Suriye’de Krizinin Türkiye’ye Yansıması: Mülteci Akını

Suriye’de rejim karşıtı kitle eylemlerinin başladığı 17 Mart’tan itibaren olayların nasıl süreceği ve komşu ülkelere etkisinin nasıl olacağı yönünde oldukça önemli bir tartışma yaşanmaktaydı. Türkiye krizin başından itibaren Suriye’de meydana gelen gelişmeleri yakından takip ederek, Şam rejiminin reformlara öncelik vermesi konusunda uyarmıştır. Ankara, Suriye’deki olayları kendi iç meselesi olarak gördüğünü dile getirmiş ve gelişen olaylar karşısında sessiz kalınmayacağının mesajlarını farklı şekillerde göstermiştir. Reform çağrılarının yanı sıra Suriye muhaliflerinin Antalya toplantısına izin verilmesi de Şam rejimine verilen açık bir mesaj olmuştur. Ancak Antalya’daki muhaliflerin toplantısından birkaç gün sonra Türkiye sınırının 20 kilometre ötesinde bulunan Cisr El Şukur yerleşim biriminde yaşanan olaylardan sonra binlerce kişinin Türkiye sınıra yığılması Ankara’nın Şam karşısında daha sert söylemler kullanmasına yol açacaktır.

Toplu Göç Sorunu ve Olası Etkileri 

Suriye’de rejim karşıtı muhaliflerin Mart ayı itibariyle kitlesel gösteriler düzenlemesi ile birlikte Suriye’deki olayların Türkiye’ye etkisi üzerinde tartışmalar da başlamış oldu. Suriye’de meydana gelen istikrarsızlığın doğrudan Türkiye’ye farklı şeklerde etkileyeceği belirtilmektedir. Nitekim Banyas’da gösteri düzenleyen muhaliflerin de Başbakan Erdoğan’ın posterlerini açması, Suriyeli muhaliflerin ve rejim yanlılarının Antalya’da aynı günlerde toplantılar düzenlemesi, olaylardan kaçan binlerce Suriyelinin Türkiye’ye göç etmek zorunda kalması Şam krizin doğrudan Türkiye’yi içine çekmeye başladığının işaretlerini vermektedir. Bu bağlamda Suriye’de yaşanan krizin siyasi, ekonomik, toplumsal ve diplomatik alanda Şam-Ankara ilişkilerini derinden sarsması kuvvetle muhtemeldir. Ancak tüm bunların dışında olaylar sırasında ortaya çıkan insani sorunların da görmezden gelinemeyeceği açıktır. Esad rejimin varlığını korumak için sivillere yönelik aşırı güç kullanması bir yandan gösterilerin hızlı bir şekilde yaygınlaşmasına ve rejimin meşruiyetini kaybetmesine yol açarken diğer yandan da olaylar kısa sürede Ankara merkezli yeni bir Suriye krizinin uluslar arası kamuoyu önünde doğmasına yol açacaktır. Hatırlanacağı üzere 29 Nisan’daki gösterilerin ardından bir kısım Suriyelinin Hatay ili sınırından Türkiye’ye göç etmek zorunda kalması yeni bir mülteci akını sorununa yol açmıştır. Yaklaşık 260 Suriye vatandaşı Hatay ili sınırından geçerek Türkiye’ye sığınmıştır. Söz konusu göçün ardından Türkiye’den yapılan açıklamalarda sınırın yeni göçler için açık olacağı mesajları net bir şekilde verilmiş ve sorunun reformlara öncelik verilerek çözümlenmesi gerektiğinin altı çizilmiştir.

Diğer yandan yeni mülteci dalgasının ortaya çıkmasına yol açan temel sorun ise Suriye’nin Cisr El Şukur yerleşim biriminde düzenlenen gösteriler sırasında 120 güvenlik güçünün yaşamını yitirmesi olayı olduğu dile getirilmektedir. Suriye rejimine bağlı resmi kaynaklar güvenlik güçlerinin bölgedeki silahlı gruplar tarafından öldürüldüğünü ileri sürmektedir. Düzenin bölgede tekrar sağlanması için ise söz konusu yerleşim birimine karşı geniş çaplı bir askeri operasyonlar düzenleme kararı almıştır. Tanklar eşliğinde Türkiye’nin 20 kilometre ötesinde düzenlenen askeri operasyondan çekinen Suriyeliler ise güvenli olarak gördükleri Türkiye sınırına doğru akın etmek zorunda kalmışlardır.

