Suriyelilerin Vatandaşlık Tartışması Üzerine

Suriyeli sığınmacılara vatandaşlık verileceği haberi, son günlerde ülkede yaşanan karışık ve üzücü günler öncesinde gündemde geniş yer tutan bir meseleydi. Suriye iç savaşı 15 Mart 2011’de başlamış ve Nisan 2011’de Suriyeliler komşu ülke topraklarına sığınmaya başlamışlardır. An itibariyle dünyada 4.5 milyondan fazla Suriyeli mülteci mevcut. Bunların 2.5 milyonundan fazlası Türkiye sınırları içerisindedir. Suriye’deki savaşta ümitsizlik hakimken Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri uzun vadede mümkün görünmemektedir. Bu durum, Suriyelilere vatandaşlık verilmesi tartışmalarını başlatmıştır.

   Suriyeli sığınmacıların Türkiye vatandaşı olmaları üç boyutu olan bir meseledir. Birinci boyut, Suriyelilerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma konusundaki istekliliğidir. İkincisi, devletin kamu alanında Suriyeliler için planladığı entegrasyon sürecidir. Sonuncusu da halkın gözünde Suriyelilerin konumudur. Bu konuda yapılan araştırmaya göre[1],Türkiye’deki yabancıların çoğunun vatandaşlık istemeleri normatif sebeplere dayanmaktadır. Vatandaşlığın getireceği haklar ve günlük yaşamı kolaylaştıran pratik sebeplerdense ülkeye duyulan ilgi daha yoğundur. Bu durum, aidiyet eksikliği hisseden insanların, ait olacak bir topluluk arayışı olarak açıklanabilir. Sonuçlar, göçmenlerin bulundukları ülkenin değerlerini benimseme konusuna olumlu baktıklarını göstermektedir.

   Suriyelilerin uzun süre sığınmacı olarak kalmaları hem o insanların bir hayat kuramamaları hem de devletin yatırımlarına karşılık alamaması bakımından iki taraf için de olumsuz bir durumdur. Bu sebeple, Suriyelilerin vatandaşlığı ekonomik açıdan her iki taraf için karlı olacaktır. Ancak bunun getireceği siyasi ve toplumsal sorunların göz ardı edilmemesi gerekir. Suriyelilerin oy potansiyeli olmaları sebebiyle vatandaşlığa kabul edilecekleri iddiaları şimdiden Suriyelileri siyasi bir tartışmanın içine sokmuştur. Bu süreçte önemli olan, devletin sığınmacıları topluma nasıl entegre edeceğidir. Bunun için Avrupa’da değişik dönemlerde uygulanmış üç model bulunmaktadır.

Birinci model, ayrımcı (timid unity in diversity) modeldir.1990 yılına kadar Almanya’da uygulanan bu modelde göçmenler ekonomik ihtiyaçlar doğrultusunda gelen, kalıcı olmayan işçilerdir. Bu nedenle göçmenlerin topluma uyumu öncelikli değildir. İkinci model, asimilasyoncu cumhuriyetçi (unity over diversity) modeldir. Fransa’da uygulanan bu modelde göçmenler kalıcı kabul edilirler ve göçmenlere, çoğunluğun yaşam tarzını benimsemeyi kabul etmeleri durumunda vatandaşlık verilir. Üçüncü model, etnik azınlık (unity in diversity) modelidir. İngiltere, ABD ve Hollanda’da uygulanan bu model göçmenleri kalıcı kabul eder ancak cumhuriyetçi modelden farklı olarak göçmenleri etnik ve ulusal kökenlerine göre bir alt grup olarak tanımlar ve çoğunlukla uyum içinde yaşamasını hedefler. Cumhuriyetçi modelde göçmenlerin sorunu bireysel haklar çerçevesinde çözülürken, etnik azınlık modelinde grup hakları çerçevesinde çözülür.

Devletin entegrasyon için izleyeceği modeller Suriyelilerin toplum içindeki konumunu belirleyecektir. Günümüzde göçmenlerin uyumu genellikle kültürel ve dilsel olarak algılanmaktadır. Ancak toplumsal, ekonomik ve siyasi açıdan uyumları göz ardı edilmektedir. Bu da ırkçılığa, yabancı düşmanlığına, kurumsal ayrımcılığa sebep olmaktadır. Yapılan araştırmada, Avrupa’da göçmen olarak yaşayan kalifiye Müslümanların işsizlik oranı yerlilerin oranından daha fazladır. Bu oran Fransa’da %27’ye %5 olarak belirlenmiştir. Fransa’da son dönemde yaşanan terör olaylarından sonra Fransa’daki azınlıkların radikal eğilimler göstermesinde, azınlıklar ile çoğunluk arasındaki sosyal farklılıklar bir sebep olarak gösterilmektedir.[2]

