Bu röportaj Dr. Öğr. Üyesi Sezgin Mercan ile Suriyeli Göçmen Sorunu ve Suriye İç Savaşı sonrası Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri üzerine yapılmıştır.
1) Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında geçmişten günümüze inişli çıkışlı ilişkiler ve müzakere süreçleri olmakta, taraflar zaman zaman ortak politikalar, işbirlikleri ile karşımıza çıkmaktadır. Ancak son yıllarda, karşılıklı ilişkilerde soğuma ve ilişkilerin yavaşlamasının daha fazla yansıtıldığını görmekteyiz. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye ile AB arasında gerginlik müzakere sürecinin ötesine geçmiş durumdadır. Müzakere süreci bağlamında AB, Türkiye’nin kendi koşullarına uyum sağlamasını beklemektedir. Fakat müzakerelerin başlamasının ardından tarafların birbirlerine daha fazla yaklaşması gerekirken, tam tersi olmuş, taraflar birbirlerinden uzaklaşmışlardır. Bunda gerek AB içindeki gerekse iki taraf arasında bölgesel politikaların ve önceliklerin değişiminin etkisi bulunmaktadır. Kafkasya’dan Orta Doğu’ya, Ege’den Akdeniz’e uzanan düzlemlerde iki tarafın ortaklık konularının azalması AB ile Türkiye’nin arasını açmıştır. Buna bir de Yunanistan gibi üye ülkelerle yaşanan ikili gerginliklerin AB düzeyine yansımalarını eklemek gerekmektedir. Üye ülkeler Türkiye ile olan anlaşmazlıklarını AB düzeyine taşıyıp AB-Türkiye ilişkilerini de olumsuzluk zeminine çekmektedirler.
2) AB ile Türkiye arasında gerginleşen ilişkilerin yeniden canlandırılması için alternatif planlar üretilmeye başlandı. Üretilen alternatiflerden en önemlisi diyebileceğimiz “Pozitif Gündem” çerçevesinde yoğunlaştırılmış bir diyalog süreci hedeflendi. Alternatif bir çözüm yolu olarak “Pozitif Gündem” ikili ilişkileri yeniden canlandırabildi mi?
Pozitif Gündem 2010’ların ortalarında Türkiye-AB arasındaki anlaşmazlıkların küresel ve bölgesel krizlerin çözümü yolunda iş birliğini engellememesine dönük olarak kurgulanmıştır. Terörle mücadele ve göç dalgasını önleme gibi iş birliği alanlarında ortak tutum geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu tutumun müzakere sürecindeki tıkanıklıklar nedeniyle bozulması önlenmek istenmişti. Belli ölçülerde ilerlemeler kaydedilse de, özellikle AB’nin Türkiye’den Geri Kabul Anlaşması’nı imzalamasını istemesi ve Türkiye’nin de bunun karşılığında AB’den vize serbestliği almayı beklemesi konunun kilit noktasını oluşturmuştu. Türkiye Geri Kabul Anlaşması’nı imzalamış, fakat AB vize serbestliği sağlamamıştı. Böylece Pozitif Gündem’in etkisi kısa süreli oldu.
3) AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gerilmesinde en büyük husus birçok kaynağa göre “mülteci krizi” ve “göç sorunu” olarak görülüyor. Mülteci krizi kapsamında Türkiye kendisini hedef ülke olarak gördüğü için AB’ye olan güven gittikçe azalıyor. Bu bağlamda ilişkilerin normalleşmesi ve iş birliğinin sağlanabilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?
Mülteci krizi iki taraf arasındaki ilişkilerin hem kriz yönünü hem de işbirliği yönünü oluşturuyor. AB’den gelen tepkilerin kontrollü olması Türkiye’nin mülteci krizi kapsamında sağladığı yararlar ve katkılara referansla gerçekleşmektedir. İkili ilişkilerin bu konuların çok ötesine geçen boyutları olduğu için ilişkilerin normalleşmesi sadece bu unsurlara bağlanamaz.
4) Geri Kabul Anlaşması ile Türkiye’nin AB’den vaat alan bir ülke konumunda olduğu görülüyor. Anlaşma kapsamında AB’nin Türkiye’ye mülteciler için vaat ettiği miktardaki maddi destek ülkedeki mülteci nüfus için yeterli oldu mu? Sizce Türkiye, AB’den daha fazla maddi destek talep etmeli mi?
