29 Nisan günü ülkenin değişik bölgelerinde Cuma namazı sonrası başlayan gösterilere müdahale edilmesi sonrası 60’e yakın göstericinin yaşamını yitirdiği ileri sürülmektedir. Cuma namazı sonrası başlayan olaylar aynı zamanda beklendiği gibi Türkiye’ye de ilk mülteci göçünün başlamasına yol açtı. Öte yandan ilk mültecilerin Türkiye’ye giriş yaptığı saatlerde ABD’nin talebi ve içerisinde Fransa, İngiltere ve İspanya’nın bulunduğu 16 devletin de desteğiyle toplanan BM İnsan Hakları Konseyi Suriye rejimini kınayan bir karar tasarısını kabul etmiştir. Konsey bundan önceki özel oturumunu Libya sorunu dolayısıyla 25 Şubatta gerçekleştirmiş ve özel oturumdan üç hafta sonra da Libya’ya uluslararası müdahale gerçekleştirilmişti. Dolayısıyla Esad rejiminin hem içerde hem de uluslararası alanda ciddi bir baskı altına alınmaya başlandığını görmek gerekir.
Uluslararası Müdahaleye Doğru Suriye
Libya’da göstericilere silah kullanılmasından kısa bir süre sonra uluslararası askeri müdahale gündeme geldiğinde Türkiye dahil bir kesim bunun gerçekleşmeyeceğini öne sürmüştü. Oysa 1973 Sayılı kararın ardından 19 Martta ilk koalisyon güçlerinin saldırısı gerçekleşmiş ve yaklaşık 10 gün sonrada NATO doğrudan Libya sorununda sorumluluk üstlenmişti. Libya’da uluslararası müdahaleye yol açan koşullar dikkate alındığında Suriye’de benzer koşulların oluşmaya başladığı dikkat çekmek gerekir. Bunun da ötesinde Suriye’de yoğun bir şekilde sivillerin yaşam haklarına karşı gerçekleştirilen saldırılarda ölenlerin sayısında sürekli bir artış yaşanması da uluslar arası kamuoyunda tepkinin yükselmesine yol açmaktadır. Libya örneği ile karşılaştırıldığında bugün Suriye’de yaşananların Libya’dan daha da kötü olduğuna dair bir tespit ortaya koymak gerekir. Ülkenin değişik bölgelerinde gerçekleşen gösterilerde binlerce kişi rejimin değiştirilmesi yönünde taleplerini ortaya koyarken askeri gücü elinde tutam güvenlik güçleri ise doğrudan sivil halkın üzerine ateş açmaktadır. Libya’da gösterilerde bulunan muhaliflerin bir kısmı silahlı bir güce sahip iken, Suriyeli muhaliflerin askeri anlamda bir güçten yoksun olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca Der’a ve Bayda başta olmak üzere rejimin gösteri yapan sivillere karşı tanklar dahil ağır silahları kullanma yoluna gitmesi Suriye’deki insani sorunun bölgesel istikrarı etkilemesini gündeme taşımıştır. Açıkçası Beşşar Esad rejiminin Suriye’de meydana gelen krizi yönetmende reformları gündeme getirmesine rağmen salt askeri yöntemlere öncelik vermesinin hem Suriye’de hem bölgede hem de uluslararası düzeyde Suriye rejimine olan güvenin ve desteğin hızlı bir şekilde azalmasına yol açtığı görülmektedir.
Bu bağlamda BM İnsan Haklarının kararından önce 22 Nisan 2011’de BM Genel Sekreteri tarafından yayınlanan açıklamada, Suriye’de devam eden barışçıl göstericilere karşı gerçekleşen saldırılar kınanmış ve Suriye rejimine şiddeti derhal durdurması yönünde bir çağrı yapılmıştı. Açıklamada Suriye yönetiminin bireylerin barışçıl toplanma özgürlüğü, ifade ve basın özgürlüğü dahil olmak üzere temel uluslararası insan haklarına saygılı olması gerektiği vurgulanmıştır. Genel Sekreter yaşanan öldürme olayları için, şeffaf, bağımsız ve etkin bir soruşturmanın yapılması talebinde bulunmuştu. Genel Sekreter ayrıca Suriye yönetiminin almış olduğu reform kararlarını desteklediği bununla birlikte Suriye halkının meşru taleplerine de saygı duyulması gerektiğini ifade etmişti.[1]
Genel Sekreter’in açıklamasının ardından Suriye’deki krizin daha da derinleşmesi ve sivil ölümlerin sürmesi üzerine ABD, Fransa ve İngiltere’nin girişimleriyle konu BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine getirilmeye çalışmıştır. ABD ve Fransa gibi ülkelerin Suriye rejiminin güçlü bir dille kınanması yönünde bir eğilim içerisinde iken Konseyin Daimi üyelerinde Çin ve Rusya Federasyonu buna karşı çıkmıştı. Rusya’nın BM Daimi Temsilci Yardımcısı Alexander Pankin tarafından yapılan açıklamada “Suriye’deki mevcut durumun uluslar arası barış ve güvenliğe tehdit oluşturmadığını ifade etmiştir”. Rusya Fransa, İngiltere Almanya ve Portekiz tarafından sunulan karar tasarısının görüşüldüğü Konsey’de Pankin “bölgesel güvenliğe karşı gerçek tehdidin Suriye’nin iç işlerine dışarıdan müdahale sonucu oluşabileceğini” öne sürmüştü.[2]
Güvenlik Konseyinde bir kınama kararının çıkartılamayacağının anlaşılması üzerine ise Amerikan yönetimi konuyu BM İnsan Hakları Konseyi’ne taşıma girişiminde bulunmuş ve 16 ülkenin de desteğiyle karar tasarısı 29 Nisan’da Konseyin gündemine getirilmiştir. Konsey’de yapılan toplantıda Fransa yönetimi Suriye’yi sert bir dille eleştirmesi dikkat çekerken, Rusya ve Çin ise reform çabalarını gündeme taşıyarak herhangi bir kınama kararının önene geçmeye çalışmışlardır. Diğer yandan Küba’da Suriye’deki olayları bir iç sorun olarak tanımlaması dikkat çekicidir. Buna rağmen Konsey “Suriye Arap Cumhuriyeti’nde insan hakları durumu” üzerine yaptığı özel oturumunda ABD tarafından sunulan kara tasarısının Belçika, Fransa, Macaristan, Japonya, Meksika, Norveç, Polonya, Kore Cumhuriyeti, Moldova, Senegal, Slovakya, İspanya, İsviçre, Birleşik Krallık da dahil olmak üzere 16 Üye Devletler tarafından desteklenmesi önemli olmuştur. Ayrıca Özel Oturum’a destek veren gözlemci statüsündeki Avusturya, Avustralya, Kanada, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Almanya, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda , Portekiz, Romanya, Slovenya ve İsveç de Suriye’de yaşanan gelişmelerden rahatsız olan diğer ülkeler olmuşlardır. Toplantıda Çin, Pakistan ve Rusya’nın açıkça karşı çıkmasına rağmen açık bir dille göstericilere karşı güç kullanılması eleştirilmiştir. Metinde Suriye yönetiminin kendi halkını insanlığa karşı suçlar ve diğer uluslar arası suçlardan koruma sorumluluğunun olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda sivillere karşı güç kullanılmasına izin veren herhangi resmi bir kararın veya desteğin sivillere karşı saldırı fiili çerçevesinde değerlendirildiğine dikkat çekilerek bir anlamda uluslar arası yargılamanın yolu aralanmıştır. Metinde sivillere karşı işlenen suçların insanlığa karşı işlenmiş suçlar kapsamında değerlendirildiğinin altı çizilmiştir.[3]
Ayrıca karar metninde Genel Sekreter’in yaptığı açıklamaya atıfta bulunularak Suriye yönetiminin olayları araştırması için işbirliğine davet edilmiştir. Kararda ayrıca Suriye’deki olayların araştırılması ve ardından bir raporun hazırlanarak Konsey’e sunulması yönünde bir karar alınması önemli olmuştur. Raporun hazırlanması aşamasında Suriye yönetiminin işbirliğine özel önem atfedilmiştir. İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından uluslararası hukuk ilkeleri doğrultusunda hazırlanacak rapor Konseyin 17. Ve 18. Oturumlarında bir kez daha gündeme gelecektir. Bu bağlamda İnsan Hakları Konseyi’nin Suriye’deki durumu bir süre daha gündeminde tutacağını görmekteyiz.
BM’den dışında hem AB hem de Amerikan yönetimi Suriye rejimine karşı yeni yaptırım kararları alması ise Şam rejimi üzerinde baskıların daha da artacağına işaret etmektedir. Amerikan yönetimi içerisinde Beşşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad ve kuzeni Atıf Necip ve İstihbarat Dair Başkanı Ali Mamluk da bulunduğu bazı Suriyeli yetkililere karşı yeni yaptırım kararı alırken aynı zamanda Suriye’deki diplomatik misyonun önemli bir kısmını da geri çekme kararı almıştır. ABD’nin dışında Fransa, İngiltere ve Almanya’da Suriye rejiminin uygulamalarından rahatsız olan ve sivillere yönelik saldırıların durdurulması için Esad yönetimine sert bir mesaj verilmesi talebinde bulunan ülkeler arasında başı çekmişlerdir.
Türkiye’ye Etkisi
Suriye’de rejim karşıtı muhaliflerin Mart ayı itibariyle kitlesel gösteriler düzenlemesi ile birlikte Suriye’deki olayların Türkiye’ye etkisi üzerinde tartışmalar da başlamış oldu. Rejimin varlığını korumak için sivillere yönelik aşırı güç kullanması bir yandan gösterilerin artmasına ve rejimin meşruiyetini kaybetmesine yol açarken diğer yandan da olaylar kısa sürede yeni bir insani krizin de yaşanmasını beraberinde getirmiştir. Özellikle 29 Nisan’daki gösterilerin ardından bir kısım Suriyelinin Hatay ili sınırından Türkiye’ye göç etmek zorunda kalması yeni bir mülteci akını sorunun da beraberinde getirmiştir. Türkiye olayların başından itibaren Suriye rejiminin reform girişimlerine destek verdiğini açıklamasına rağmen, reformun içeriği konusunda net bir pozisyon almakta ciddi şekilde zorlanmıştır. Muhaliflerin temel talepleri arasında rejiminin kökten değiştirilmesi gündemdeyken kısmı reformlarla olayların durmayacağı son günlerde yaşanan olaylarla açığa çıkmış bulunmaktadır.
Diğer yandan Suriye’deki sorunun her geçen gün daha fazla uluslar arası bir sorun haline dönüşmeye başladığı şu günlerde Türkiye’nin yanı başında meydana gelecek krizi daha aktif bir şekilde yönetmek için girişimlerini artırdığı da dikkat çekmektedir. Ancak mülteci akını sorununun ortaya çıkması durumunda Türkiye kısa süre içerisinde kendisini Suriye sorunun içerisinde bulacaktır. Vize muafiyeti anlaşmasından sonra binlerce mültecinin Hatay’dan başlamak üzere Antep ve Mardin’e kadar uzanan sınır bölgesinden Türkiye’ye gelmesi gündemdedir. Mülteci kapmalarının kurulması ve BM’nin de sürece soruna aktif bir şekilde müdahil olması Suriye rejimin tepkisine yol açabilecek bir gelişme iken, Suriye halkının kabul edilmemesi ise Suriye-Türkiye ilişkilerinde onarılması mümkün olmayan bir yara açacaktır. Nitekim 29 Nisan’da ilk mülteci grubunun kabul edilmesi Türkiye bundan sonrada gelecek olan Suriye vatandaşlarını kabul edeceğini göstermiş oldu. Ancak şimdiden bölgede gerekli olan alt yapı hazırlıklarının yapılması gerekmektedir. Çünkü ilk mülteci grubunun ardından daha fazla sayıda insanın Türkiye’ye geleceğini öngörmek gerekir.
Diğer yandan Suriye’deki sorunun devam etmesi durumunda bir uluslar arası müdahalenin de kapısının aralanacağını öngörmek gerekir. Nitekim son günlerde başta BM nezdinde olmak üzere birçok alanda Suriye rejimine karşı daha sert tedbirlerin alınması yönünde bazı girişimlerin olduğunu görmek gerekir. Olayların devam etmesi durumunda Rusya ve Çin’in de karşı muhalefetinin kırılacağını öngörülmektedir. Ayrıca bölge ülkelerinden Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin olası bir müdahale kararı karşısında olumlu tavır alacakları düşünülebilir. Dolayısıyla bölgedeki Arap ülkeleriyle de iyi ilişkilere sahip olan Türkiye’nin Suriye’deki olayları dış müdahaleye gerek kalmadan çözebilecek girişimlere öncelik vermesi gerekmektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin en son aşamada Suriye rejiminin dış müdahale konusunda ciddi şekilde uyarması ve değişimin dıştan değil içten olması için Suriye yönetimini ikna etmesi hem Suriye hem de bölge için daha iyi olacaktır.
Doç.Dr.Veysel AYHAN
ORSAM Uzmanı
Abant İzzet Baysal Üniversitesi
http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=1811
Kaynakça
[1] 22 April 2011 New York – Statement attributable to the Spokesperson for the Secretary-General on Syria, http://www.un.org/apps/sg/sgstats.asp?nid=5217
[2] Syrian officials quit in stand against protest crackdown, http://en.rian.ru/world/20110428/163752294
.html?utm_source=twitterfeed&utm_medium=twitter
[3]http://www.ohchr.org/en/NewsEvents/Pages
/DisplayNews.aspx?NewsID=10964&LangID=E