Şam’ın doğusunda bulunan ve Esad karşıtlarına destek vermesiyle tanınan Guta Mahallesi’nde gerçekleştirilen kimyasal silah saldırısı sonrası resmi olmayan rakamlara göre çok büyük bir çoğunluğu kadın ve çocuk 1300’den fazla Suriye vatandaşının hayatını kaybetmesi, Mısır’daki darbe sürecinin önüne geçen en önemli gelişme olarak uluslararası kamuoyunu etkisi altına aldı. Esad rejimi odaklı olarak değerlendirilmesine karşın, BM denetçilerine bölgede araştırma yapma noktasında uzun bir süre izin verilmemiş olması, saldırının kim tarafından gerçekleştirildiğine ilişkin “resmi” ve “doğruluğu tartışılmaz” bir karara varılmasını engellemektedir. Ne var ki, Suriye’deki durumu ve bu ülke eksenli olarak oluşan bölgesel/küresel ittifakları değerlendirdiğimizde saldırıya ilişkin birtakım ipuçları ve senaryolar üzerinde durabiliriz.
Guta Saldırısı, gerçekleştiği günden bu yana Esad Rejimi’nin kendi halkına karşı düzenlediği, “insanlık dışı” vahşi bir eylem olarak ele alınmaktadır. Suriyeli muhaliflere destek veren ittifakın en önemli gücü ABD başta olmak üzere, İngiltere, Fransa, İsrail (Suriye konusunda tavrını ilk kez bu denli açık bir şekilde ortaya koydu) ve Türkiye; Sünni Arapların diplomatik/siyasal önderliğine soyunmuş Suudi Arabistan ve Katar ile birlikte, Şam’daki kimyasal silah kullanımını Suriye Yönetimi’nin üzerine yıkmakta ve bu konuda yoğun bir propaganda yapmaktadır. Esasında, bu blok içerisinde yer alan aktörler arasında Esad sonrası Suriye’sine ilişkin bir anlaşmaya varılabilmiş değildir. Bu aktörlerin üzerinde anlaştığı tek husus, Esad Yönetimi’nin derhal ortadan kaldırılması gerektiği hususudur. Suriye Muhalefeti’nin birbirinden çok farklı birçok etnik/dinsel grubu bünyesinde barındırması ve özellikle El Nusra gibi, El Kaide ile ideolojik/siyasal manada çok yakın ilişki içerisinde olduğu bilinen örgütlerin Suriye Muhalefeti içerisindeki ağırlığı ve etkinliği, bu grup içerisinde yer alan ülkeler bazında anlaşmazlık yaratan en önemli meseledir. Cephede Suriye Ordusu’na karşı savaşan ve Özgür Suriye Ordusu’nun en önemli bileşenini oluşturan bu örgütlerin, Esad sonrası Suriye’sinde kontrolü ele geçirmesi ve ülkeyi radikalleştirerek özellikle İsrail için ciddi bir güvenlik riski oluşturabileceği endişesi bu blokta yer alan ülkeler arasında Suriye muhalefetine yaklaşım noktasında en önemli ayrılığı oluşturmaktadır. ABD ve diğer Batılı müttefik ülkeler, Suriye’de kendileri ile uyumlu çalışacak, radikal dinci anlayıştan uzak duracak ve halkın desteğini alabilecek bir yönetim arayışındayken; Suudi Arabistan, Katar ve hatta Türkiye gibi ülkeler çok daha pragmatik bir yaklaşım sergilemekte ve örgüt ayrımı yapmadan muhalefetin arkasında durmaktadırlar. Ne var ki, özellikle son dönemde Suriye muhalefeti içerisindeki ayrımların, anlaşmazlıkların artması ve Suriye Ordusu’nun Özgür Suriye Ordusu’nu birçok noktadan vurmaya başlaması, Esad Yönetimi’nin kazanacağına dair bir görüntü oluşturmaya başlamıştır. Bu durum, Esad Yönetimi’nin devrilmesini temel hedef olarak gören müttefik ülkeler arasında çok daha yakın bir koordinasyon gerektirmiştir. Şam’ın doğusunda gerçekleşen kimyasal saldırı, Esad karşıtı muhalefete arayıp da bulamadığı bir propaganda imkânı sağlamış ve ittifakın üyelerini katliam üzerinden ahlaki bir yakınlaşmaya itmiştir. Kimyasal saldırı, aynı zamanda Esad Yönetimi’nin barbarlığına delalet eden ve toplumsal/siyasal/askeri şiddetin kabul edilemez bir noktaya evrildiğini kanıtlamayı amaçlayan ve böylece Esad’a destek veren halkları ve devletleri siyasi ve gerekirse askeri bir çözüme ikna edebilme noktasında bir koz olarak kullanılabilecek önemli bir unsur olarak addedilebilir. Başta Türkiye olmak üzere, Arap toplumları ve tüm dünyanın bu katliam karşısında gösterdiği tepki ve oluşan Esad karşıtı toplumsal nefret algısı, Suriye’ye düzenlenebilecek ve son günlerde emareleri de görülmeye başlanan muhtemel bir askeri harekâtı meşrulaştırmayı hedefleyen uluslararası bir algı yönetim mekanizmasının ürünü olarak da görülebilir.