Türkiye bu konuda AB’den beklediği desteği tam göremedi. Elbette fon aktarımları oldu. Bu aktarımlar, çeşitli projeler üzerinden gerçekleştirildi Eğitim, sağlık, altyapı hizmetleri gibi konularda ilerlemeler kaydedilmesi için destek sağlandı. Tam anlamıyla yeterli bir destek olduğu söylenemez. Burada mülteci sorununun çözümünün Suriye olduğunu göz önünde tutmak gerekir. Ne kadar fon sağlanırsa sağlansın, soruna köklü çözüm geliştirilemediği sürece bunun pek sonu olmaz. Maddi destekler AB bütçesi bağlamında değerlendirilip kararlaştırılmaktadır. Mevcut koşullarda ne Türkiye’nin daha fazla fon beklentisi vardır, ne de AB’nin bunu sağlama isteği vardır.
5) Türkiye’nin Geri Kabul Anlaşması’nı imzalamasıyla göç sorunundaki tutumundan taviz verdiğini düşünüyor musunuz ve mülteci krizinde kilit ülke rolünü oynayan Türkiye’nin anlaşma sırasında isteklerinin sizce daha somut mu olması gerekirdi?
Türkiye’nin istekleri yeterince somuttu. Geri Kabul Anlaşması’nın imzalanması AB ile işbirliğine istekli bir Türkiye profili ortaya koymuştu. Bunu kendi üzerindeki yükü arttırmak pahasına yapmıştı. Fakat AB’den beklediği vize serbestliği ve gümrük birliğinin revizyonu gibi şartlar yerine getirilememiştir.
6) AB’nin Geri Kabul Anlaşması kapsamında üzerine düşen sorumlulukları yerine getirdiğini düşünüyor musunuz?
Vize serbestliği ve Gümrük Birliği’nin revizyonu gibi şartlar yerine getirilememiştir. Bunu da Türkiye’nin anlaşmayı tam uygulamaması gibi bir gerekçeye bağlamıştır. Burada AB içindeki karar alma mekanizmasının işleyişini de düşünmek gerekir. Örneğin, Türkiye’nin bu konudaki tutumundan mağdur olduğunu belirten Yunanistan, vize ve revizyon konularına hiç sıcak bakmamıştır.
7) Şubat 2020’de İdlib’de Türk askerlerine yönelik düzenlenen saldırı sonrasında Türkiye sınır kapılarını açarak bünyesindeki mültecilerin Avrupa’ya geçişine izin verdi. Türkiye’nin bu tavrını AB ile ikili ilişkileri ve mülteci krizi kapsamında nasıl yorumluyorsunuz?
Bu geçiş meselesi araçsallaştırılmıştır. AB’nin, Türkiye’ye yönelik vaatlerini gerçekleştirmesi için adeta baskı unsuru olarak konumlandırılmıştır. Türkiye bunu, izin vermek değil, Avrupa’ya gitmek isteyenleri engellememek şeklinde açıklamıştır.
8) Türkiye’nin 1999 yılından itibaren resmi olarak Avrupa Birliği’ne aday ülke olduğunu ve bu yolda müzakerelerin devam ettiğini biliyoruz. Geri Kabul Anlaşması ve mülteci krizinin AB ile Türkiye ilişkilerine verdiği yönü genel anlamda değerlendirecek olursak Türkiye’nin üyelik sürecine ve bu bağlamdaki müzakerelere olan etkisini nasıl yorumlarsınız?
Olumsuz etkisi olduğu belirtilebilir. AB’nin dışarıya karşı sınırları daha fazla hissedilir olmuştur. İkili ilişkiler pragmatik bir zemine kaymıştır. Kriz anlarında birbirlerine yaklaşan, fakat normal zamanlarda birbirlerinden uzaklaşan taraflar haline gelmişlerdir. Bu da üyelik yolunda ilerleyen aday ülke profilini bozan bir etki yaratmıştır. İlişkiler mülteci krizinin ötesine geçen değişkenlere sahiptir. Bu değişkenlerden örneğin AB içindekiler farklı bir takım akımları yansıtmaktadır. Liberal milliyetçi akım, değerler topluluğu olarak Avrupa fikri, Hıristiyan Avrupa fikri bunlardandır. Yaşanan uluslararası krizlerle Avrupa siyasetinde yabancı/göçmen/mülteci karşıtlığı gibi tepkileri barındıran aşırıcılığın yükselişi görülmüş, bu Türkiye ile ilişkilere de yansır olmuştur.
ASIM TOLGA DOĞANGÜZEL
TUİÇ GÖÇ ÇALIŞMALARI STAJYERİ