Son dönemde Arap ülkelerinde meydana gelen halk isyanları ve protestolar, Tunus ve Mısır’dan başlayarak hemen hemen tüm Arap liderlerini kuşatmış durumdadır. Cumhuriyet ile yönetilen Arap ülkelerinde halk, artık kaderlerine mahkûm olmaktan ziyade yönetime karşı başkaldırmaktadır. Bu bağlamda Orta Doğu’nun geleneği haline gelen yönetim biçiminin babadan oğla devredilmesi sorunu yarım asırdır Arap camiasında yaşanmaktadır.
Bu durum bölge halklarının yaşam şekline siyasi, ekonomik ve sosyal olarak olumsuz biçimde yansımaktadır. Çünkü halkına baskı yaparak hükümranlık süren Arap liderleri halklarının gelişmişlik düzeyi, ekonomik refahı ve birçok elzem gereksinimlerinden mahrum kalmalarına sebep olmaktadır.
Bu çerçevede Orta Doğu’daki Arap ülkelerine bakıldığında 2011 yılı ile başlayan gösterilerin bölgede birçok dengeyi değiştirmesiyle birlikte bölge ülkeleri arasında ikili ilişkilerin ve iş birliğinin geliştirilmesine tehdit oluşturduğu söylenebilir. Bu nedenle Arap dünyasındaki halk hareketlerinin 15 Mart 2011 tarihinden beri Suriye’ye de sıçramış olması ülkeyi bir kaos ortamına sürüklemektedir. (1) Öte yandan Suriye’deki rejim karşıtı gösteriler düzenleyen protestocuların Esad yönetimine reform çağrıları yapması, Suriye’deki durumu daha karmaşık hale getirmektedir. Suriye hem Orta Doğu’daki önemi ve konumu gereği, hem de Türkiye, İran ve Arap dünyası ile arasındaki ilişkileri açısından birçok noktada kilit bir ülkedir. Bu doğrultuda, Suriye’deki olayların gidişatı ele alınarak, Esad yönetiminin geleceğine ilişkin tahminler yapılmaya çalışılacaktır.
Suriye’deki muhalif yapılanma üç ana başlık altında ele alınabilir. Bunlar, Sünni Araplar, Kürtler ve özgülükçü gençlerdir.
Bunlardan ilki ülkenin çoğunluğunu oluşturan Sünni Arapların desteklediği Müslüman Kardeşler’dir. İkincisi, Kürt muhalif gruplar ve partilerinin başında yer alan Dr. Abdulhekim Beşar liderliğindeki Demokrat Kürt Partisi (El-Parti), Hamid Derveş liderliğindeki Kürt Demokrasi İlerleme Partisi ve Aziz Davut liderliğindeki Kürt Eşitlik Partisi’dir. Bu grupların, Kuzey Irak yönetiminden de destek aldıkları ileri sürülmektedir. Ancak Kürtler arasında söz konusu parti liderlerinin, Suriye’deki kimliksiz Kürtlerin hakları konusunda pasif kaldıkları düşüncesinin yaygın olduğu değerlendirilmektedir. Suriye’deki isyanların başladığı günden itibaren Kuzey Irak basını, Suriye’deki Kürt partilerinin tutumunu eleştiren haberler ve yorumlar yayınlamaktadır. Üçüncüsü ise, protestolar sırasında, sokaklarda sıkça görülen, talepleri demokrasi, iş ve özgürlük olan gençlerdir.
Halk Hareketi Neyi Amaçlıyor?
Tunus ve Mısır’da yaşanan gelişmelerin ardından Suriye’ye de sıçrayan gösteriler her geçen gün ivme kazanmaktadır. Şubat ayından beri Suriye’nin Der’a şehrinde ortaya çıkan ve Mart ayında ülke geneline yayılmaya başlayan, Suriye’deki olayların diğer Arap ülkelerindeki halk hareketlerinden farklı olduğu söylenebilir. Başlangıçta Esad yönetimine bağlı güvenlik güçlerinin protestocuları bastırmak için ateş açmaları sonucunda, onlarca gösterici yaralanmış ve hayatını kaybetmiştir. Bu durum göstericilerin tepkisini artırmış ve gösterilerin Suriye’nin diğer bölgelerine de (Halep, Der’a ve Humus gibi) yayılmasına yol açmıştır. Bu olayların karşısında, halkın sokağa dökülmesi ve protestoların önüne geçmek için Şam yönetiminin önünde iki seçenek olduğu söylenebilir; birincisi, Libya lideri Muammer Kaddafi gibi, isyancılara karşı şiddet kullanarak halkı bastırmaktır. Olayların başlangıcında, Şam yönetimi bu uygulamayı yapmıştır. Ancak gördüğü tepkilerden dolayı göstericilere karşı uyguladığı şiddeti azaltmak zorunda kalmıştır. Çünkü Esad yönetimi şiddete dayalı müdahaleyi sürdürdüğü takdirde, uluslararası toplumun (Birleşmiş Milletler ve NATO gibi) baskısına ve tepkisine maruz kalarak, geleceğini iyice tehlikeye atma kaygısı yaşamıştır. Olaylara müdahalenin bir diğeri seçeneği ise, başkaldıran halkın isteklerini dikkate alarak, ülkesiyle ilgili reform yapma konusunda somut adımlar atmaya başlamaktır. Şam yönetiminin bugün geldiği aşama ne tamamen reform konusunda bir ilerleme kaydetmiştir, ne de halkın üzerindeki baskıları büsbütün ortadan kaldırmıştır. Zaten bu tür yönetimlerin temel dayanağı halkı sürekli korku içinde yaşatarak kontrol edebilmektir.
Bu bağlamda Suriye’deki gelişmelere dikkat edildiğinde göstericilerin belli başlı istekleri şunlardır; 8 Mart 1963 tarihinden beri ülkede uygulanan olağanüstü halin kaldırılması, içişleri bakanlığı başta olmak üzere, çeşitli hükümet kurumlarının sivilleştirilmesi, güvenlik birimlerinin görev alanlarının yeniden tanımlanması, yasama, yürütme ve yargı organlarının yapılandırılması, yargının bağımsızlaştırılması ve bireysel hakların tanımlanması (Suriye kimliği olmayan Kürtlere vatandaşlık hakkı tanınması) gibi birçok “reform planı”nın hayata geçirilmesidir. Ayrıca Suriye’de muhalefetin öncelikli isteklerinden biri de, siyasi partiler yasasında değişiklik yapılarak, halk nezdinde Irak’ın işgal edilmesinden sonra itibar kaybeden Suriye’deki Baas Partisi’nin gücünün kısıtlanmasıdır. Şam yönetiminin bu reformları gerçekleştirmesi, Suriye’de yıllardan beri oluşan statükonun yıkılması anlamına gelecektir.
Esad yönetimi, Suriye’deki göstericilerin isteklerine kulak vererek, yavaş da olsa, ülkesinde ve yönetiminde bazı reformlar yapmaya başlamıştır. 29 Mart 2011 tarihinde görevdeki hükümet istifa etmiştir ve 14 Nisan’da bir önceki hükümette Tarım Bakanı olan Adil El-Safer başkanlığında yeni bir hükümet kurulmuştur. Şam’da kurulan yeni hükümette Dışişleri Bakanı Velid Mualim ve Savunma Bakanı Ali Habib yerini korumuştur. (2) Ayrıca Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, 16 Nisan’da kurulan yeni hükümetten, ülkede 48 yıldan beri uygulanan “olağanüstü hal” durumunun bir hafta içinde kaldırılmasını talep etmiştir. (3) Suriye’deki olağanüstü hal durumu Esad’ın isteği doğrultusunda geçtiğimiz günlerde hükümet tarafından kaldırılmıştır. Bir diğer reform ise yurttaşlık hakkına sahip olmayan ve tamamına yakını Suriye’nin kuzeydoğusunda yaşayan kimliksiz yaklaşık 300 bin Kürt’e Suriye kimliği verilmesi olduğu söylenebilir.
