Tunus, Mısır, Yemen ve Libya derken Suriye’de Beşşar Esad rejimi de ilk kez ciddi bir tehdit ile karşı karşıya kalmıştır. Muhalif grupların eylem çağrısında bulunduğu 4 ve 5 Şubat tarihleri üzerinden fazla bir zaman geçmeden Mart ayında başlayan kitlesel eylemler en sonunda rejiminin olağanüstü hal yasasını ve devlet güvenlik mahkemelerini kaldırmayı kabul etmesiyle oldukça kritik bir aşamaya geçmiştir. Esad rejimi köklü reformlarla varlığını sürdürmeye çalışmasına karşın, gelişen toplumsal muhalefet karşısında Suriye’de bir rejim değişikliğinin gündeme gelmesi ihtimaller arasına girmiş bulunmaktadır.
Beşşar Esad’ın Meşruiyeti ve Güvenilirliğini Yitirmesi
2009 yazında Şam’da görüştüğüm Suriyeli bir uzmana “Beşşar Esad’ı kim seçti” diye bir soru sormuştum. Suriyeli uzman etrafına bakındıktan sonra çok kısık bir sesle “Esad’ı bir grup askeri bürokrasiden kişilerin seçtiğini” ileri sürmüş ve konuyu kapatmıştı. Askeri bürokraside etkin olan bir grup askerin dayandığı toplumsal tabanın kim olduğunu tartışmaya açmak da doğru değildi. Oysa 2000 Haziranında Hafız Esad’ın ölümünün hemen sonra Suriye muhalefeti reform ve değişim yönünde önemli açılımlar yapmış ve barışçıl şekilde değişimin nasıl olacağı üzerine halkın katılımıyla forumlar düzenlemeye başlamıştı. Entelektüellerin, iş adamlarının, yazarların, üniversite hocalarının, milletvekillerinin ve doktorların içinde yer aldığı birçok sivil toplum örgütü ve lideri sistemin barışçıl şekilde değişimini gündeme getirmişti. Beşşar Esad yönetimi 2001 Şubatına kadar reform çağrılarına olumlu cevap vermiş ve bu konuda kamuoyunda reformcu ve değişime açık bir lider imajı çizmişti. 17 Temmuz 2000’deki konuşmasında Esad idari ve ekonomik alanda reformlar, yolsuzluklarla mücadele, demokratik değerlerin geliştirilmesi, birey haklarına saygının önemi üzerinde durmuştu. Esad konuşmasında aynı zamanda yapıcı eleştirilere açık olduklarının da mesajlarını vermişti. [1] Esad yönetimi Eylül 2000’de toplumun değişik kesimleri tarafından imzalanan ve temelde dört madde ile ortaya konulmuş reform talepleri karşısında tepki göstermemişti. 99 kişi tarafından imzalanan bildiride, [2]
– 1963’ten beri yürürlükte olan sıkıyönetim ve olağanüstü hal yasalarının kaldırılması.
– Sürgünden geri dönüşler dahil tüm siyasi tutuklulara genel af çıkarılması ve itibarlarının iadesi.
– Toplantı, basın ve ifade özgürlüğünün yasal düzenlemelerle garanti altına alınması.
– Siyasal, ekonomik ve düşüncel çeşitliliğe saygı duyulması ve sivil özgürlüklerin tanınması.