Saldırıyı Esad Yönetimi’nin gerçekleştirmiş olması olasılığı, Esad Yönetimi’nin daha önce konvansiyonel metotlarla kendi halkına karşı giriştiği katliamlar göz önünde bulundurulduğu noktada her daim akla gelen ilk seçenek olacaktır. Özellikle 1982 yılında gerçekleştirilen Hama Katliamı tüm dünyanın çok iyi bildiği bir insanlık dramıdır ve Beşar Esad’ın babası Hafız Esad bu katliamın emrini vermiştir. Suriye Yönetimi’nin ordu ve şebbihalar aracılığıyla muhalefete karşı düzenlediği katliamlar da düşünüldüğünde, Şam’daki kimyasal silah saldırısının Esad’ın emriyle gerçekleştirilmiş olması ihtimali yükselmektedir. Suriye Yönetimi, son dönemde düzenlediği operasyonlar ile iyice köşeye sıkıştırdığı ve belli bölgelere hapsettiği muhalif gruplara ve destekçilerine gözdağı verebilmek için Guta Saldırısı’nı gerçekleştirmiş olabilir. Ne var ki, Şam Yönetimi’nin, çatışmada üstünlüğü ele geçirdiği ve tüm dünyanın Şam’a odaklanıp özellikle biyolojik/kimyasal saldırı olasılığına karşı dikkat kesildiği bir anda, burnunun dibinde yer alan bir bölgeye, tüm dünyanın gözleri önünde kimyasal saldırı gerçekleştirmesi ihtimali hiç de rasyonel gelmemektedir. Uluslararası anlamda köşeye sıkıştırılmış, geleceğini öngöremeyen ve iç çatışmalardan bezmiş yönetimlerin mantıksız işler/eylemler yapması Saddam’ın düzenlediği Halepçe Katliamı’nın da ortaya koyduğu üzere, her daim olası olsa da, Rusya, Çin ve İran gibi müttefikleri/akıl hocaları olan bir yönetimin böyle bir işe girişmesi anlamsızdır. Nitekim muhalefete destek veren aktörler arasında Suriye’nin geleceğine ve ülkeyi kimin yöneteceğine dair bu denli büyük bir anlaşmazlık varken ve BM kanalı ile kurgulanacak olan müdahalenin sağlayacağı meşruiyet de Rusya ve Çin tarafından engellenirken Esad Yönetimi’nin kimyasal silah kullanmak gibi tüm şimşekleri üzerine çekecek bir uygulamaya girişmesi akılcı bir yönetimin altına imza atabileceği bir karar değildir.
Bu gerçeklikler doğrultusunda Şam’da düzenlenen kimyasal saldırı ve katliamı değerlendirdiğimizde, saldırıyı, muhalefete destek veren aktörlerin Esad’a karşı tek yumruk halinde hareket etmelerini arzulayan ve Suriye Yönetimi’ne yönelik uluslararası algıyı tamamıyla negatife çevirip, bu ülkenin müttefiklerini dahi ona yüz çevirecek bir konuma sokmayı hedefleyen aktör/aktörlerin düzenlediği anlaşılabilmektedir. Suriye Ordusu’nun Özgür Suriye Ordusu’nu birçok noktada köşeye sıkıştırdığı ve Suriye muhalefetinin tek ses olarak hareket etmeyi başaramadığı bir noktada bu eylemin yaşanması ve buna paralel olarak ABD, Fransa, İngiltere, Suudi Arabistan, İsrail, Ürdün ve Türkiye’nin içerisinde bulunacağı bir askeri operasyon ihtimalinin uluslararası medyaya servis edilmesi, kimyasal saldırının, askeri operasyonu meşrulaştırmaya ve özellikle Esad Yönetimi’nin arkasında mevzilenen Rusya ile Çin’in inadını kırmaya yönelik bir manipülasyon olduğu ihtimalini güçlendirmektedir. Suriye Yönetimi’nin, BM gözlemcilerine, geç de olsa olay yerini tetkik etme izni verdiği bir anda, BM gözlemcilerine yöneltilen saldırılar ise iki türlü değerlendirilebilir. Birinci ihtimal, Esad Yönetimi’ni köşeye sıkıştırmak isteyen ve bu amaçla kimyasal saldırıyı düzenleyen aktörler, Suriye’nin BM gözlemcilerine izin vermesi sonrası hazırlıksız yakalanmışlardır ya da, Esad’ı, BM gözlemcilerine dahi saldıran bir aktör olarak göstermek istemektedirler. İkinci ihtimal ise, saldırıyı gerçekten de Suriye Yönetimi düzenlemiştir ve olay yerini inceleyecek olan BM ekibine gözdağı vermek hedeflenmiştir. Ne var ki, mantıklı bir şekilde düşünülüp, Esad’ın pragmatizmi ve destekçileri de göz önünde bulundurulduğunda ve daha önce Adana’da El Nusra üyesi oldukları belirtilen kişilerden ele geçirilen sarin gazı ile birlikte ele alındığında, Guta Saldırısı’nın Suriye Yönetimi’nin işi olmayabileceği kanısı ağır basmaktadır.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü