Suriye Meselesi’nin nasıl hallolacağı hususu uluslararası gündemin en önemli tartışma konusu olarak anılmaya devam ederken, Esad’a karşı mücadele veren muhalefet kanadında ilginç gelişmeler yaşanıyor. Öyle ki, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bu zamana kadar Suriye muhalefetinin meşru temsilcisi olarak kabul edilen Suriye Ulusal Konseyi’nin bu unvanı taşımaya muktedir olmadığını açıklayarak sürecin işleyişini etkileyecek önemli bir adım attı. Bunun yanı sıra, Özgür Suriye Ordusu ile Halep’in kuzeyinde bulunan Kürt milisleri arasında ilk kez bir çatışma yaşandı ve her iki taraftan yaklaşık 30 kişi hayatını kaybetti. Bu gelişmeler, ayaklanmanın askeri temsilcisi olarak görülen Özgür Suriye Ordusu’nun adının, komuta kademesinin ve kapsamının değiştirilmesi çalışmaları ile birlikte ele alınmalıdır. Anlaşılacağı üzere, Suriye muhalefetinin işleyişi ve etkinliği noktasında özellikle ABD’nin başını çektiği uluslararası toplumun bazı çekinceleri bulunmaktadır.
Hillary Clinton’un Suriye Ulusal Konseyi’nin muhalefeti birleştiremediğini ve bu bağlamda bir temsil sorunu oluşturduğuna ilişkin yaklaşımı bir bakıma doğrudur. Zira Suriye Ulusal Konseyi’nin içerisinde bulunan siyasal parti, örgüt ve liderler ile bu konseyin ideolojik yaklaşımı, Suriye’nin mevcut toplumsal yapısını yansıtmaktan çok uzaktır. Nitekim bugün Suriye’de Esad karşıtı ayaklanmayı sürdüren gruplar, genel itibarıyla Sünni kaidesine dayalı İslami bir yaklaşıma sahiptirler ve bazılarının El Kaide ile organik bağları bulunmaktadır. Ne var ki, bu kesimin Suriye Ulusal Konseyi içerisinde temsili yeterli etkinlikte değildir. Suriye Ulusal Konseyi, genel itibarıyla, Esad Yönetimi’nden ayrılarak muhalefet kanadına geçen eski askerler, bürokratlar ve siyasetçiler ile muhalif kimlikleri nedeniyle yıllar boyu yurtdışında sürgünde yaşayan kişilerden oluşmaktadır. Bu durum, Suriye Ulusal Konseyi’nin halkın gerçeklerine yabancı bir elit projesi niteliğine bürünmesine yol açmaktadır. Zaten Hillary Clinton’un da çekincesi budur. Clinton, çok doğru bir hamle yaparak Suriye Ulusal Konseyi’nin yapısının değiştirilmesini ve Esad Rejimi’ne karşı sahada mücadele veren tüm grupların bu organizasyonda temsil edilmesini istemektedir. Zira Clinton da farkındadır ki, Suriye’de işler tamamıyla kontrolden çıkmıştır. Araplar ile Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde çatışmaya başlamaları ve Suriye Ulusal Konseyi’nin liberal-Sünni bir kimliğe sahip olması nedeniyle, başta Kürtler ve Nusayriler olmak üzere, ülkede yaşayan diğer toplumsal grupların bu yapıya soğuk bakması bu durumun en önemli nedenlerinden biridir. Yine, Suriye’deki ayaklanmanın giderek radikal dinci bir görünüme kavuşması ve El Kaide’nin toplum nezdinde artan ağırlığı, muhalefetin işleyişine müdahaleyi zorunlu kılmıştır. Önümüzdeki günlerde Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenecek zirveye, bugün Suriye’de aktif olarak mücadele eden 50 kadar muhalif grup davet edilmiştir. Amaç Suriye muhalefetinin tabana yayılması ve Suriye muhalefetinin toplumsal meşruiyetinin arttırılmasıdır. Oluşturulacak 8-10 kişilik yürütme kurulu da kapsayıcı bir siyasal görünüme sahip olacaktır. ABD’nin bu girişim ekseninde üzerinde durduğu en önemli husus, muhalefetin toplumsal meşruiyetini arttırmak, El Kaide’ye yakın örgütlerin etkinliğini azaltmak ve Esad ile destekçilerine (Rusya, İran, Hizbullah, vb.) güçlü bir mesaj verebilmektir. Değişim sürecinin eylül ayı başında Özgür Suriye Ordusu’nun adının Suriye Ulusal Ordusu’na çevrilmesi, merkezinin Ürdün’e taşınması ve ordunun komuta kademesinin değiştirilmesi ile başlatıldığı da bilinmektedir. Bugün Suriye Ulusal Ordusu’nu, ÖSO (Özgür Suriye Ordusu)’yu kuran Albay Riyad El Esad değil, Tuğgeneral Muhammed El Hac Ali yönetmektedir.
