بلد اي على أرسلني
إنساناًو اتركني و
Beni İstediğin Ülkeye Gönder, Fakat İnsanca Bırak!
Country Does Not Matter, Let Me Be Human!
Savaşın mağdurları her zaman olduğu gibi sahada savaşanlardan ziyade masum sivillerdir. Yakın coğrafyamızda savaşların artmasıyla beraber ülke olarak savaşın her halini en derinden hissettik ve hissetmeye devam ediyoruz. Çünkü savaş korkunç sonuçları beraberinde getirdiği gibi, sonrasında da sivil mağdurların kendi özgür iradelerini kısıtlıyor. Bundan dolayı makalemin başlığını Suriyeli mülteciler için bestelenen bir şarkıdan aldım. Şarkı şu sözler ile başlıyor; ‘Beni istediğin ülkeye gönder, fakat insanca bırak!’. Anlaşıldığı gibi savaşın her anında mağdur durumda olan sivillerden, devletler sadece muktedir oldukları topraklara müdahale etmiyor, onların seyahat hakkını kısıtlıyor; bir nevi özgür iradelerine demir çitler örüyorlar. Şöyle ki; siviller gidecekleri ülkeyi bile seçemiyor. Sadece kendileri için belirlenen ülkede istenilen alanlarda yaşama hakları var. Yaşanılan bu durum bile savaşın psikolojik ve sosyolojik etkilerinin ne kadar derin olduğunu kanıtlar niteliktedir.
Makalemde genel bir mülteci tanımını ve ülkelere göre dağılımını vererek, İstanbul ve Şanlıurfa’daki Suriyeli mültecilerin sosyal-ekonomik yaşantılarını yaptığım gözlemler doğrultusunda kıyaslamaya çalışacağım.
Mülteci tanımının yapıldığı ilk uluslararası sözleşme 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’dir. Bu sözleşmede geçen tanıma göre mülteci:
Madde 1A (2)
“…ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen her şahıs …”
Cenevre sözleşmesine baktığımızda sınırlarımızdan bu sebeplerle geçen herkes mülteci statüsünde gibi gözükse de hukuki olarak göç ettikleri ülkenin yabancı hukukuna tabi oluyorlar. Makalede ele aldığım konuya göre Türkiye’nin Suriyelilere verdiği yasal statüye bir bakalım. Türkiye 2001 AB direktifine dayanarak 2011’de geçici koruma başlattı. Geçici koruma: “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirilmeye alınmayan yabancılara sağlanan korumadır.”[1] UNCHR’daki tanımlama şöyledir: “Geçici koruma pek çok ülkeye acil mülteci akınlarının sağlanabilmesi için ortaya atılmıştır. Bu, kalıcı çözüme yol açması gereken geçici bir koruma şeklidir. Bunun uygulanmasıyla hükümetler, iç savaş ve diğer genelleşmiş şiddet sonucu yerinden edilmiş kişileri çok zaman harcayan ve pahalı olan bireysel izleme sorumluluğundan kurtulabilmektedirler.”
AB direktifleri, geçici koruma süresini 1 yıllık olarak tanımlasa da koruma süresinin 6 aylık dönemlerle, 2 seneye kadar uzatılabileceğini öngörmektedir. Bu direktife göre Türkiye’nin verdiği ‘geçici koruma’ statüsünün süresinin dolduğu görülmektedir. 2012’de çıkarılan kanunla Türkiye, geçici korumayı genişletmiş ve ‘misafir’ diye adlandırdığı uygulamayı değiştirerek, “Suriyeli mülteci” olarak adlandırmıştır.[2] Fakat bu mülteci adlandırması uluslararası statüde bir anlam ifade etmediği gibi Türk kanunlarında da yer almamaktadır. Çünkü Cenevre sözleşmesini Türkiye coğrafi sınırlama çekincesiyle kabul ettiğinden, Avrupa dışından gelenlere mülteci statüsü tanımamaktadır. Bu sebeple Ortadoğu’dan gelenlerin ülke içerisinde konumları net değildir. Bu kişiler toplumda pek çok zorlukla karşılaşmaktadırlar. Örneğin konut edinme, ikamet, sağlık, eğitim, işsizlik…
Mülteci akını işsizlik sorununu da beraberinde getirmiştir. Mart 2013’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yürüttüğü çalışma çerçevesinde, emniyetten ikamet alan Suriye uyruklu yabancıların çalışmasına izin verilmiştir.[3]
Türkiye’de artan Suriyeli misafir sayısı toplum ve devlet için o kadar ani olmuştur ki, devletin kendisi, Göç İdaresi, Suriyeli yabancıların ikamet belgesi konusunda bir karmaşa içerisindedir. Göç İdaresi, misafir kimliklerini beyan üzerine vermektedir. Bu beyan üzerine verilen kimlikler sadece ülke içerisinde misafirlerin seyahatlerini kolaylaştırmaktadır.
