Suriye yönetimi; 1960, 1970 ve 1980’li yıllarda yaşanan halk ayaklanmalarını aşırı güç kullanımı yolu bastırmayı başarmıştı. Mart 2011 tarihinde başlayan olaylara da belki de tek bildiği yöntem olarak orduyu kullanarak yanıt verdi. Ancak koşullar artık çok farklı ve bu tarz bir yöntem sürdürülebilir gözükmüyor. Suriye yönetimi ayaklanmayı birkaç ay içinde bastırabilse belki fazla sıkıntı yaşamadan bu süreci atlatabilirdi fakat olaylar bir yılı aşkın süredir devam ediyor ve durum iyiye de gitmiyor.
Suriye şu an itibarıyla uluslararası toplum içinde büyük ölçüde yalnız kalmış durumda ve üzerinde büyük bir baskı söz konusu. Rejimin en büyük güvencesi olan Rusya ve Çin’in desteği, ayaklanmanın bastırılamaması durumunda sürecin bir uluslararası müdahaleyle sonuçlanması olasılığını ortadan kaldırmamaktadır. Dolayısıyla Suriye yönetimi kendini, değişim taleplerine karşı güç kullanımı dışında alternatif stratejiler geliştirmek zorunda hissetmektedir. Bu çerçevede Şubat 2012 tarihinde yeni bir anayasa referanduma sunulmuş ve %89,4 oy oranı ile kabul edilmişti. Resmi açıklamalara göre referanduma katılım %55 civarındaydı.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın görevlendirdiği bir komite tarafından hazırlanan yeni anayasanın getirdiği en büyük yenilik, Baas partisinin mutlak hakimiyetini sağlayan 8. maddenin kaldırılarak çok partili sisteme geçiliyor olmasıydı. Anayasanın yeni 8. maddesi; “Suriye siyasal sisteminin siyasal çoğulculuk üzerine kurulu olduğunu ve iktidarı ele geçirmenin ve yürütmenin tek yolunun oylama ile gerçekleşebileceğini” belirtmektedir. Bunun yanı sıra devlet başkanının görev süresi de yedişer yıllık en fazla iki dönemle sınırlandırılmıştı. Suriye hükümeti Anayasa değişikliğinin kabul edilmesi halinde 90 gün içinde çok partili genel seçimlerin yapılacağı sözünü de vermişti. İşte bu doğrultuda 7 Mayıs 2012 tarihinde Suriye ilk kez “çok partili” Meclis seçimi gerçekleştirilecektir.
Bu noktada “çok partili” seçimin Suriye’de gerçek anlamda bir değişime işaret edip etmediği sorusu öne çıkmaktadır. Bunu yanıtlayabilmek için soruna iki açıdan bakılabilir. Birincisi Suriye Meclisi’nin Suriye siyasal yapısı içindeki yeri nedir ve ikincisi gerçek anlamda bütün siyasal hareketlere özgür ve adil biçimde örgütlenebilme ve seçime katılma hakkı tanınıp tanınmadığıdır. Seçim, ayaklanan halkın siyasal taleplerinin sisteme yansımasını sağlayarak istikrarı sağlayabilecek midir?
Bu sorulardan ilkine yani, Suriye’de siyasal partilerin ve Meclisi’nin siyasal yaşamdaki rolüne baktığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır.
Suriye’de tüm yasal siyasal partiler 1972 yılında Hafız Esad tarafından oluşturulan “Ulusal İlerici Cephe” isimli bir çatı yapılanma içinde faaliyet göstermektedir. Başlangıçta Baas Partisi’nin öncülüğünde sol gelenekten gelen dört parti ile kurulan Cephe şu anda toplam 11 partinin ittifakından oluşmaktadır. Arap Sosyalist Partisi, Suriye Komünist Partisi, Suriye Sosyal Nasyonalist Partisi gibi hareketlerin yer aldığı Cephe, rejimin siyasal tabanının genişletilmesi işlevini görmektedir. Ancak Baas Partisi dışındaki partilerin rolleri son derece sınırlıdır. Suriye Meclis’inde bu partilere az sayıda sandalye ayrılmaktadır. Politika yapımı, planlama veya herhangi bir siyasi güç oluşturma fonksiyonu bulunmamaktadır. Baas Partisi ise Ulusal İlerici Cephe içinde öncü rol oynamaktadır. Partiyi rejimin “demokratik yüzü” olarak tanımlamak mümkündür. Ancak parti bu rolünün yanı sıra devlet içinde veya herhangi bir görevde yükselmenin araçlarından birine dönüşmüş durumdadır. Ülkedeki doktor, öğretmen, akademisyen, avukat, gazeteci gibi birçok önde gelen meslek grubu üyeleri parti üyesidir. Ülkedeki çoğu “sivil toplum örgütü” partinin kolları olarak faaliyet göstermektedir. Dolayısıyla Baas Partisi halkın seferber edilmesi ve kontrolü aracına dönüşmüş durumdadır. Şubat ayında değiştirilen Suriye Anayasası’nda Baas Partisi’nin liderlik rolü kabul edilmekte ve “toplumun ve devletin öncü partisi” olarak tanımlanmaktaydı. Böylece bu madde Suriye’nin tek partili sitemini yasallaştırmaktaydı.
Meclis seçimleri ise, dört yılda bir gerçekleştirilmektedir. 250 sandalyeli Halk Meclisi’nde hangi partinin ne kadar sandalye alacağı seçimler öncesinde belirlenmekteydi. Daha önceki bütün seçimlerde sandalyeler belli kotalar çerçevesinde Ulusal İlerici Cephe içinde yer alan partilere dağılıyordu. 167 sandalye Ulusal İlerici Cephe’ye mensup partilere ayrılmış olup Baas Partisi bunun içinde 134 sandalye ile en fazla sandalyeye sahip partiydi. Böylece Baas Partisi’nin Meclis’teki çoğunluğu anayasa ile güvence altına alınmış durumdaydı. Cephe içindeki diğer partilere 1 ile 8 arasında değişen sayılarda koltuk verilmekteydi. 167’den geriye kalan sandalyeler ise bağımsız milletvekillerine dağıtılmaktaydı. Bağımsız milletvekilleri kotasından, rejim karşıtı olmasa da eleştirel isimlerin Meclis’e seçilmesi mümkün olmaktaydı. Ilımlı İslami görüşlere sahip kişiler, seküler-liberal-reformcu kesimden bazı isimler, ekonomik liberalleşmeyi savunan güçlü iş adamları buna örnek olarak verilebilir. Ancak Devlet Başkanı’nın tam denetimi altında olan Meclis’in en önemli işlevlerinden biri rejimin almış olduğu kararlara, uyguladığı politikalara karşı meşruiyet duygusunun yaratılmasını sağlamaktı.
Baas Partisi kontrolü altında olmasının yanı sıra Meclis’in ve hükümetin sistem içindeki rolü son derece sınırlıdır. Bu sınırlı rolü anlamak için Devlet Başkanı’nın yetkilerini sıralamak açıklayıcı olabilir. Anayasaya göre devlet başkanları yedi yıllık dönemler için seçilmektedir. (Yeni anayasada Devlet Başkanı’nın görev süresi iki dönem ile sınırlanmıştır.) Devlet başkanı sadece devlet ve hükümetin değil aynı zamanda silahlı kuvvetlerin de başı konumundadır ve devletin genel politikalarını belirlemekle yetkilidir. Meclis’i toplama ve fesh etme, tüm anayasal değişiklikleri onaylama, meclis oturumda olmadığı zamanlarda kanun yapma, acil ihtiyaçların ortaya çıkması durumunda yasalar çıkarmak ve acil önlemler alma, Anayasa Mahkemesi’nin üyelerini atama gibi geniş yetkileri bulunmaktadır. Başkan tüm bakanları belirlemekte, başbakanı görevlendirmekte ve yargıçları atamaktadır. Bunun yanı sıra tüm güvenlik ve ordu birimlerine atamalar devlet başkanı tarafından gerçekleştirilmektedir. Devlet başkanı aynı zamanda ülkenin “öncü partisi” Baas’ın genel sekreterliği ve Baas Partisi ile beraber 11 partinin ittifakından oluşan “Ulusal İlerici Cephe’nin başkanlığını görevlerini de yürütmektedir. Genel Sekreter partinin 90 kişilik merkez komitesi dâhil olmak üzere Baas Partisi’nin tüm organlarına yapılan atamaları kontrol etmektedir. Dolayısıyla Devlet Başkanı’nın yetkilerinin sınırlanmadığı bir ortamda “çok partili” seçimin anlamı fazla değildir. Bundan dolayıdır ki, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, 7 Mayıs seçimine ilişkin bir soruya verdiği yanıt sırasında Suriye Meclisi’ni “sadece kayıt odası” şeklinde tanımlamıştır.
İkinci önemli soru, gerçek anlamda bütün siyasal hareketlere özgür ve adil biçimde örgütlenebilme ve seçime katılma hakkı tanınıp tanınmadığıdır. Bir diğer soru, seçimlere gerçek muhalefet katılmakta mıdır?
Çıkarılan yeni partiler yasasında, “dini, etnik ve mezhebi temelde parti kurulamayacağı, partilerin anayasaya, demokratik prensiplere, hukukun üstünlüğüne, temel insan haklarına uyması” öngörülmüştü. Esasen bu yaklaşım Batı tarzı bir demokrasi açısından doğru bir yaklaşım olarak görülebilir ancak Ortadoğu’nun toplumsal ve siyasal gerçekliği ile ne yazık ki uyuşmamaktadır. Bölge genelinde olduğu gibi Suriye’de de etnik ve mezhepsel kimlik tanımlamaları güçlüdür ve bu durum insanların siyasal tercihlerine yansımaktadır. Bunun en bariz örnekleri Lübnan ve Irak’tır. Suriye rejimi de her ne kadar seküler bir ideolojiye sahip olsa da muhalefet tarafından “Nusayri iktidarı” şeklinde suçlamalarına maruz kalmaktadır. Dolayısıyla parti kanununda yukarıdaki gibi bir sınırlama getirildiğinde dinsel-mezhepsel temelde hareket eden Müslüman Kardeşler, Selefiler ya da etnik temelde siyasal taleplerde bulunan Kürtlerin temsil imkanı kalmamaktadır. Zaten bu grupların hiçbiri seçime hem katılamamakta hem de kendileri seçimi boykot etmektedir.
Seçime katılan partilerin siyasal projeleri ve kimleri temsil ettikleri ise net değildir. Yeni anayasa ve partiler kanunu neticesinde Baas ve İlerici Cephe içinde yer alan partilerin dışında ilk aşamada 8 yeni parti kurulmuştu. Suriye İçişleri Bakanlığı, kuruluş belgeleri kabul edilen partileri şu şekilde açıklamıştı: Demokratik Öncü Partisi, Suriye Vatan Partisi, Demokratik Suriye Partisi, Arap Demokratik Dayanışma Partisi, Partizan, Ulusal İlerleme Partisi, Ulusal Gençlik Partisi, Adalet ve Kalkınma İçin Ulusal Gençlik Partisi. Daha sonra kurulan partiler ile bu sayı 17’ye ulaşmıştı. Bu partilerden bazıları bir araya gelerek bir ittifak gerçekleştirmişti. Barışçıl Değişim Güçleri adı altında ilan edilen koalisyon; Halk İradesi Partisi, Suriye Milli Sosyal Partisi, Suriye İçin Üçüncü Akım, Barışçıl Değişim Yolu Akımı, Demokratik Marksist Topluluğu ve Ulusal Çalışma Akımına ilaveten Deyrezzor ilinde bir dizi halk komiteleri, Lazkiye’nin Knaynas ve Haseke’nin Amuda bölgelerindeki Halk Barışı komitelerinden oluşuyordu. Seçime yeni kurulan bu partiler ve koalisyonun yanı sıra bağımsız adaylar katılacaktır.
Seçime ilişkin bir diğer sorun ülkede istikrarsızlığın sürüyor olmasıdır. İçişleri Bakanlığı; seçimlerin dürüst, güvenli ve beklentileri sağlayacak şekilde düzenlenmesi için gerekli tüm icraatların alındığına işaret ederek, seçimleri denetleyecek ve gözlemleyecek yargı organı olması itibariyle Seçim Yüksek Komisyonu ile bakanlık arasında her daim koordinasyonun bulunduğunu ifade etmiştir. Bunun yansı sıra; 250 sandalyeli Halk Meclisi seçimlerinde yarışacak 7195 aday için ülkenin istisnasız tüm bölgelerine yayılmış olarak 12152 adet sandık yer alacağını belirtmiştir. Ancak yoğun çatışmaların yaşandığı Dara, Hama, Humus, İdlib gibi vilayetlerde seçimlerin gerçekleşmesi için güvenlik ortamının uygun olmadığı ortadadır. Ayrıca seçim kampanyası döneminde Ulusal Birlik listesinden parlamento adayı olan Abdülhamit Hasan El Taha Dara’daki saldırıda öldürülmüştür. Bu da seçimler açısından çok müsait bir ortamın olmadığını göstermektedir. Seçim havasının en fazla güvenliğin nispeten iyi durumda olduğu başkent Şam’da hissedildiğini söylemek mümkündür. Şehirde seçim kampanyası süreci bir ay önceden başlamış ve adaylar seçim afişlerini her yere asmıştır.
Güvenlik sorununun yanı sıra muhalefetin boykot ediyor olması seçimin meşruiyetinin sorgulanmasına neden olacaktır. Seçim, muhalefet ile müzakere yapılmadan gerçekleştirilmiştir ve muhalefetin iddiasına göre de aday listeleri yine Baas Partisi üyeleri veya rejime yakın kişilerden oluşmaktadır. Ayrıca 17 partinin neredeyse hiçbirinin ayaklanan kesimleri temsil etmediğini söylemek mümkündür. Örneğin Müslüman Kardeşler, Selefiler, Kürtler, Liberaller ve muhalif birçok politikacı/işadamı seçimlere katılmamaktadır. Ayrıca partiler de ayaklanan kesimlerin dile getirdiği siyasal talepleri gündeme getirmemektedir. Suriye Ulusal Konseyi’nin yanı sıra Suriye içinde muhalefet faaliyetlerini yürüten Demokratik Değişim için Suriye Ulusal Koordinasyon Komitesi de seçimleri boykot edeceğini açıklamıştır. Bu oluşum Şam’da faaliyetlerini yürütüyor olması nedeniyle rejimle ilişkisi sorgulanmaktadır. Suriye Ulusal Konseyi’nden farklı olarak askeri müdahaleyi savunmayan Komite’nin lideri Hasan Abdül Azim, “ülkede gerçek bir değişim olmadan seçimlere katılmamız mümkün değildir.” diyerek seçimlerin sistemin özüne ilişkin bir değişim getirmediğini ve gerçek muhalefetin sürecin içinde olmadığı görüşünü savunduğunu göstermiştir. Sonuç olarak ikinci soruya verilecek yanıt; Suriye’de adil ve şeffaf bir seçim ortamının olmadığı, seçimin ayaklanan kesimlerin taleplerini sisteme yansıtacak çapta bir değişimi ortaya koyamayacağıdır.
7 Mayıs Halk Meclisi seçiminde, belli çizgileri aşamasalar da Baas Partisi dışında yeni partilerin katılmasına izin verilmesi Suriye yönetiminin artık statükonun devamının mümkün olmadığını anlamaya başladığını göstermesi açısından önemlidir. Ancak olaylar ilk başladığında sonuç vermesi ihtimali bulunan bu tarz girişimlerin artık ayaklanmanın durdurulması bağlamında başarı sağlaması mümkün değildir. Zaten muhalif kanattan gelen açıklamalar da bu yöndedir. Muhalifler, kendi taleplerinin dikkate alınmadığını ve sadece iktidara yakın grupların parti kurmasına izin verildiğini düşünmektedir. Muhalifler göstermelik değişimlerin ötesinde köklü bir değişimin peşindedir. Bu değişim arzusu daha kapsamlı, geniş katılımlı, adil, şeffaf, uluslararası denetime açık bir seçim yapılmasıdır. Daha önemlisi bu koşulların sistem içinde çok güçlü olan Devlet Başkanlığı seçimi için hayata geçirilmesidir.
Oytun Orhan
ORSAM Ortadoğu Uzmanı
Kaynak: ORSAM