Son dönemde Suriye’de yaşanan en önemli toplumsal-siyasal problemlerden biri de Araplar ile Kürtler arasında yaşanan çatışmalar ve rehin alma olaylarıdır. Esad Yönetimi’nin Suriye’nin kuzeyinde kontrolü kaybetmesinin ardından, bölgede yaşayan Kürtlerin, Özgür Suriye Ordusu ile uzlaşmaya vararak belli bölgelerde bağımsız hareket etmeye başladıkları bilinen bir gerçektir. Halep’in kuzeyindeki Afrin, Kobani, Amude ve Derik gibi kasabaların kontrolünü ele geçiren Kürtler, PKK’nın Suriye’deki kolu olan PYD (Demokratik Birlik Partisi)’ye yakın durmaktadırlar. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, geçtiğimiz Temmuz’da, kendisine yakın olan partiler ile PYD’yi bir araya getirip bir ortaklık kurmaya çalışmışsa da, bu ortaklığın yeterince etkin olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira PYD ele geçirdiği kasabalarda yönetimi paylaşmak istememekte, Türkiye’ye düşmanca yaklaşmakta ve Barzani’nin Kürtler içerisindeki otoritesine karşı çıkmaktadır. Türkiye ise, Mesud Barzani aracılığıyla bölgedeki siyasal yapının düzenlenmesini arzulamaktadır. Ne var ki, Suriye’nin kuzeyinde kontrol PYD’nin elindedir. İşte o PYD, Suriye Ulusal Konseyi’ne daha yakın duran Barzani’nin aksine Esad Rejimi ile yakın ilişkiler geliştirme yanlısıdır. Bu yolla, Beşşar Esad’ın iktidarda kalmasını ve Suriye’nin kuzeyinin yönetim anlamında kendisine bırakılmasını arzulamaktadır. PYD’nin bu tutumu, Suriyeli Kürtlerin bölünmesine ve önemli bir kısmının Özgür Suriye Ordusu ile karşı karşıya gelmesine yol açmaktadır. Geçtiğimiz günlerde Halep’in kuzeyinde Kürtlerin yoğun olduğu Eşrefiye ve çevresinde yaşanan çatışmaların en önemli sebebi de bu siyasal ayrılıktır. Ne var ki, ortaya çıkan görünümde bu tarz çatışmaların artarak devam etmesi beklenebilir. Doha toplantısında üzerinde durulması gereken en önemli meselelerden birinin de Suriyeli Kürtlerin, Suriye Muhalefeti’nin içerisine dâhil edilmesi gerekliliğidir. Nitekim anlaşılmıştır ki, Suriye Ulusal Konseyi’nin liderliğine bir Kürdün (Abdülbased Seyda) getirilmesi sembolik olmaktan öteye geçememiştir. Ancak görünen o ki, Suriyeli Kürtler, federal bir yönetim çerçevesinde kendilerine tahsis edilecek siyasal özerklik dışında hiçbir seçeneği de kabul etmeyeceklerdir. Üstelik kendi aralarında dahi bölünmüş durumdadırlar.
Suriye Muhalefeti’nin yekvücut hareket etme konusundaki başarısızlığı ve Suriye Ulusal Konseyi ile Özgür Suriye Ordusu’nun temsil noktasında yaşadıkları problemler, Esad Yönetimi’nin ve destekçilerinin işine yaramaktadır. Böylece Suriye’deki ayaklanmanın belli toplumsal gruplar tarafından ortaya konan din/mezhep temelli bir kalkışma olduğu tezini rahatlıkla kullanabilmektedirler. Zira ayaklanmanın temel destekçisi Sünni kaidesine bağlı siyasal/toplumsal gruplardır. Meseleyi Hillary Clinton’un söylemleri ve PYD’nin kontrolündeki Suriyeli Kürtler ile Özgür Suriye Ordusu arasındaki çatışma ekseninde ele aldığımızda durum tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmektedir. Suriye Muhalefeti, tüm etnik/dinsel ayrımları yansıtacak ve sahada mücadele veren tüm kesimleri kucaklamadığı müddetçe bir elit sosyalizasyonu projesi olmaktan öteye geçemeyecektir.
Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü