her ne şekilde olursa olsun sinema ve tiyatro ve benzer kültürel kurumlara da hayat hakkı tanınmamaktadır.
Diğer taraftan ülkenin çok zengin gelir ve kaynaklara sahip olmasına rağmen, büyük bir ekonomik eşitsizlik söz konusudur. Suudi Hanedanı ve yakın çevresi oldukça müreffeh bir hayat sürmektedir. Nitekim ülke kaynaklarının çok büyük bölümünün bu azınlığın ultra lüks yaşamlarının yurt içinde ve yurt dışında bütün dünyanın gözünü kamaştıracak biçimde sürerken, çöllerde ilkel şartlarda yaşayan Bedeviler ve doğu bölgelerinde iskan eden Şii Azınlık zor ve ilkel biçimde, baskı altında yaşamlarını sürdürmeye devam etmektedirler.
Dışta ve özellikle çevre ve komşu devletlerdeki siyasal ve sosyal gelişmeler Suudi Arabistan’ı tedirgin etmektedir. Kimi uzmana göre, Arap Baharı’nın Suudi Arabistan’ı da etkileyeceği tahmin edilmektedir. Riyad, Irak’taki değişimden hiç hoşnut değildir. Mısır’da en büyük müttefiki olan, Mübarek iktidarının devrilmesi Suudi Arabistan’ı kaygılandırmıştır. Tunus’un devrik lideri Zeynel Abidin Bin Ali ise bu ülkeye sığınmış durumdadır. Yemen lideri Ali Abdullah Salih de halk ayaklanması sonucunda soluğu Riyad’da almıştır (1). Başkent Riyad adeta kaçak devrik diktatörlerin barınma üssü konumuna gelmiştir.
Suudi Arabistan’ın dünya Müslümanlarının en büyük düşmanı olduğunu anımsamak için eskilere gitmeye gerek yoktur. Daha 6 sene önce 2006 yılında Siyonist İsrail ile Ortadoğu’da direniş’in sembolü Lübnan Hizbullah’ı arasında 33 gün savaşı diye adlandırılan savaş yaşanmıştır. Mürteci, satılmış Suudi Yönetimi bu savaşta bırakın Müslüman halkın yanında yer almayı, tüm maddi ve manevi gücüyle saldırgan İsrail Devleti’nin yanında yer almıştır. Hatta Hizbullah’ın direniş gücünden ve askeri başarılarından tedirgin ve rahatsız olduklarını açıkça deklare etme yüzsüzlüğünü göstermişlerdir.
2008 yılında terörist İsrail Devleti 22 gün boyunca dünyanın en büyük hapishanesi konumunda olan Gazze’ye bütün askeri gücüyle saldırmış ve bunun sonucunda masum ve sivil Filistinlilere karşı düşük kalitedeki nükleer bombalar dahil kimyasal bombaları kullanmaktan çekinmemiştir. Terörist İsrail Devleti’nin son model savaş uçaklarınca, tanklar, toplar ve diğer ultra modern silahlarla binlerce sivil Filistinli Müslüman ölüp yaralanırken, evleri, köyleri, hatta hastaneleri tahrip edilirken Suudilerin, Katarlıların, Bileşik Arap Emirlikleri’nin ve diğer mürteci şeyhlerin sesi çıkmamıştır. Hatta Mısır’ın o dönemki İsrail Yanlısı Mübarek Yönetiminin Gazze’ye uyguladığı ambargonun sürdürülmesini desteklemişlerdir.
Şimdi bütün mesaisini egemen Suriye devletini devirmeye ayıran Suudi televizyon kanalı El-Arabiye televizyonu ve benzer televizyonlar her iki savaşta da İsrail’i haklı çıkaran haber ve yorumlar yayınlayarak İslam ülkeleri kamuoyunu yanıltmaya çalışmışlardır.
