Suriye’nin Dostları

Suriye’de yaşanan yönetim karşıtı gösteriler ve ayaklanmalar bugün itibarıyla İran Krizi ile birlikte uluslararası gündemin merkezine yerleşmiş durumdadır. Sorunun çözülebilmesi yolunda askeri seçeneklerin de dâhil olduğu çeşitli politika önerileri ortaya konmuş olsa da, uluslararası sistem bağlamında şekillenen güç ilişkileri ve BM nezdinde açıkça ortaya çıkan sistemik kutuplaşma, ciddi bir insanlık dramına dönüşmüş olan Suriye meselesinin çözümünü zorlaştırmaktadır. Bugün itibarıyla Avro-Atlantik Dünyası, Arap Birliği ve Türkiye’nin oluşturduğu ve Suriye’de siyasal ve yönetimsel değişimi arzulayan geniş kapsamlı ittifak ile Ortadoğu’daki çıkarlarının zarar görmesini istemeyen, uluslararası sistemin çok kutupluluk bağlamında yeniden inşa edilmesini arzulayan ve bu yöndeki istekliliğini BM nezdinde ele alınan Suriye tasarısına “ret” oyu kullanarak ortaya koyan Rusya ve Çin arasında Suriye eksenli büyük bir güç mücadelesi yaşanmaktadır. Bu mücadele ekseninde Batı tarafından aforoz edilen İran da Esad Yönetimi’nin ve dolayısıyla Rusya ile Çin’in yanında yer almaktadır.

Uluslararası sistem bağlamında ortaya çıkmış olan ve katı bir güç mücadelesini simgeleyen kutuplaşma faktörü, Suriye ekseninde askeri operasyon seçeneğinin harekete geçirilmesini imkânsızlaştırmaktadır. Nitekim bu tarz seçeneklerin tartışılması dahi, Rusya’nın Esad Yönetimi’ne açık bir şekilde askeri yardım yapmasını beraberinde getirmiştir. Bu nedenle Suriye sorununun çözümü noktasında bu ülke yönetimine uygulanacak askeri, ekonomik ve teknolojik ambargo ile diplomatik kısıtlamalar ile Esad yönetimine karşı mücadele veren muhalefete verilecek doğrudan ya da dolaylı yardımlar önemli bir rol oynayacaktır. Zira bugün itibarıyla Esad Yönetimi’nin toplumsal meşruiyeti belli toplumsal gruplar dışında tamamen kaybolmuş durumdadır. Beşar Esad, kendi rejimini üzerinden kurguladığı Nusayriler, Hıristiyanlar ve yönetim kademelerinde, bürokraside ve orduda üst kadamelere gelmesine izin verilen Sünniler ve taraftarlarınca desteklenmektedir. Rejim tarafından zenginleştirilen ya da zenginleşmesine izin verilen kesimler de Esad yönetiminin yanında yer almaktadır. Yani mevcut konjonktürde Beşar Esad’ın mezhep ayrımcılığına dayalı korporatist eğilimli kişisel dikta yönetimine karşı Suriye nüfusunun çoğunluğu muhalefet saflarına katılmış durumdadır. Suriye’de tarafını seçmemiş ya da yönünü belli etmemiş tek kesim ise ülkenin kuzey/kuzeydoğusunda yaşayan Kürtlerdir.