Suriye’deki Gelişmelerin Bölgeye Etkisi
Suriye, Orta Doğu bölgesinde ve Arap Dünyasında önemli bir stratejik konuma sahiptir. Suriye’nin, Türkiye, Irak ve Lübnan, Ürdün ve İsrail ile komşu olması bu stratejik önemini ön plana çıkarmaktadır. Bugüne kadar Şam yönetimi, çevresindeki birçok sorunun çözümü konusunda deyim yerindeyse anahtar rol oynamaktadır. Dolayısıyla Arap dünyasında yaşanan Filistin-İsrail sorunu ve Filistin’in kendi içerisinde yaşadığı birçok meselede Suriye’nin takındığı tutum, ülkenin sahip olduğu öneme örnek gösterilebilir. Öte yandan Lübnan konusunda Suriye’nin Hizbullah Örgütü üzerindeki etkisi dolayısıyla, ayrıca Hariri yönetimi ile Hizbullah arasındaki çekişmeyi ve hükümet kurma krizini aşma sorununda Şam yönetiminin etkili olduğu düşünülebilir. Buna ek olarak, Irak’taki terör eylemlerinin önüne geçmek için, Suriye sınırından El-Kaide ve direnişçi grupların Irak’a, sızması veya sızdırılmasının önlemesi de göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun yanında Suriye’deki olayların kaosa dönüşmesi, Suriye-İsrail barış sürecini olumsuz yönde etkileyebilir.
Bu çerçevede, Suriye’nin önemi Türkiye açısından değerlendirildiğinde, yaşanan istikrarsızlığın, Ankara’nın bölgeye dönük uyguladığı politikaları ve ekonomik iş birliği bağlamındaki arayışlarını aksatacağı söylenebilir. Türkiye-Suriye arasında imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Anlaşması ile beraber, Türkiye-Suriye arasındaki ticaret hacminin 2010 yılında 2,5 milyar dolara ulaştığı ifade edilmektedir. Bu rakamın 2009 yılına göre yüzde 30 arttığı belirtilmektedir. (4) (2009 yılında Türkiye ile Suriye arasındaki ticaret hacmi 1 milyar 700 milyon dolardı).
Suriye’deki karışıklıklar, Türkiye’nin güneydoğusundaki terör olaylarının artması bakımından bir tehdit unsuru olarak düşünülebilir. Bu bağlamda Suriye’deki karışıklıkların, Türkiye ile Suriye sınırında bir otorite boşluğu yaşatabileceği iddia edilebilir. Her iki tarafın ayrılıkçı Kürtleri aynı siyasi oluşum yani “KCK” çatısı altında beraber hareket etme ihtimali ortaya çıkarsa, Türkiye’nin, güneydoğusundaki muhtemel bu riske karşı önlem alması gerekliliği söz konusu olabilir. Suriye yönetiminin, Ankara ve Tahran ile ilişkilerini geliştirerek bölgede “sessiz bir güç” haline geldiği ifade edilebilir. Bu nedenle Türkiye, Suriye ve İran koridorunda herhangi bir olayın cereyan etmesi, bölgenin geneline yansıyabilir.
Bununla birlikte, Suriye’de yaşanan gelişmelerin Körfez ülkeleri ile Şam arasındaki ilişkilere de aksetmesi beklenebilir. Özellikle Beşar Esad’ın 12 Nisan 2011 tarihinde Suudi Arabistan’ı ziyareti bölge dengeleri açısından önemli bir olay olarak görülebilir. Esad yönetiminin kaygısı, Suriye’de gerçekleşen olaylarda çoğunluğunu Sünni ağırlıklı göstericilerin, Suudi Arabistan tarafından desteklenmesidir. Özellikle Esad’ın İran ile kurduğu ilişkilerin boyutu, Riyad yönetimi başta olmak üzere, Arap camiasında kızgınlığa ve tepkiye neden olmaktadır. Suriye’nin, Lübnan’da Hizbullah’a destek vermesi ve Tahran ile ilişkilerini geliştirmesi, bölgede gücünü arttırdığı düşüncesine sebep olmaktadır. Dahası, Şubat 2005’te Hariri suikastında Suriye’nin parmağı olduğu yönündeki iddialar, Esad’ın, Arap yöneticiler (Suudi Arabistan ve Mısır gibi) tarafından dışlandığı görüntüsünü vermektedir.