Ancak Türkiye’ye gelen Suriye vatandaşlarının yaşananlar hakkında ortaya attıkları iddialar Suriye rejimi tarafından ileri sürülen iddialardan oldukça farklı olması dikkat çekmektedir. Buna göre 120 güvenlik güçünün öldürülmesinde rol oynayan asıl unsur söz konusu güvenlik güçlerinin sivil vatandaşlara ateş açmayı reddetmesi üzerine gerçekleştirilmiştir. Sivillere ateş açma emrini yerine getirmeyen güvenlik güçleri Alevilerin etkin olduğu birlikler tarafından askeri yapıların dağılmasını  engellemek için öldürüldüğü ileri sürülmektedir. Böylelikle Esad rejiminin Ordu içinde yaşanması olası dağılmaları engellemek için askeri personellere çok açık bir mesaj verdiği ve şayet komutanların sivillere ateş açma emrine karşı gelen askeri birimler olursa bunların da öldürülebileceği mesajını vermiş olduğu belirtilmektedir.

Dolayısıyla mülteci akınına yol açan olayların perde arkasının henüz netleşmediği ve birbiriyle çelişen iki farklı suçlamanın ortada olduğu görülmektedir. Ancak tüm bunlara rağmen Türkiye’ye sığınan göçmenlerin önemli bir kısmının ateşli silahlardan yaralanmış olması Suriye yaşananların dünya kamuoyu tarafından bir kez daha ve daha açık bir şekilde görülmesine yol açacaktır. Türkiye’ye gelen sivillerde kurşun yaralarının olması olaylar sırasında güvenlik güçlerinin  sivil halka ateş açtığının açık göstergesi olmuştur. Türkiye sınırında bu tür olaylar yaşınıyorsa, uluslararası toplumdan uzak olan ve yabancı basına ve gözlemcilere kapatılan iç bölgelerde güvenlik güçlerinin daha sert tedbirlere başvurduğu ileri sürülebilir. Dolayısıyla Esad yönetiminin reform yönündeki tüm beklentilerin aksine baskı unsurunu kullanmaya devam ettiği ve şiddetin dozunun da sürekli
artırdığı görülmektedir.

Diğer yandan Suriye’deki sorunun her geçen gün daha fazla insani bir krize dönüşmeye başladığı şu günlerde Türkiye’nin yanı başında meydana gelen kriz karşısında daha farklı bir stratejiyi hayata geçirmeye çalıştığı dikkat çekmektedir. Bir yandan Esad rejimi ile kurulan özel ilişkiler ve Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey toplantılarının akıbeti tartışılmaya başlanırken diğer yandan da Suriyeli muhalifleri ve Türkiye’ye göç edenlere verilen açık destek Şam’da farklı algılamaların oluşmasına yol açmıştır. Hataya göç eden sivillerin Suriye’de yaşananları uluslar arası basınla paşylaşmasına izin veren Türkiye bu politikasıyla uluslar arası kamuoyunda Esad karşıtı güçlü bir dalganın oluşmasına da zemin hazırlamış olmaktadır. Bundan dolayı İran’dan yayın Press TV türkiye’ye göç edenlerin silahlı örgüt mensubu olduğunu ileri sürmüştür. Ancak gerçekten Türkiye’ye göç edenlerin siviller olduğu ve gösteriler sırasında güvenlik güçlerinin silahlı müdahalesi sonucu yaralandıkları belirtilmektedir.