Son yapılan sayımlara göre dünya üzerindeki Suriyeli Mülteci sayısı 4 milyona ulaştı. 2015 yılı içerisinde de 1 milyon kişinin kendi ülke topraklarından çıkması bekleniyor. Türkiye içerisindeki mültecilerin yılsonuna kadar 2,5-3 milyonu bulması ön görülüyor.
UNICEF’in 11 Temmuz 2015’te hazırladığı rapora göre; Irak’taki kayıtlı mülteci sayısı 249.726’dır. Bunlardan 107.882’si kadın, 103.636’sı 18 yaş altı çocuk mülteciden oluşmaktadır. Bu durumun Irak’ta böyleyken Ürdün’de, Lübnan’da, Mısır’da ve Türkiye’de nasıl olduğuna bakalım:
Ürdün’deki kayıtlı mülteci sayısı 629.128’dir. Bu sayının 318.698’i kadın, 325.259’u 18 yaş altı çocuk mülteciden oluşmakta ve bu mültecilerin %86’sı kamp dışında yaşamaktadır. Lübnan’daki mülteci sayısı 1.172.753’tür. Yine bu sayının 616.868’i kadınken, 625.077’i 18 yaş altı çocuktan oluşmaktadır. Türkiye ve Mısır’da da durum değişmemektedir. Mısır’daki kayıtlı mülteci sayısı 132.375 iken 64.864’ü kadınlardan, 57.716’sı da 18 yaş altı çocuklardan oluşmaktadır. Son olarak Türkiye’ye baktığımızda bölgedeki en fazla mülteciye sahip olduğunu görmekteyiz. Türkiye’deki kayıtlı mülteci sayısı 1.805.255’tir. Bunların 888.185’i kadın, 978.448’i ise çocuklardan oluşmaktadır. Tüm bu rakamları incelediğimizde ülkelerini terk eden mültecilerin %80’inin kadın ve çocuklardan oluştuğunu görmekteyiz. UNICEF’in açıkladığı rakamlara göre Suriye’den gelen mültecilerin büyük çoğunluğunun Al-Hasakeh’den olduğu belirtilmektedir. Bu rakam yaklaşık 120.000 kadardır. Ayrıca sadece 4.013.292 Suriyeli kayıt altında bulunmaktadır.
Yine UNICEF’in raporunda dikkati çeken bir diğer nokta da 7.6 milyon Suriyelinin kötü şartlar altında yaşamına devam ettiğidir. Konuyu Türkiye tabanlı ele aldığımızda savaş yüzünden her şeyini kaybeden insanlar ekonomik bunalım içerisindedirler. Bu bunalım sebebiyle her ücrette çalışacak duruma gelen Suriyeliler ucuz iş gücü sayısını arttırarak bir anlamda işçi tacirlerinin eline yağ sürmektedirler. Oluşan bu sınıf aynı zamanda toplumdaki ekonomik dengeleri değiştirdi. Bu konuyu biraz açmak için iki şehri; İstanbul ve Şanlıurfa’yı ele alacağım.
Şanlıurfa Merkez’de 150.000 civarında Suriyeli bulunurken kamplardaki sığınmacı sayısı 80.000’e yakındır. Bu rakamlara bakıldığında görülüyor ki mülteci sayısı Urfa nüfusunun %10’unu geçmiştir.[4] Nüfusun bu kadar artması ekonomi alanında da değişikliğe yol açmıştır. Örneğin; Şanlıurfa sanayi bölgesinde Suriyelilerin pek çok yatırımı olmuştur.
İstanbul’da yaşayan Suriyeli misafir sayısı 330.000 civarındadır. İstanbul’da düşük gelirli Suriyeliler daha çok tekstil alanında çalışırken, ekonomik birikimleri olan Suriyeliler ise kendi işlerini kurmaktadırlar. Araştırma günlerim boyunca neredeyse her durumu İstanbul’daki mültecilerle karşılaştırdım. Urfa’daki mültecilerin tam anlamıyla bir insanın en temel ihtiyaçlarından mahrum olduğunu gördüm. İnsanlar kayıt yaptırmaya geldiklerinde süt, ev, kıyafet istiyorlardı. İstanbul’da ise durum çok farklıydı. Örneğin; gelirleri düşük ailelere aylık kiralarına yardımında bulunulurken, haftada bir gün toplu olarak belirlenen yerde ailelere gıda yardımı yapılıyordu. Her şehirde olduğu gibi İstanbul’da da kiralar oldukça yükseldi ve hayat pahalılaştı. Ekonomik birikime sahip olarak gelen Suriyeliler genelde gıda sektörüne yatırım yaptı. Ekonomide bu dalgalanmalar yaşanırken sosyal hayatta mahalle kültürü değişti. Geceleri dışarıda dolaşmayı seven Suriye toplumu günün iki saatinin de hareketlenmesine sebep oldu. İstanbul’a gelen yoğun sığınmacı akını büyük şehirlerdeki birlikte yaşam algısını değiştirdi.
Türkiye’de vatansız olarak tanımlanan sığınmacıların hukuksal problemleri her alanda hissedilse de birlikte yaşadığımız bu topraklardaki barış, cadı avında değil kendilerinin bile gitmeyi seçemedikleri ülke toplumlarının sağduyusundadır. Çünkü hepimiz aynı toprakların, “Mezopotamya”nın çocuklarıyız.
Rumeysa TERZİOĞLU
KAYNAKÇA
1. AFAD Report ( 21.08.2015)
2. Erdoğan, Murat,Mehmet,Kaya,Ayhan,Türkiye’nin Göç Tarihi, 14 Yüzyıldan 21.Yüzyıla Türkiye’ye Göçler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,1.Baskı,İstanbul,Haziran,2015,sf.322. (20.08.2015)
3. Erdoğan,Murat,Mehmet,Kaya,Ayhan,Türkiye’nin Göç Tarihi, 14 Yüzyıldan 21.Yüzyıla Türkiye’ye Göçler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,1.Baskı,İstanbul,Haziran,2015,sf.308. (20.08.2015)
4. Erdoğan,Murat,Mehmet,Kaya,Ayhan,Türkiye’nin Göç Tarihi, 14 Yüzyıldan 21.Yüzyıla Türkiye’ye Göçler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,1.Baskı,İstanbul,Haziran,2015,sf.322. (20.08.2015)
5. Orsam, Rapor, No: 195, Ocak, 2015. (22.08.2015)
6. http://www.unhcr.org.tr/ (21.08.2015)
7. UNICEF Report (24.08.2015)
8. USAK Report (23.08.2015)
[1] Erdoğan, Murat,Mehmet,Kaya,Ayhan,Türkiye’nin Göç Tarihi, 14 Yüzyıldan 21.Yüzyıla Türkiye’ye Göçler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,1.Baskı,İstanbul,Haziran,2015,sf.322.
[2] Erdoğan,Murat,Mehmet,Kaya,Ayhan,Türkiye’nin Göç Tarihi, 14 Yüzyıldan 21.Yüzyıla Türkiye’ye Göçler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,1.Baskı,İstanbul,Haziran,2015,sf.308.
[3] Erdoğan,Murat,Mehmet,Kaya,Ayhan,Türkiye’nin Göç Tarihi, 14 Yüzyıldan 21.Yüzyıla Türkiye’ye Göçler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları,1.Baskı,İstanbul,Haziran,2015,sf.322.
[4] Orsam, Rapor, No: 195, Ocak, 2015.