Suriye Sorunu’nun çözülebilmesi için ciddi manada inisiyatif alan en önemli aktörler, Arap Birliği, Türkiye ve Fransa olmuştur. ABD, bu aktörlerin çabalarına destek verse de sorunun çözümü yönünde doğrudan müdahil olmayan ya da Libya örneğinde gerçekleştirildiği üzere NATO Operasyonu ile askeri seçeneğin de harekete geçirilmesine karşıdır. Zira Suriye’de muhalefet ile iktidar arasında coğrafi bir ayrım yoktur ve Rusya ile Çin, Libya Sorunu’nda olmadığı kadar Suriye Sorunu’na angaje olmuş durumdadırlar. Bunun yanı sıra, ABD’de gerçekleştirilecek başkanlık seçimleri öncesi Barack Obama’nın sonu belli olmayan, masraflı ve meşruiyeti tartışmalı bir harekete girişmek istemediği anlaşılmaktadır. Obama, Suriye Sorunu bağlamında güç odaklı büyük bir kutuplaşmanın ortaya çıkmasını arzulamamakta ve Çin’in artan gücüne karşı Rusya ile çatışmayı değiş işbirliği yapmayı istemektedir. Arap Birliği ise, Arap Baharı kapsamında ortaya çıkan toplumsal değişim dalgasını kontrol altına almak, bölgesel gücünü ispatlamak ve Arap halkları arasında siyasal bir krizin yaşanmasını engellemek için Suriye Sorunu’nun çözümünde inisiyatif almaya çalışmaktadır. Aynı şekilde Ortadoğu halkları bağlamındaki meşruiyeti günden güne artan ve siyasal-yönetimsel anlayışı ile Ortadoğu’nun içselleştirmesi ve örnek alması gereken bir aktör olarak sunulan Türkiye de sorun ekseninde inisiyatif alarak ve yakın çevresindeki halk tabanlı değişim istekliliğini destekleyerek bölgesel gücünü arttırmayı arzulamaktadır. Fransa’nın amacı ise bölgedeki ekonomik ve siyasal çıkarlarını korumak ve Arap halklarına yakın duran bir Batılı güç olduğunu ortaya koyabilmektir. Bu üç aktör çabalarını ortak bir düzleme dökerek “Suriye’nin Dostları” adı altında geniş kapsamlı bir diplomatik temas grubu yaratarak hem uluslararası arenadan Suriye muhalefetine yönlendirilen desteği vurgulamak hem de kendi siyasal etkinliklerini arttırmak için Tunus’ta bir toplantı gerçekleştirilmesini sağlamışlardır. Toplantının Tunus’ta gerçekleştirilmiş olması, siyasal değişim odaklı halk hareketlerinin başladığı bu ülkenin sembolik öneminin altının çizilmesi anlamında da önemlidir.

Ne var ki, Arap Birliği, Türkiye ve Fransa’nın inisiyatif alması ile gerçekleştirilen bu toplantıya Suriye’nin Dostları adının verilmiş olması oldukça ironiktir. Zira bugün itibarıyla Suriye’de iki tür toplumsal-siyasal gerçeklik bulunmaktadır. Birincisi Beşar Esad’ın liderliğini yaptığı iktidar bloğudur ve Tunus Konferansı’nın düzenlenmesinin temel nedeni de bu bloğun nasıl alt edilebileceği üzerine kafa yormaktır. İktidar bloğunun en önemli dostları da Tunus’taki konferansa katılmayan ve yönetim değişikliğini reddeden Rusya, Çin, İran ve Lübnan’dır. İkinci grup ise Suriye yönetiminin değiştirilmesini arzulayan ve Suriye nüfusunun çoğunluğunu oluşturan muhalefettir. Suriye’nin Dostları Konferansı muhalefete destek anlamında kurgulandığına göre, Beşar Esad’a destek veren birkaç ülke dışında, uluslararası toplum Esad yönetiminin Suriye’yi temsil etmediğini vurgulamaya ve muhalefetin Suriye’nin gerçek sesi ve ruhu olduğunun altını çizmeye çalışmıştır. Yani hangi Suriye’nin hangi dostları sorusunun cevabı, Esad muhalifi Suriye’nin Tunus Konferansı’nda temsil edilen dostları olarak cevaplandırılmaya çalışılmıştır.

Tunus’taki Suriye’nin Dostları Konferansı’ndan sonra ortaya konan bildiride, Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve birliğine yeniden vurgu yapılmış ve uluslararası medyada dillendirilen Suriye’nin etnik ve dinsel gerçekliklere uygun olarak bölünebileceği iddiaları çürütülmeye çalışılmıştır. Yine aynı bildiri bağlamında Esad yönetiminin kendi halkına karşı uyguladığı şiddet ve insan haklarına aykırı faaliyetler kınanmış, özellikle yabancı gazetecilere uygulanan tecrit ve saldırıların da altı çizilmeye çalışılmıştır. Bildiri kapsamında Beşar Esad’a şiddeti durdurması, siyasi mahkûmların salıverilmesi ve Suriye Ordusu’nun başta Hama ve Humus olmak üzere şehirlerden çekilmesi istenmiştir. Suriye’nin Dostları Konferansı’nda ele alınan bir diğer husus da, Arap Birliği’nin gözetiminde demokratik, çoğulcu ve eşitlik temelinde bir siyasal yapının teşkilatlandırılması yolunda öncelikle milli birlik hükümetinin kurulmasının sağlanması ve bunun için de şeffaf ve sağlıklı bir şekilde seçimlerin gerçekleştirilmesinin gerekliliğinin vurgulanması olmuştur. Bu bağlamda, Beşar Esad Yönetimi’nin belirtilen talepleri karşılayana kadar siyasal, askeri, ekonomik ve diplomatik yaptırımlarla cezalandırılacağı da konferans ekseninde üzerinde durulan bir başka husustur. Tunus’taki konferansta üzerinde anlaşmaya varılan en önemli faktör, muhalefetin Suriye Ulusal Konseyi adı altında birleştirilmesi ve bu yapının Suriye’nin uluslararası arenadaki meşru temsilcisi olarak görüldüğünün ilanı olmuştur.

Tunus’ta gerçekleştirilen toplantı sonrası, AB, Suriye Merkez Bankası’nın Avrupa’daki malvarlığını dondurmuş, Suriye Ulusal Konseyi’nin lideri olan Burhan Galyun ise, Suriyeli Kürtlere yönetimsel özerklik vaat ederek Beşar Esad’a karşı kendileriyle birlikte hareket etmeye davet etmiştir. Kuşkusuz bu durum Türkiye için de önemlidir. Zira Suriye Ulusal Konseyi’nin en önemli bölgesel müttefiği Türkiye’dir ve bu teklif, Türkiye’nin kendi iç sorunlarına da temas edebilecek bir hassasiyet taşımaktadır. Burhan Galyun’un bu teklifi, devletleşme yolunda olan Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile birlikte düşünüldüğünde Ortadoğu’da toprak bağlamında ve siyasal anlamda ciddi bir Kürt varlığının oluşmakta olduğunu ve bu sürecin önümüzdeki dönemde Türkiye’deki siyasal gelişmelere ciddi bir etkide bulunabileceğini göstermektedir.

Suriye’nin Dostları Konferansı’nın bir sonraki durağının İstanbul olacağı toplantı sonunda açıklanmıştır. Bu durum Türkiye’nin süreç bağlamındaki aktif rolünün altını çizmekte ve Türkiye’yi Suriye Sorunu’na eklemlemektedir. Ne var ki, Tunus’ta gerçekleştirilen toplantıda ele alınan konular ve yayınlanan bildirinin mevcut konjonktürde hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Zira bu bildirinin yanınan eklemlenen herhangi bir askeri ve siyasal caydırıcılık yoktur ve Esad Rejimi, uluslararası sistem eksenindeki mücadeleden de yararlanarak Rusya, Çin ve İran sayesinde nefes almaya devam etmektedir. Suriye halkı bir bütünlük içerisinde hareket edene ve esas dostlarının kim olduğunu anlayana kadar da Suriye’deki iktidar savaşımı devam edecek gibi görünmektedir.

Göktürk TÜYSÜZOĞLU

Giresun Üniversitesi

Uluslararası İlişkiler Bölümü Araştırma Görevlisi

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Yapay Zeka Diplomasisi: AI Diplomasisinin Yükselen Çağı

The Emerging Age of AI Diplomacy To compete with China,...

Kolektif Kimlik Bağlamında Sosyal Bütünleşme: Gezi Parkı Olaylarından Bir Perspektif

Fazilet Bektaş Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Bu çalışma, uluslararası alan...

Teknolojinin İpek Yolu: Otoriterleşme ve Çin’den Dünyaya Uzanan Dijital Otoriteryanizm

Nazlı Derin Yolcu Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Özet Dünyada geçmişten günümüze...

Arap Baharı ve Demokratikleşme: Tunus ve Mısır’da Sivil Toplumun Karşılaştırmalı Rolü

Ayça Özalp  Sivil Toplum Çalışmaları o-Staj Programı Giriş Demokratikleşme ve sivil toplum...