Kasım ayında Beşşar Esad yönetimi bir yandan yaklaşık 600 siyasi tutuklunun serbest bırakılmasını sağladıktan bir ay sonra da Şam’daki ünlü Mezzeh Hapishanesinin kapatılması kararı almıştı. Reformcu kimliği ile öne çıkmaya başlayan Esad 2000 Aralığında İngiltere’de finansal analist olarak çalışan ve köken olarak Humuslu Sünni Arap bir aileden olan Esma Akhras ile evlenmesiyle bu kimliğini daha da ön plana çıkarmıştır. Ocak ayında Riad Seif, Toplumsal Barış Hareketi adlı partinin kurulması için ilgili makamlara resmi başvurularını yaptıklarını açıklamıştır. Seif partinin liberal ve milliyetçi bir felsefeye dayandığını açıklamıştı. Aynı ay içinde Lübnan’da yayınlanan bir gazetede 1000 kişinin imzaladığı bir bildiri yayınlandı. Bildiri de dikkat çeken en önemli taleplerin başında siyasal özgürlükler, güçler ayrılığı ilkesi ve çok partili sisteme geçiş talepleri gelmiştir. Ayrıca ilk kez toplumun birçok kesimi tarafından devlet kontrolünün dışında alternatif bir sivil toplum ve siyasal alan yaratılması talepleri dile getirilmiştir. [3] Hükümet bildiriye cevap olarak olağan üstü hal yasasının dondurulduğunu açıkladı. Şubat ayında gazeteci Ali Ferzat “Ad Dumari” adlı haftalık bir gazeteyi yayınlamak için kendisine izin verildiğini açıklamıştır. Ancak aynı ay içinde muhalefet liderlerine karşı saldırıların düzenlemeye başlamasıyla, değişim yönündeki beklentiler de değişmeye başladı. Ünlü yazar Nabil Süleyman kimliği belirsiz kişilerin saldırısına uğradı. Ardından Mart ayında Başkan Yardımcısı Abdulhalim Haddam yaptığı ünlü açıklamasında “sivil toplum örgütlerini ülkenin birliğini tehdit etmemeleri” konusunda uyarmıştır. Haddam ayrıca “toplantı yapmak isteyen sivil toplum örgütlerinin 15 gün öncesinden ilgili otoritelerden izin almaları gerektiğini” açıklamıştır. Hükümet olağanüstü hal yasasının kaldırılmasını talep edenleri eleştirmeye başlamıştır. 2001 Mayıs ayında Papa’nın ziyareti nedeniyle bazı siyasi tutukluların serbest bırakılmasına karşın Ağustos ve Eylül aylarında sivil toplum örgütlerinin izinsiz bir şekilde toplantılar düzenleme girişimleri sert tepkilere yol açmış ve aralarında Riad Seif, Nizar Nayyuf, Riyad Türk ve Mamun Hamsi’nin de bulunduğu muhaliflerin önemli bir kısmı tutuklanarak sivil muhalefet kontrol altına alınmıştır. [4] Böylelikle birinci reform dalgası Beşşar Esad’ın iktidarını sağlamlaştırmasıyla sona erdirilmiştir. Ancak yaşananlar aynı zamanda Beşşar Esad’ın reform talep eden kesim üzerindeki meşruiyetini ve güvenini yitirmesine yol açmıştır. Esad’ın reformcu olduğuna duyulan güven ciddi şekilde sarsılmıştı.
İkinci reform dalgası ise 2003 Irak işgali sonrası ABD’nin Suriye rejimini eleştirmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır. Bir Suriyeli uzmanın belirttiğine göre “2003 ve 2004 yıllarında gerçekten de Suriye bir Amerikan işgali bekliyordu. Beşşar Esad yeni seçilmişti ve Şam’daki seçkinler Amerikan baskısı sonucu rejimin kaybedeceği gibi bir düşünceye kapılmıştı. Bu şartlar altında Suriye’ye Fransa gibi Avrupalı ülkelerinde bastırmasıyla bir BM yaptırımı uygulanması gündeme gelmişti. Suriye rejimi bu şartlar altında bir yandan Lübnan’dan askerlerini çekmek zorunda kalırken diğer yandan da içerden gelen reform çağrılarına göz yummuştu”. Suriye rejimi üzerinde artan uluslararası baskıyla birlikte içerde de muhalif gruplar bir kez daha politik reform çağrılarını gündeme taşımaya başlamışlardır. Muhalif gruplar Temel Özgürlükler ve İnsan Haklarını Savunmak İçin Ulusal Koordinasyon Komitesi’ni kurdular. Sivil Toplumun