Kuşkusuz Suudi Arabistan ve Fars Körfezindeki diğer emirciklerin yönetimleri Kuzey Afrika’dan başlayarak Ortadoğu’yu saran, kimilerince Arap Baharı (2), kimilerince İslami Uyanış ve başka adlarla adlandırılan toplumsal ve siyasal hareketlilik sürecinden tedirginlik duymuş ve bu dalganın kendi ülkelerine sirayet edeceğinden korkmuşlardır. Bu korku neticesinde bütün maddi imkânlarını kullanarak bu hareketleri yönlendirmeye, rayından çıkarmaya hatta önünü kesmeye gayret ederken bu hareketliliğin komşularına ve daha sonra kendi ülkesine sirayet edince sert tedbirler almaya başladılar.
Suudi Arabistan, Katar ve benzer mürteci, diktatörcüklerin küstahça başka devletlerin özellikle Suriye’nin iç işlerine müdahalesi konusuna daha önceki yazılarımda değinmiştim (3). Yine Bahreyn Halkının demokrasi talepleri karşısında Alı-Halife yönetiminin baskı ve şiddete başvurarak bastırmaya çalışması ve Suudi yönetiminin Bahreyn’i işgal etmesiyle ilgili ayrıntılı bilgileri daha önce kaleme aldığım yazılarımda bulabilirsiniz (4).
Mısır’da Hüsnü Mübarek ve Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali yönetimleri devrilince Suudi Arabistan Kuzey Afrika’daki en büyük müttefikini kaybetmiş, ardından o ülkelerde bulunan yandaşları yani Selefi Gruplara destek çıkarak kaybettiği mevzileri yeniden kazanmayı hedeflemiştir. Bahreyn’de ise halk ayaklanmasını bastırmak amacıyla Alı-Halife yönetimine her türlü lojistik ve maddi destek sağlamanın yanı sıra bilfiil silahlı kuvvetlerin en seçkin ve özel birlikleriyle ülkeyi işgal etmiş, bu ülkenin silahsız masum vatandaşlarını mesnetsiz suçlamalarla tutuklayarak ülkesindeki korkunç hapishanelere sevk etmiştir. Önceleri Bahreyn Adasının kendisine bağlanması yönünden teoriler ortaya atarken, Bahreyn halkının ve komşu devletlerin sert tepkisi sonucunda bu fikirden vazgeçilmiş görünmektedir.
Suudi’nin bir diğer komşusu Yemen’de ise ABD-Suudi planı çerçevesinde bir geçiş hükümeti kurulmuşsa da halkın isyanı sürmekte, üstelik kuzeyde Husiler Güneyde Zeydiler ve diğer etnik grupların yönetime karşı başkaldırıları sürmektedir. Bütün bu gelişmeler yani Suudi Arabistan’ın komşuları olan Bahreyn, Yemen ve dönem dönem Umman ve Kuveyt‘de meydana gelen siyasal gelişmeler bu ülkeyi fazlasıyla tedirgin etmiş ve kendi iç problemleri de buna eklenirken yeni güvenlik stratejileri oluşturmaya başlamıştır.
Son gelişmeler ekseninde Suudi Arabistan kralı Melik Abdullah yetersiz bulduğu Ulusal Güvenlik Dairesi Başkanı Amir Megren Bin Abdulaziz’i görevinden alarak yerine Emir Bender Bin Sultanı atamıştır. Peki, kimdir bu Emir Bender Bin Sultan. Suudi Arabistan’ın kurucusu Abdülaziz’in oğullarından biri olan Emir Bender bin sultan 1949 yılında doğmuş, genç yaşından itibaren istihbarat, güvenlik ve polis teşkilatlarında çalışmış, önemli görevler üstlenmiştir. Batıya ve özellikle ABD’ye ve ABD’nin istihbaratı, CIA ve Pentagon’a yakınlığıyla tanınan Emir Bender Bin Sultan 1983 yılından 2005 yılında kadar 23 yıl boyunca Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçiliği görevini yürütmüştür.
Diplomaside çok uzun bir süre sayılan 23 yıl zarfında Emir Bender Bin Sultan Suudi Yönetimi ile ABD Yönetimi arasında münasebetleri hat safhada gelişmesini ve Suudi Arabistan’ın ABD’nin bölgedeki en sadık kapı kolu konumuna gelmesinde önemli role sahiptir. Washington’daki görevi sırasında ABD’deki egemen güçler Pentagon ve istihbaratın tam bir üst yöneticisi, elemanı ve mensubu gibi yetişen Emir Bender Bin Sultan 2005 yılında ülkesine döndüğünde Kral Abdullah tarafından Milli Güvenlik Yüksek Konseyi başkanlığına getirilmiştir.
Ülkenin genelinde, özellikle Şiilerin yaşadığı doğu bölgede meydana gelen ayaklanmalar ve demokrasi talepleri karşısında yetersiz kalan Suudi yönetimi ABD deneyimli Emir Bender’i Milli Güvenlik Teşkilatı’nın başına getirmiştir. Emir Bender Milli Güvenlik Konseyi Teşkilatının başında bulunduğunun yanı sıra Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin Başkanlığını da yürütecektir. Emir Bender’in bir diğer özelliği de Çinlilerle çok sıkı ilişkilerinin bulunmasıdır. Çin Halk Cumhuriyeti’yle Suudi Arabistan arasında 1987 yılında imzalanan Füze Satışı Anlaşması’nın imzalanmasında büyük role sahiptir.
Son birkaç yılda ülkenin doğu bölgesi önemli başkaldırı ve halk isyanlarına sahne olmuştur. Ülke nüfusunun %15’ini oluşturan Şii Azınlık zengin petrol sahalarının üzerinde yaşamalarına rağmen, fakirlik ve yoksulluk içinde her türlü hak ve hukuktan yoksun bir ortamda yaşadıklarından dolayı yönetime karşı isyan bayrağı açmış durumdalar. Bölgenin en önemli kentlerinden Getiv, El Evamiye, El Rebiiye, Sefeve, El Beyza ve diğer kentlerde gün geçmiyor ki halk şiddete başvurmadan sivil itaatsizlikle baskıcı Alı-Suud Yönetimine karşı eylem yapmasınlar.
Kahire’de Tahrir, Bahreyn’de İnci Meydanları halk ayaklanmalarının sembol merkezi konumuna gelirken, Suudi Arabistan’da El Avamiye kentinden Kerbela Meydanı, El Rebiiye Kentinde El Ehrar Caddesi, El Beyza Kentinde ise Hz. Zehra Camii halkın toplanma ve direniş noktaları haline gelmiştir. Olaylar iki hafta önce bölgenin en önemli kanat önderlerinden liderlerinden Şii din adamı Şeyh Nemer Kasım El Nemer’in Suudi güvenlik güçlerinde tartaklanarak gözaltına alınması ve olaylar sırasında yaralanmasından sonra hızlanarak yayılmış, ardından onlarca kişinin ölümüne, yüzlercesinin yaralanmasına ve binlercesinin hapse atılmasına neden olan süreci getirmiştir.
Özellikle El Evamiye Kentinde 17 yaşındaki genç Abdullah Cafer el Cani’nin güvenlik güçlerince feci şekilde öldürülmesi halkı galeyana getirmiştir. Olaylar hızlı bir şekilde yayılmakta ve özellikle Cuma günleri Cuma namazından sonra büyük bir kitlesel hareket olarak ortaya çıkmaktadır. Doğu bölgedeki istikrarsızlığın başkent Riyad ve diğer kentlere sıçradığı haberleri gelmektedir. Bazı haberlere göre geçen hafta Riyad’da istihbarat bakanlığında büyük bir patlama yaşanmış ve istihbarat bakan yardımcısı Meşel El Gereni yaşamını yitirmiştir. Tarafsız gözlemcilerce onaylanmamış kimi haberlere göre güvenliğin en üst makamına atanan Prens Bender Bin Sultan da uğradığı bir suikast sonucu yaşamını yitirmiştir.
Görüldüğü gibi Suudi Arabistan önemli iç ve dış sorunlarla karşı karşıyadır. Üstelik hepsi 85 yaşını doldurmuş olan ülkenin kurucusu Kral Abdülaziz’in oğulları yaşlılık ve hastalık nedenlerinden dolayı birer birer vefat ederken, bundan sonra birinci nesil evlatların sonuncunun da vefat etmesiyle birlikte Suudi tahtın varisi ve ülke yönetimi konusunda şu anda sıkı bir şekilde korunan ve kamuoyuna yansıması engellenen ihtilaflar su yüzüne çıkacaktır (5).
Kuşkusuz ülkede, iktidar hangi kardeşin soyundan gelen prenslerin tekerine girecek veya hanedanın hangi kanadının yönetimi ele geçirecek, var olan güç odakların hangisi hâkimiyeti pekiştirecek, o günkü güç dengelerine ve tabii en önemlisi ABD yönetiminin yaklaşım ve tavrına bağlıdır. Bütün ülkelerde olduğu gibi Suudi Arabistan’da da güç odakları, çıkar grupları ve siyasal dengeler söz konusudur. Unutmayalım çağdışı, kabile geleneklerine göre yönetilen Suudi Arabistan’da köleliğin yasal hale getirilmesini savunan, kimi fetvalarıyla yönetimi zor duruma düşüren, başta Mekke müftüsü olmak üzere çeşitli dengeler söz konusudur.
Halen Suudi Arabistan ve Yemen’in kimi uzak bölgelerinde kölelik sisteminin varlığını sürdürmesi utanç verici bir gerçek olarak ortadadır. Hatta Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve diğer emirliklere yasadışı yollardan Filipinli, Uzak Doğulu, Hintli ve Pakistanlı genç kız ve erkeklerin kendi rızaları alınmaksızın getirilerek zorla çalıştırılmaları ve cinsel istismara maruz kalmaları, çağdaş kölelik diye adlandıracağımız yapılan muamele insan hakları ihlalidir. Çağdaş köleliğin sürmesi söz konusu ülkelerin ve yönetimlerin çağdaş insan hakları, kişi hak ve özgürlüklerinden ne denli uzak olduklarının bir göstergesidir.
Suudi Yönetimi içte dünyanın en geri kalmış, çağdışı, tarih öncesi kabile gelenek, görenek, örf ve adetiyle ülkeyi yönetmeye çalışırken Suud Hanedanına mensup prensler ülkenin zengin yer altı ve yer üstü kaynakları sayesinde dünyanın eğlence merkezlerinde ve ülke içerisinde sırça köşklerde yaşamlarını zenginlik refah ve ultra lüks bir şekilde yaşamlarını sürdürürken, halk yığınlarının en basit demokratik taleplerine acımasız ve sert bir şekilde karşılık vermektedirler.
Ülkenin zengin yer altı kaynaklarını batıya peşkeş çekerken yolsuzluktan arda kalan kaynaklarlıda silahlanmaya harcamaktadırlar. Üstelik Suudi Arabistan, Katar ve diğer mürteci emirler İsrail ve ABD ile işbirliği yaparak, batının maşası ve uzantısı olarak egemen ve bağımsız devletleri istikrarsızlaştırmak, kaosa sürmek ve nihayetinde devirmek amacıyla bütün imkânlarıyla yıkıcı faaliyetlerini sürdürmektedirler. Ama görülüyor ki Suriye’yi, İran’ı, Irak’ı ve diğer ülkeleri istikrarsızlaştırmayı, Filistin davasını zayıflatmayı ve direnişini kırmayı hedefleyen, Bahreyn ve diğer diktatör emirliklerde halk ayaklanmalarını bastırmaya çalışan Suudi Rejimi içten çürümüştür ve sallanmaktadır.
Doç. Dr. Abbas KARAAĞAÇLI
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
Dipnotlar:
1. http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1228:ktidar-cekimeleri-ekseninde-suudi-arabistan&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150
2. http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1067:arap-baharna-farkl-bak&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150
3. http://www.aygazete.com/Anasayfa.php?59098 ve http://www.aygazete.com/Anasayfa.php?61399
4. http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1029:bahreyn-krizi-ekseninde-suudi-ve-ran-catmas&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150 ve http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=994:bahreyn-krizi&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150
5. http://www.bilgesam.org/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=1053:suudi-arabistanda-ktidarn-gelecei&catid=77:ortadogu-analizler&Itemid=150