Olayların Geldiği Nokta
Suriye’deki son gelişmeler değerlendirildiğinde, muhalefetin (özellikle Suriyeli Kürt muhalif gruplar) ve halk hareketinin zayıf olduğu söylenebilir. Çünkü Suriye’deki halk hareketinde, diğer Arap ülkelerindeki protestolara nazaran, büyük halk kitlelerinin sokaklara çıkmadığı görülmektedir. Toplanan gösterici sayısının birkaç bini geçmediğinden söz edilmektedir. Bu durumun iki nedeni olduğu söylenebilir; birincisi, Suriye güvenlik güçlerinin (ordu, polis ve istihbarat teşkilatı) Esad ailesinin kontrolünde olması ve Suriye istihbarat biriminin halkın arasına sızma potansiyeli ve gözdağı vermedeki başarısıdır. İkincisi, bölgesel güçlerin Esad’ın gitmesinden yana bir tutum sergilememesidir. Başka bir ifadeyle çevresindekiler ve Batı, Esad yönetimine, bazı reformlar yaparak otoritesini korumasını istediği sinyallerini vermektedir. Bu bağlamda, Türkiye, İran ve hatta İsrail’in de Şam yönetiminden Esad’ın gitmesini istemediği düşünülmektedir. Ayrıca Amerikan yönetimi, Suriye güvenlik güçlerinin protestoculara yönelik sert müdahalesini kınarken, Esad’ın gitmesi konusuna ve Şam’daki yönetimin değişmesi gerektiğine değinmemesi dikkat çeken hususlar arasındadır.
Suriye’deki olayların gidişatına ilişkin olarak Esad yönetiminin akıbetine dair sorular şu şekilde yanıtlanabilir; son günlerde halk hareketi, Suriye’nin hemen hemen tüm bölgelerinde baş göstermesinden sonra, Esad’ın, halkın isteği doğrultusunda köklü bir şekilde olmasa da bazı reform hamleleri yapması, göstericileri bütünüyle tatmin etmemekle birlikte yatıştırabilir.
Esad, Göstericileri Nasıl Durdurabilir?
Orta Doğu’da halk isyanı başladığında Beşar Esad, bölgede yeni dengeler kuruluyor şeklinde bir açıklama yapmıştı. Aslında Tunus ve Mısır’daki olayların ardından Arap liderler, halk olaylarının kendi ülkelerinde de ortaya çıkacağı endişesine sahip olmuşlardır. Örneğin Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdulaziz, Arap Dünyası’nda yaşanan halk isyanlarının ardından, asgari ücret artışı, nakit para ödülleri ve yolsuzlukla mücadele gibi konuları kapsayan reform planını açıklamıştır. Suudi Kralı’nın bu tutumu, şu Arap atasözünü hatırlatmaktadır, “eğer komşunun sakalları yanarsa, kendi sakallarını ıslatman gerekir”. Suriye için şunu ifade etmekte fayda vardır; Beşar Esad’ın, Suriye’de reform yapma konusunda çok geç kaldığı görülmektedir. Bütün bu değerlendirmeler dikkate alındığında Esad’ın, göstericilerin öfkesini önlemek için yapması gerekenler üç maddede sıralanabilir;
1. Halkın reform konusundaki öncelikleri sistemli bir biçimde uygulamaya konulmalıdır. İlk önce, göstericilere şiddet kullanarak karşılık verme yöntemi ortadan kaldırılmalı ve halk ile güvenlik güçleri arasında güven ve samimiyet sağlanmalıdır.