Daha öncede belirtildiği üzere Suriye krizinin Türkiye-Suriye ilişkilerinde uzun dönemde ciddi etkileri olacağı açıktır. Söz konusu etkiler krizin uzun sürmesi durumunda ilk etapta ekonomik ve insani alanda kendisini göstermeye başlayacaktır. Türkiye’nin Orta Doğu’ya açılan kapısı olan Suriye’deki ticari alanın kapanması hem Suriye hem de bölgeyle ticaret yapan bir çok kesimi olumsuz etkileyecektir. İkinci etki ise siyasi alanda yaşanacaktır. Esad rejimi Türkiye’den beklediği desteği görmediği takdirde şayet krizi yönetmeyi başarırsa Türkiye ile olan iyi ilişkilerini gözden geçirmek zorunda kalabilir. Suriye krizinin bir diğer etkisi ise Türkiye’nin Ortadoğu halkları üzerindeki etkisi üzerine olacaktır. Şayet Türkiye Suriye krizinde rejimin yanında bir görüntü verirse, kısa ve orta dönemde Arap halkları üzerinde kurmuş olduğu olumlu imaj yerini otoriter yönetimlerle işbirliği yapan bir ülke imajına bırakabilir. Bu algı Suriyeli muhaliflerde de oluşursa uzun dönemde Suriye Türkiye ekseninden Fransa’nın da içerisinde yer aldığı AB eksenine doğru bir dış politika değişikliğine gidebilir. Ancak muhaliflerin orda ve uzun dönemde Türkiye’den ciddi bir destek alacağı son Antalya toplantısıyla ortaya konulmuş olundu. Dolayısıyla seçimlerden sonra Türkiye’nin Suriye’deki kriz karşısında daha sert bir dış politikaya yönelmesi kuvvetle muhtemeldir. 

Suriye krizinin yaratacağı bir diğer olumsuz etki ise krizin büyümesi halinde ortaya çıkacak olan mülteci sorunudur. 10 Haziran sabahı itibariyle Türkiye’ye göç eden mültecilerin sayısının 3 bin civarına yaklaştığı dile getirilmektedir. He ne kadar Türkiye resmi düzeyde Suriye’de gelenleri mülteci olarak kabul etmese de uluslar arası hukuk itibariyle gelenlerin mülteci statüsünde kabul edilmesi gerektiği açıktır. Suriye’deki iktidar savaşı kanlı bir süreçle devam edecek olursa ülkedeki Hıristiyanlardan Kürtlere ve Sünni ve Alevi Araplara kadar bir çok kesimden ciddi şekilde ülke dışına doğru bir göç dalgası olacaktır. Bunlara bir de Suriye’de yaşayan Iraklı mültecilerin göçüde eklenince bu sayının yüz binlerce ve belki de milyonları bulması muhtemeldir. Nitekim yalnızca mülteci akını sorununun ortaya çıkması durumunda bile Türkiye kısa süre içerisinde kendisini Suriye sorunun içerisinde bulacaktır. Yaşanan olaylardan kaçmak isteyen yüz binlerce mültecinin Hatay’dan başlamak üzere Antep ve Şırnak’a kadar uzanan sınır bölgesinden Türkiye’ye gelmesi gündemdedir. Mülteci kapmalarının kurulması ve BM’nin de sürece soruna aktif bir şekilde müdahil olması Suriye rejimin tepkisine yol açabilecek bir gelişme iken, Suriye halkının kabul edilmemesi ise Suriye-Türkiye ilişkilerinde onarılması mümkün olmayan bir yara açacaktır. Nitekim 29 Nisan’da ilk mülteci grubunun kabul edilmesinin ardından Haziran ayında gelen 3 bin mültecinin de kabul edilmesi ile Türkiye bundan sonrada gelecek olan Suriye vatandaşlarını kabul edeceğini göstermiş oldu. Ancak şimdiden bölgede gerekli olan alt yapı hazırlıklarının yapılması gerekmektedir. Çünkü ilk mülteci grubunun ardından daha fazla sayıda insanın Türkiye’ye geleceğini öngörmek gerekir. Türkiye’deki yüksek mülteciler komiserliğindeki bir uzmana göre en kötü senaryoya göre bir milyondan fazla mülteci Türkiye’ye gelebilir. Rejiminin değişmesi veya varlığını koruması durumunda söz konusu mülteci akını yaşanabilir. Rejimin güç kullanarak varlığını koruması durumunda Sünni Arap ve Kürtlerin yoğun göçü yaşanabilir. Tersi durumda ise Türkiye bu kez Arap Alevilerin ve Hıristiyan grupların göçüne sahne olabilir. Bundan dolayı seçimlerden sonra Türkiye’nin Suriye krizinde daha aktif ve çözüm getirici bir politikaya yöneleceği açıktır. 

Sonuç olarak Ankara yanı başında gelişen Suriye krizi karşısında seçimlerden sonra çok daha aktif bir politikaya yöneleceği ve bu politikanın da Suriye’deki insani kriz başta olmak üzere siyasi krizinde aşılmasında önemli bir rol oynayacağı öngörülmektedi.

 

Doç.Dr.Veysel AYHAN

ORSAM Ortadoğu Danışmanı

 

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=2085

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...