   Devletler her ne kadar uyum yanlısı politikalar izlese de halkın farklı olanı kabul etmesi çok yaygın değildir. Burada “öteki” kavramı devreye girmektedir. Felsefi anlamda öteki, “ben” in dışında kalan her şeydir. Toplumsal anlamda öteki ise “biz” in dışında kalan her şeydir. Burada önemli olan “biz” duygusunun neye dayandığıdır. Ötekileştirme, ilkel formda, saldırı tehdidine karşı verilen reaksiyondur. Rasyonel düşünen birey var olabilmenin açlığıyla “öteki” nin yaşam alanını ve başkalığını kolonileştirmek adına ontolojik bir savaş verir. Öteki ile birlikte yaşamak yerine, onları ontolojik olarak ortadan kaldırmayı tercih edenler, ötekiyi uzaklaştırma (örn. 15. yy. Yahudilerin ve Müslümanların İspanya’dan uzaklaştırılması,17. yy. Katolik Fransa’dan Protestanların uzaklaştırılması, vb.) ve ötekiyi yok etme (örn. Holokost ve Ruanda’da Tutsilerin soykırımı, vb.) çözümlerine yönelmişlerdir.

Öte yandan ötekilerle yaşamayı deneyen ve ötekilere hoşgörü ve toleransla yaklaşan devletler de olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu kendi topraklarında yaşayan azınlıklara karşı hoşgörü ve koruma politikaları izlemiştir. Ancak azınlıklar toplumun çoğunluğuyla eşit görülmemiştir. İsyan eden veya direnen azınlık grupları sindirilmiş veya sürülmüştür. Bu da, aslında ne kadar hoşgörülü ve anlayışlı olunursa olunsun ötekinin asla tamamen anlaşılamayacağının bu sebeple de tamamen kabul görmeyeceğinin bir göstergesidir. Öteki anlaşılıp kabul gördüğü zaman artık öteki değildir. O “biz” olma sürecini tamamlamış bir bireydir.

   Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında “biz” duygusu genel olarak Sünni-Türk kimliği üzerine kurulmuştur. Bu kimliğin dışında kalanlar (Aleviler, Kürtler, Çerkezler ve diğer etnik ve dini azınlıklar) ötekileştirilmiştir. Bugüne kadar ötekileştirme süreci ayrıştırma, inkar ve asimilasyon yollarıyla gerçekleştirilmiştir. Alevi evlerinin işaretlenmesi, Kürtlerin devlet kadrolarında ve diğer alanlarda maruz kaldıkları ayrımcılıklar bunların göstergesidir[3].

Türkiye’deki tekçi kimlikçi anlayış ve dinsel açıdan farklı olanı tanımadaki sıkıntılar 2000’li yıllarda Avrupa Birliği entegrasyon süreci ile birlikte yumuşamaya başlamış ve demokratik bir zemin kazanmıştır. Son dönemlerde yaşanan gelişmeler sebebiyle tekrar yayılmaya başlayan milliyetçi söylemlerle birlikte öteki olmanın zorlaştığı bu topraklarda “biz” olabilmek Suriyeliler için de çok önemlidir. Suriyelilerin toplum tarafından kabulünü kolaylaştırmak için ümmet bilinci dayanak olarak kullanılmaktadır. Hicret döneminde Medineliler ve Mekkeliler arasındaki ensar-muhacir benzerliğine dayanılarak, halkın gelecek olan Müslümanları bir ensar hassasiyetiyle karşılayacağını beklemek, sadece insanların İslam ahlakına olan güvene dayanmasından dolayı risklidir.

   Türkiye’de yaşayan bütün Suriyeliler sığınmacı kabul edilse de birçoğu anayasal olarak sığınmacı statüsüne sahip değildir. Şu an ülkede misafir olarak tolere edilmekte olan bu kesim vatandaşlıkla birlikte statü kazanacak ve haklar elde edecektir. Suriyelilerin Türkiye Cumhuriyeti değerlerini benimsemesi, uygulanacak olan uyum politikası ve toplumda oluşan “biz” kimliğinin dayanağı vatandaşlık sürecini yönlendirecek gelişmelerdir.

Furkan ÇAKAR

KAYNAKÇA:

  1. Türkiye’de Göçmenlerin Vatandaş Olma Eğilimleri: Deneyimleri ve Algılar, Ahmet İçduygu ve Denim Korfalı
  2. http://www.telegraph.co.uk/news/2016/08/01/analysis-why-france-is-so-vulnerable-to-islamist-terrorism
  3. http://istanbul.mazlumder.org/fotograf/yayinresimleri/dokuman/etnik_ayrimcilik_raporu_2011.pdf
  4. http://www.telegraph.co.uk/news/2016/08/01/analysis-why-france-is-so-vulnerable-to-islamist-terrorism/
  5. http://istanbul.mazlumder.org/fotograf/yayinresimleri/dokuman/etnik_ayrimcilik_raporu_2011.pdf
  6. Prof. Dr. Ahmet Kaya, Farklılıkların birlikteliği Türkiye ve Avrupa’da bir arada yaşam tartışmaları, hiperlink yayınları ,2014
  7. http://data.unhcr.org/syrianrefugees/regional.php

Sosyal Medyada Paylaş

Furkan Çakar
Furkan Çakar
Marmara Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde okumakta olup Ortadoğu siyaseti ve sinemaya ilgi duymaktadır.

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...