Uyanışı Komitesi bir kez daha içerisinde Müslüman Kardeşlerin de bulunduğu tüm toplumsal gruplarla diyalog kanallarının açılması yönünde bir bildiri yayınladı. Müslüman Kardeşlerden, aktivist Mişhel Kilo’ya kadar birçok muhalif bir kez daha reform ve değişim taleplerini gündeme taşıdılar. Muhalif gruplar da Ekim 2005’de “Şam Deklarasyonu” adı altında yayınladıkları bir bildiri ile hem rejimi sert bir şekilde eleştirmiş hem de ciddi anlamda diyalog çağrısında bulunmuş ve politik reformların yapılması taleplerini bir kez daha gündeme taşımışlardır. Deklarasyon’da Baas rejimi otoriter, totaliter ve despotik bir yönetim kurmakla suçlanmış ve yeni bir Anayasa hazırlanması, kurucu bir meclisin oluşturulması ve adil seçimlerin yapılması talepleri dile getirilmiştir. Mişhel Kilo tarafından kaleme alınan bildiriye 250 tanınmış Suriyeli muhalifin yanında 5 muhalefet partisi de imzalamıştır. [5] Rejim artan uluslararası baskılardan dolayı reform taleplerine olumlu bir yaklaşım sergilemiştir. Ancak 2006 Martında Hariri cinayetini araştıran Uluslararası Araştırma Komisyonu ikinci raporunda doğrudan Suriye rejimini suçlamaktan kaçınması ve Irak ile İran sorununa angaje olan ABD’nin politikaları Esad yönetiminin bir kez daha muhaliflere yönelmesine yol açmıştır. Mart 2006 tarihinde geniş tutuklamalar yeniden başlamıştır. Kasım 2005’de tekrar tutuklanan Dr. Kemal Lebvani 2007’de 12 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Mişhel Kilo ve Hıristiyan Enver El-Bunni 2006 yılında tutuklanmış ve 2007 yılında 5 yıl hapis cezasına çarptırılmıştır. Deklarasyonu imzalayanların bir kısmı yurt dışına çıkmak zorunda kalırken diğerleri ise tutuklanarak siyasi faaliyetlerine son verilmiştir. Böylelikle bir kez daha 2005’de başlayan ikinci Şam Baharı 2008’e kadar aralıklı olarak sürmüşse de 2008 tarihinde muhalif liderlerin önemli bir kısmın rejimi devirmek ve mezhep çatışması yaratmak gibi suçlamalarla cezaevine gönderilmesiyle son bulmuştur.
İkinci reform dalgasının sert bir şekilde bastırılması, Beşşar Esad’ın reformcu olduğu yönündeki propagandaların de gerçekçi olmadığını göstermiştir. Esad yönetimi kendini güvende hissettikten sonra rejim muhalifi kesimlere karşı oldukça sert davranmış ve muhaliflerin Suriye içerisinde kendilerini ifade etmelerinin yollarını tıkamıştır. Bu durum doğal olarak rejimin bir kez daha bazı kesimler üzerindeki meşruiyetini ve güvenini kaybetmesine yol açmıştır.
Toparlayacak olursak 2000 Haziranında Suriye Devlet Başkanlığı görevine getirilen Beşşar Esad iktidarını güçlendirmek için söz konusu tarihte gündeme getirilen reform taleplerine olumlu yaklaşmış ve yaptığı açıklamalarda olumlu eleştirilere açık olduğunu ifade etmiştir. Devlet içerisindeki otoritesini güçlendirdikten sonra ise savunmacı bir pozisyon üstlenmiş ve reform talep eden kesimlere karşı oldukça sert tedbirlere başvurmuştur. Aynı strateji 2003 Irak Savaşı sonrası bir kez daha uygulanmıştır. Esad yönetimi Irak işgali nedeniyle artan uluslararası baskılar karşısında varlığını korumaya yönelmiş ve söz konusu tarihlerde muhaliflerin politik girişimlerine karşı sessiz kalmıştır. Ancak tehdit azaldıktan sonra da 2001 Martında yaptığı gibi muhalefeti sindirme yönünde önemli adımlar atmıştır. Ancak her iki olayda da benzer stratejilerin uygulanması Beşşar Esad’ın muhalif kesimler üzerindeki meşruiyeti yitirmesine yol açmıştır. Yitirilen meşruiyet 2011 olayları sırasında açıklanan reformlara rağmen muhalif kesimlerin neden eylemleri sürdürdüğünün de bir anlamda açıklamaktadır.
Korku İmparatorluğunun Yıkılması ve Suriye’de Köklü Reformlar
Şubat başında düzenlenmeye çalışılan kitlesel gösterilerde muhaliflerin başarısız olması, Suriye’de rejimin toplumsal bir desteğe sahip olduğu yönünde bir algının oluşmasına yol açmıştır. Ancak Mart ayına gelindiğinde Şam ve ardından Der’a’da rejim karşıtı yazılar yazdıklarını için tutuklanan çocukların serbest bırakılması talepleriyle küçük çaplı gösterilerin başarılı bir şekilde organize edilmesi dikkatleri Suriye üzerine çekmiştir. Der’a’daki gösteriler sırasında güvenlik güçlerinin göstericilere ateş açması ve ardından ölenlerin cenazesi sırasında da olaylar ve sivil kayıpların olması Suriye’de yeni bir değişim dalgasının da başlamasına yol açmıştır. Der’a’daki olayların ardından Suriye’nin birçok bölgesinde rejim karşıtı gösteriler düzenlemeye başlanmıştır. Esad rejiminin tüm sindirme girişimlerine rağmen Der’a’daki gösterilerin sürmesi Suriye’nin diğer kentlerinde yaşayan muhaliflerin de konumunu etkilemiştir. Der’a’nın ardından Humus, Lazkiye, Haseke, Kamışlı, Banyas, Bayda gibi yerleşim birimlerinin ardından en son Suveyda’da küçük bir Dürzi grubun rejim karşıtı gösterilerde bulunması yıllardır istihbarat ve olağan üstü hal yasaları ile sindirilen Suriyelilerin korku eşiğini aşma noktasına doğru ilerlediğini göstermiştir. Özellikle Sünni Araplar, Kürtler, bazı Hıristiyan grupların ardından Dürzilerin de reform talepleriyle gösteriler düzenlemesi, rejimin toplumsal desteğinin bir çok kesim üzerinde zayıflamaya başladığının göstergesi olmuştur. En son 18 ve ardından 19 Martta Humus’da insanların Tahrir Meydanı gibi bir özgürlük alanı oluşturma girişiminde bulunması ve on binlerce humuslunun da eyleme destek vermesi Esad rejiminin istihbarat ve korku üzerine inşa ettiği rejimini çöktüğünü göstermektedir. Esasında Beşşar Esad yönetimi gösterilerin başlamasından kısa bir süre sonra muhalefeti kontrol altına almak için bir yandan aşırı güç kullanma yoluna giderken diğer yandan da hükümetin istifasını istemiş, Der’a ve Humus Valilerini değiştirmiş, Haseke’deki 1962 sayımlarını geçersiz sayıp yeni bir komisyon kurarak kimliksiz olan Kürtlerin bir kısmına Suriye vatandaşlığı kazandırma girişimlerinde bulunmuş, çalışanların gelirlerini artırmaya yönelik ekonomik kararlar almış, 1963 yılından itibaren yürürlükte olan Olağanüstü Hal Yasasını 7 gün içerisinde kaldırılacağını açıklamıştı. Söz konusu açıklamaların yapıldığı günde Humus’da yaşanan gösteriler ise halkın Beşşar Esad yönetimine güvenmediğini ve Beşşar Esad’ın meşruiyetini kaybettiğini göstermiştir. Nitekim 19 Mart gününe gelindiğinde artan toplumsal muhalefetin etkisiyle Esad yönetimi tarihte ilk kez köklü değişiklikleri yapmak zorunda kalmıştır. 19 Marttaki Bakanlar Kurulu toplantısının ardından alınan kararlardan önemli olanları ise şöyledir
1968 yılı 47 sayılı kararnameyle kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin kapatılması ve kapsamına alınan davaların ilgili yasama mercilerine aktarılmasını; Anayasada temel insan hakları arasında bir hak olarak nitelendirilen vatandaşların barışçıl gösteri hakkını düzenleyen kanun hükmünde kararname tasarısını onaylanması; Olağan Üstü Hal Yasasının iptal edilmesi; ilgili bakanlıklardan siyasi partiler yasası, enformasyon ve yerel yönetim kararname tasarılarının mümkün olan en kısa zamanda hazırlanmasını talep etme. [6] Yeni yasal düzenlemeler bir yandan rejimin gelişen toplumsal muhalefet hareketini güç ile sindirme politikasında başarısız olduğunu gösterirken aynı zamanda Suriye halkının da korku eşiğini aştığını göstermektedir. Çünkü bu yasaların kabul edilmesinden birkaç gün önce hükümet tüm gösteri ve toplantıları yasa dışı ilan etmişti. Ancak Humus’taki gösterilerin kısa sürede genişlemesi ve 18 ile 19 Marttaki gösterilere güvenlik güçlerinin sert müdahale etmesi tepkinin artmasına yol açmıştır. Korkunun aştığının bir diğer göstergesi ise Şubat 1982 Hama olaylarından sonra ilk kez güvenlik güçlerine karşı askeri bir muhalefetin başlamış olmasıdır. Der’a’da, Humus ve Halep başta olmak üzere ülkenin değişik bölgelerinde üst düzey güvenlik güçlerine karşı silahlı saldırılar düzenlenmesi göstericilerin köklü değişiklik için askeri yöntemleri de bir seçenek olarak göz ardı etmediğini göstermektedir.
Öte yandan bazı yazarlar Esad’ın gösterilerin başlamasından kısa bir süre sonra reform yapılacağına dair söylemler kullanmasının büyük bir hata olduğunu ve reformların nihai aşamada Esad’ın iktidarı kaybetmesiyle sonuçlanacağının ileri sürmektedirler. Bunun bir zaman meselesi olduğunu çünkü reformların başlamasıyla birlikte muhaliflerin Esad’ı iktidardan düşürmek için daha radikal adımlar atacaklarını belirtmektedirler. [7] Ancak diğer muhaliflerin aşırı güç kullanılmasına rağmen gösterilerini sürdürmesi de farklı stratejilerin masaya yatırılmasına yol açmıştır. Muhaliflerle uzlaşma en azından sokak gösterilerinin kontrol altına alınmasına yol açabilir. Bununla birlikte ilk başlarda sınırlı taleplerle ortaya çıkan muhaliflerin nihai aşamada çok partili bir sisteme geçiş ve Esad yönetimini devirmek gibi bir amaca sahip oldukları da göz ardı edilmemelidir. Temel sorun Beşşar Esad’ın muhalif kesimler üzerindeki meşruiyetini kaybetmesinden kaynaklanmaktadır. Muhalifler açısından bakıldığında 2001 ve 2007 tecrübeleri Beşşar Esad’ın reformlar konusunda güvenilir bir lider olmadığını göstermektedir. Suriye’de halkın korku imparatorluğunu yıkma konusunda göstermiş olduğu eylemlilik ve direnç, rejimin hızlı bir şekilde birçok alanda kontrolü kaybetmesiyle sonuçlanmaktadır.
Doç.Dr.Veysel AYHAN
ORSAM Uzmanı
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=1767
Dipnotlar:
[1] http://www.al-bab.com/arab/countries/syria/bashar00a.htm, President Bashar al-Assad: inaugural address. Speech delivered by Bashar al-Assad on his inauguration as President of Syria in 2000.
[2] Flynt Lawrence Leveretti, Inheriting Syria: Bashar’s Trial, The Brookings Institution, Virginia, 2005, s.91
[3] Alan George, Syria: Neither Bread Nor Freedom, Zed Book Ltd., London,2003, s. 182-186.
[4] Editor: Lucy Dean, The Middle East and North Africa:2003, Europa Publications, London, 2003, s. 1020
[5] Veysel Ayhan, Suriye’de Demokratik Gösterilerden Silahlı Muhalefete: İç Savaşa Doğru mu?, ORSAM, 12 Nisan 2011, http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=1748
[6] Sana Haber Ajansı, Olağan Üstü Hal ve Devlet Güvenlik Mahkemeleri Kaldırılıyor http://www.sana.sy/tur/236/2011/04/20/342388.htm
[7] http://www.americanthinker.com/2011/04/president_bashar_alassads_stra.html