Suriye Üzerinde Türkiye – İran Rekabeti

Suriye’de devam eden muhalif halk hareketleri tüm bölge ülkeleri ve Batı tarafından yakından takip edilmektedir. Ancak Suriye’deki olası değişim muhtemelen en çok Türkiye ve İran’ı etkileyecektir. Suriye üzerinde en fazla etkinliğe sahip olduğunu söyleyebileceğimiz iki ülke, gelişmeleri kendi lehlerine yönlendirme çabası içindedir. Türkiye ve İran’ın, Suriye’deki isyana ilişkin “istikrarsızlık ve Kürt meselesi” gibi ortak güvenlik kaygıları olsa da farklı pozisyonlara sahip olduğu görülmektedir. Bu durum iki ülkenin dış politika söylemlerine de yansımaktadır.

Türkiye’nin Suriye’deki olaylara ilişkin bir ikilem içinde olduğu söylenebilir. Türkiye 1998’den itibaren kademeli olarak Suriye ile ilişkilerini geliştirmiştir. 2003 Irak Savaşı ve ardından 2005 Refik Hariri suikastı sebebiyle Suriye’nin uluslararası toplumdan dışlandığı dönemde Türkiye sürekli olarak Esad yönetimine destek vermiştir. Suriye daha sonraki dönemde büyük ölçüde Türkiye sayesinde uluslararası izolasyonu kırmayı başarmıştır. Türkiye, Batı’nın Suriye üzerindeki baskılarına karşın Beşar Esad’a reform yapabileceği konusunda güvendiğini göstermiştir. Bu anlamda “Beşar Esad liderliğinde içte reform ve dışarıda Batı ile kısmi işbirliği yapan ve giderek İran’dan uzaklaşan Suriye projesi” Türkiye tarafından desteklenmiştir. Bu düşünceye göre Suriye üzerinde uygulanacak baskı ve izolasyon politikaları sonuç üretmeyecektir. Rejim değişikliği senaryoları Irak benzeri yeni istikrarsızlıklar doğuracaktır. Dolayısıyla uzun vadeye yayılan bir süreçte “devrim yerine reform”un hayata geçirilmesi en uygun seçenektir. Bu nedenle “rejim içinde İran’a yakın olan sertlik yanlısı isimlerin aksine sınırlı da olsa değişimi savunan Türkiye yanlısı Beşar Esad desteklenmeli” düşüncesi savunulmuştur. Bu politika uzun süre başarılı bir şekilde yürümüş ve sonuç da üretmiştir. Suriye ve ABD ilişkileri nispeten düzelmiş, Suriye ve AB arasında Ortaklık Anlaşması hayata geçirilmiş ve Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkelerle olan gerginlik sona ermiştir. Suriye, Lübnan’da, Türkiye’nin de telkinleriyle istikrara katkı sunan bir profil çizmiştir. Suriye’nin İran’dan uzaklaşmasını sağladığına inanılan bu süreç Batı tarafından da desteklenmiştir. Ancak Ortadoğu genelinde yaşanan halk hareketlerinin Suriye’ye sıçraması ile Türkiye’nin Suriye politikası ve Beşar Esad’a verdiği destek sorgulanmaya başlamıştır. Zira Türkiye’ye göre Beşar Esad “halkının taleplerini dikkate alarak reform yapabilecek bir liderdir.” Ancak Esad yönetimi, olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması gibi bazı adımlar atmış olsa da halk hareketlerini orduyu devreye sokarak sert bir şekilde bastırma yolunu seçmiştir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Türkiye’nin duyduğu hayal kırıklığını Milliyet Gazetesi’nden Aslı Aydıntaşbaş’a verdiği mülakatta dile getirmiştir. Davutoğlu “Beşar Esad reforma hayır demiş değil ama zamana yayabileceğini düşünüyor. Fakat zamanında bazı şeyleri yapmakta geç kaldı. Şimdi artık bazı şeyler anlamını yitirdi. Artık Suriye’de şok gelişme istiyoruz” sözleri ile ifade etmiştir. Aslı Aydıntaşbaş sohbetten “Türkiye’nin Beşar Esad’ın doğru hamleleri yapacağına yönelik beklentisini iyice düşürdüğü” izlenimini edindiğini belirtmiştir.

Türkiye’yi hayal kırıklığına iten en önemli neden “Suriye’nin Türkiye’den ziyade İran’ın sözünü dinliyor olmasıdır.” İran, Suriye’deki gelişmeleri yaşamsal tehdit olarak algılamaktadır. Zira olası bir rejim değişikliği Suriye ile ittifakını riske sokarak İsrail ile güç dengelerini kendi aleyhine değiştirecektir. Suriye’de bir rejim değişikliği durumunda olası iktidar alternatiflerinden Suriye Müslüman Kardeşler örgütü Genel Sekreteri Muhammed Tayfur’un bir röportajında kullandığı “İran modelini hiçbir şekilde dikkate almıyoruz. Biz ve diğer Arap ülkeleri için Türkiye modeldir. Türkiye’de olduğu gibi şeffaf seçimler istiyoruz. Türkiye modeli bizim için en uygun olanıdır” ifadeleri İran’ın kaygısının somut temellere dayandığını göstermektedir. Bu nedenle İran’ın koşulsuz olarak Baas rejiminin yanında olduğu görülmektedir. İranlı yetkililer protesto gösterilerini “Batı, ABD ve Siyonist komplosu” olarak değerlendirmektedir. Dolayısıyla Suriye yönetimi şu aşamada Türkiye dâhil hiçbir aktöre İran’a olduğu kadar güvenmemektedir.

Suriye tarzı otoriter yönetimlerin birincil kaygıları “rejim güvenliği”dir. Bu tehlike altında olduğu durumlarda diğer bütün konular önemini kaybetmektedir. İran açısından da halk hareketlerinin her ne koşulda olursa olsun bastırılması gerekmektedir. Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı “İran’ın Suriye’deki gösterileri bastırma konusunda Suriye güvenlik güçlerine yardım ettiğine dair güvenilir istihbaratları olduğu” şeklinde açıklama yapmıştır. Suriye rejimi doğası gereği mevcut şartlarda reform telkinlerini dikkate almayarak halk hareketlerini bastırmaya odaklanmıştır. Bu da Türkiye-Suriye ilişkilerinin sorgulanmasını beraberinde getirmektedir. Burada Türkiye ve Suriye’nin karşılıklı olarak hayal kırıklığına uğradığı söylenebilir. Koşulsuz destek beklentisi içindeki Suriye muhtemelen Başbakan Erdoğan’ın “bölgede yeni Hama’lar, Humus’lar istemiyoruz” ifadelerini kaygıyla takip etmiştir. Aynı şekilde Türkiye, Beşar Esad’ın İran ile birlikte hareket ederek Türkiye’nin telkinlerini dikkate almıyor olmasından rahatsızlık duymaktadır.

Türkiye kendi kredisini kullanarak Batı’ya karşı desteklediği Beşar Esad yönetiminden son olaylarda beklediği karşılığı bulamamıştır. Bu durum Türkiye’yi Batı karşısında zor durumda bırakırken bundan sonraki süreçte Suriye ile ilişkilerinin de eskisi gibi sürmesine engel olacaktır. Suriye ile aynı karede gözükmenin maliyeti daha da artacaktır. Suriye açısından ise her ne kadar bir hayal kırıklığı olsa da orta vadede Türkiye’ye yeniden ihtiyaç duyulacaktır. Zira Suriye’nin şu an koşulsuz güvendiği İran, olayların sona ermesi neticesinde yaşayacağı uluslararası izolasyondan kurtulması noktasında rol oynayamayacaktır. Bu noktada 2003 ve 2005 yıllarındaki gibi Türkiye’nin yardım elini uzatması ise son derece zor gözükmektedir. Bütün bu olasılıklar Suriye’de halk hareketlerinin bastırılarak rejimin devamı durumunda geçerli olacaktır.

Türkiye’nin geçen on yılda ve son olaylarda göz ardı ettiği konu “Suriye rejimi reform yapabilir mi?” sorusuna yanıt vermek olmuştur. Suriye rejiminin doğasını anlama, Beşar Esad’ın rejim içindeki konumu analiz etme noktasında hatalar yapılmış olabilir. Rejim içinde değişim isteyen grubun değişime karşı çıkan kesimler karşısında yeteri kadar güce sahip olmadığı görülmüştür. Suriye’nin halk hareketlerini bastırış şekli “reformcu Beşar Esad’a karşı rejim içindeki sertlik yanlısı güçlü isimler” algısını da zayıflatmıştır. Rejim güvenliği söz konusu olduğunda tüm grupların çok da fazla birbirinden kopuk olmadığı görülmüştür. Daha çok İran’a yakın olan Mahir Esad, Rami Maluf gibi sertlik yanlısı isimler reform baskılarını dikkate almaktan ziyade İran’dan gelen siyasi, askeri desteğe dayanmaktadır. Türkiye her ne kadar Suriye ile son 10 yılda yakınlaşmış olsa da İran’ın Suriye ile müttefiklik ilişkisi 1980’li yılların başına dayanmaktadır. Güvenlik alanında yakın işbirliği sürmektedir. Arap Alevi kökenli Suriyeli elitler ve Şii İran arasındaki ideolojik yakınlığı da bu faktörlere eklemek gerekmektedir.

Suriye bağlamında Türkiye’yi sıkıntıya sokan bir diğer boyut genel Ortadoğu politikasının sorgulanmasıdır. Türkiye son yıllarda Ortadoğu politikasının merkezine “meşruiyeti” ve “mazlum halkların yanında olma” ilkelerini yerleştirmiştir. Bu doğrultuda İsrail’in Gazze’de sivil halka saldırıları sert şekilde eleştirilmiş, Mısır’daki isyan sırasında “halkın taleplerinin dikkate alınması” yönünde bir söylem kullanılmıştır. Türkiye’nin bölgede son yıllarda Ortadoğu’da artan etkinliğinin önemli ayaklarından birini halklar nezdinde kazandığı popülarite oluşturmaktadır. Suriye’deki protestocu grupların da Türkiye’den destek beklentisi içinde olduğu görülmektedir. Ancak, Suriye ile yakın ilişkilerin olması, olası değişimin Türkiye’yi olumsuz etkileme potansiyeli gibi nedenlerle Türkiye, Esad yönetimini eleştirme konusunda çekingen davranmaktadır. Bu da Türkiye’nin statükodan ziyade değişimden, rejimlere karşı halktan yana tavır alan duruşu ile çelişki yaratarak dış politikada meşruiyet sorunu yaratmaktadır. Uzun yıllardır Türkiye bayrakları sallayan bölge halkı Libya’da ilk kez Türkiye Başkonsolosluğu’na saldırmıştır. Aynı tehlike şu an Türkiye’ye güvendiklerini söyleyen Suriyeli muhalif halk açısından da geçerlidir.

 

Oytun ORHAN

ORSAM Ortadoğu Uzmanı

 

http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=1880

Sosyal Medyada Paylaş

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Tarih:

Beğenebileceğinizi Düşündük
Yazılar

Orta Güçler Çok Kutuplu Bir Dünya Yaratacak

Dani Rodrik - Cambridge Bu yazı ilk olarak 11 Kasım...

Amerika Bir Sonraki Sovyetler Birliği mi?

Harold James, Princeton Üniversitesi'nde Tarih ve Uluslararası İlişkiler Profesörü. Bu...

Stabil Kripto Paralar Doların Küresel Statüsünü Koruyabilir

Paul Ryan, ABD Temsilciler Meclisi'nin eski sözcüsü (2015-19), American...

Avrasya’da Kolektif Güvenlik: Moskova ve Yeni Delhi’den Bakışlar

Collective Security in (Eur)Asia: Views from Moscow and New...