2. Gösteriler sırasında halkın üzerine ateş açanlar tutuklanmalı ve hakim karşısına çıkarılmalıdır. Baas Partisi’nin tekelinde olan Şam yönetimi, bundan sonra parti, dernek ve sivil toplum örgütlerinin kurulmasına izin vermelidir.
3. Halk temsilcileri ile temas kurulup diyaloğa geçilmelidir.
Esad, yukarıda önerilen çözümleri gerçekleştirebilirse, ülkedeki protesto olaylarının önüne geçebileceği tahmin edilmektedir. Ancak Esad’ın bütün bunları yerine getirmesi için ilk önce çevresindeki statükocuları tasfiye etmesi gerekmektedir. Bu önerilerin gerçekleştirilebilmesi Suriye’nin şu andaki toplumsal şartlarında oldukça zor görünmektedir.
Sonuç
Suriye’deki son verilere göre ülke nüfusu 23,5 milyondur. Suriye’de Sünni Arapların çoğunlukta olmasıyla birlikte, çeşitli etnik ve mezhepsel (Kürt, Türkmen, Alevi, Hıristiyan ve Dürzi) gruplar bulunmaktadır. Bu doğrultuda Şam yönetimi, çok sayıda Filistinli mültecilere ev sahipliği yaparken Irak işgalinden sonra da yaklaşık iki milyon Iraklı da Suriye’nin değişik kentlerinde ikamet etmektedir.
Dolayısıyla Arap ülkelerinde yaşanan halk hareketine bakıldığında Arap liderlerinin artık ABD ve İsrail karşıtı söylemleri ile Arapları yatıştırma politikaları geçersiz olduğu görülmektedir. Arap yöneticilerinin, halklarına karşı yıllardır sürdürdükleri baskı kurma politikası ve adaletsiz gelir dağılımı uygulamalarını artık ortadan kaldırmak zorunda kaldıkları söylenebilir. Son aylarda Arap camiasındaki halk hareketlerinin, ülkelerindeki liderlere ve yönetim sistemlerine başkaldırmaları, uluslararası güçlere (ABD, NATO ve Batı ülkeleri) içişlerine karışma fırsatı doğurmuştur. Bu nedenle Orta Doğu ülkelerinde yaşanan bu tür önemli değişim ve gelişmeler karşısında, bilhassa bölge ülkelerinin (Türkiye ve İran) gelişmelerden nasıl kazançlı çıkmak için girişimlerde bulunmaları gerekmektedir. Bu bağlamda bölgedeki bu bulanık görüntüden kimin kazançlı çıkacağı belirsizliğini korusa da, İran gibi ülkeler olaylardan kendi lehine sonuçlar çıkarmak için çalışmaktadır. Örneğin Tahran yönetimi, Mısır’ın eski Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in gitmesinin ardından, Kahire ile otuz yıl aradan sonra diplomatik ilişkilerini yeni kurmuş ve büyükelçi atamıştır. Bu gelişme İran’ın bölgedeki fırsatları yakalama için girişimlerde bulunduğunu göstermektedir.
Bundan sonraki süreçte Esad’ın yaptığı reformlar bağlamında protesto olayları azalabilir. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi, Suriye’de göstericilerin sayısının birkaç bini geçmemesi halinde, Esad yönetimi olayların üstesinden gelebilir. Ayrıca Türkiye ve İran’ın Şam yönetiminden yana bir tavır sergilemesi, Esad’ın elini güçlendirecektir.
Ali SEMİN
BİLGESAM Orta Doğu Uzmanı
Dipnotlar:
(1) http://ns.free-syria.com/loadarticle.php?articleid=38147
(2) http://www.alarabiya.net/articles/2011/03/29/143407.html
(3) http://www.fmsyria.com/view-1811.html
(4) http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/bakanHaberDetay.cfm?haberNo=1320