Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı kasıp kavuran Arap Baharı, yaklaşık bir yıl önce Suriye’de baskıcı Esad rejimine karşı siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda değişim talep eden halkı ayaklandırmış, Suriye’yi adeta kaynayan kazan durumuna getirmiştir. Mesele bugün demokrasi, hukuk, özgürlük, istikrar gibi sosyal hareketlilik yaratan bir durumdan çıkmış, rejimin halkına uyguladığı “katliam” boyutuna ulaşmıştır. Uluslararası toplumun da Esad yönetimine karşı ortak bir karar alamaması, sivillere yönelik şiddetin daha da artmasına neden olmuştur. Bugün Suriye’de yaşananlar maalesef “insan hakları” sorunudur.
Olaylar artık rayından çıkmıştır. Ne Suriye’de ne de Arap ülkelerinde otoriter rejimlerin varlığını ilelebet devam ettiremeyeceği ortadaydı. Halk ile yönetimler arasında siyasi, ekonomik ve sosyal farklar bölgede yaşanan gelişmelerin temelini oluşturmuş, halk ayaklanmalarını dönüşümü olmayan bir yola sokmuştur. Nitekim Baas yönetimi, halkı reform sözleriyle yıllarca oyalamış ve baskıcı tutumuyla halkı sindirmiştir. Rejimin, geçmişteki darbelerle ve korku stratejisiyle bastırdığı, Palmira ve Hama katliamlarını yaşamış bir halkın tekrardan vahşete uğraması beklenmedik bir durum değildi.
İktidarın görünen yüzü olarak Beşar Esad babadan kalma statükocu grubu hiçe sayamayacağı, halkın değişim taleplerini bastırmaya çalışacağı aşikardı. Kırk iki yıldır Suriye tahtına kök salmış bir ailenin, mevcut rejimin bekası için kolay kolay vazgeçmeyeceği ortadadır. Ancak diğer otoriter rejimler gibi Baas yönetiminin de akıbeti bellidir. Kuşkusuz halkın iradesine yenilecektir. Umuyoruz ki bu süreç Suriye halkına daha fazla acı ve vahşet getirmez, işler iyice karışmadan bir çözüm bulunur.
Öte yandan uluslararası toplumun Suriye konusunda ortak hareket edememesi, Esed yönetiminin zaman kazanmasına ve yüzlerce Suriyelinin katledilmesine neden olmaktadır. Arap Ligi’nin hazırladığı Suriye planının, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin vetosuna takılması bundan sonraki süreci muhakkak etkileyecektir. Ciddi bir uluslararası baskının oluşamaması, BM içerisindeki grupların Ortadoğu’yla ilgili çıkar çatışmasıyla açıklanabilir. Suriye, menfaatleri dolayısıyla insan hayatını hiçe sayan çıkar gruplarının ve uluslararası toplumun görmezden geldiği, bir vahşet yaşamaktadır. Rusya ve Çin meseleye Suriye’nin “iç işleri” açısından yaklaştığını söylese de, yaşanan insanlık dramına sessiz kalmaları sundukları gerekçelerin hiç de inandırıcı olmadığını göstermektedir. Yapılması gereken elbette uluslararası bir müdahale değildir. Herhangi bir dış müdahaleden ziyade, Suriye’deki siyasi değişimi desteklemek ve yerel unsurların bu değişime katılmasını sağlamak hayati önem taşımaktadır. NATO müdahalesini yaşayan son ülke Libya’da düzen hala kurulamamışken, farklı sosyal, siyasal ve coğrafi bir yapıya sahip olan Suriye’ye müdahale herkes için çok ağır sonuçlar doğurabilir.
Halk hareketlerinin son durağı Suriye olmuştur. Görünen o ki, süreç yayılmaya devam ederek demokratikleşme yolunda diğer ülkelerin de dönüşüme uğramasına yol açacaktır. Suriye örneği bölgedeki olası değişimleri ve dengeleri kuşkusuz etkileyecektir. Bu durumu kendi iktidarları açısından endişe verici bulan çevreler şüphesiz Suriye ve diğer ezilen halkların önünde engel olmaya devam edecektir.
Ayrıca sınır komşusu Suriye ile hatırı sayılır siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanda ilişkileri olan Türkiye, hem kendi istikrarı hem de bölge istikrarı için aktif bir politika izlemelidir. Elbette bunu tek başına yapması mümkün olmayacaktır. Yerel yönetimlerin bölgedeki yapılandırmaya dâhil edilmesine yardımcı olacak uluslararası aktörleri devreye sokmalıdır. Olaylar daha vahim boyutlara ulaşmadan Türkiye, Suriye’de yaşanan insan hakları sorunu ile ilgili olarak uluslararası ortamın vicdani bir yaklaşımla harekete geçmesine öncülük etmelidir.
Baas rejiminin halkına uyguladığı vahşete uluslararası toplumun bilerek sessiz kalması, görmezden gelmesi hatta destek vermesi, insanlık tarihi ve insan hakları açısından bir utanç kaynağıdır. Olayların “insani” açıdan değerlendirilmemesi, başta mevcut yönetimin istisnasız destekçisi Rusya, Çin ve İran olmak üzere uluslararası sistemin bir ayıbıdır. Kuşkusuz Ortadoğu’ya yönelik çıkar hesapları yapan grupların, “insan hakları” sorunundan daha önemli hayati amaçları olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Aksi taktirde aylar geçmesine rağmen hiçbir vicdan Suriye’de gerçekleşenlere sessiz kalamazdı. Ancak unutulmamalıdır ki, bölgede yaşananların bedelini, sadece baskıcı Esad rejimi ve ezilen halkı değil, bu duruma kayıtsız kalan ya da kalmak isteyen uluslararası kamuoyu da şüphesiz ödeyecektir. Tarih bu ayıbı affetmeyecektir.
Tuba AKTAŞ