Suriye Ordusu’nun, Kuzey Suriye’de yer alan ve Sünni çoğunluğun ağırlıkta olduğu Humus kentinde düzenlediği ve 300’e yakın Suriye vatandaşının hayatını kaybettiği büyük çaplı katliamın ardından BM nezdinde alınmak istenen ve Esad Yönetimi’nin gerçekleştirdiği büyük çaplı insan hakları ihlallerini kınayan tasarı, BM Güvenlik Konseyi üyesi Rusya ve Çin’in vetoları nedeniyle işleme konulamamıştır. Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olmaları, 15 üyeli konseyin Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu 13 üyesinin tasarının lehinde oy kullanmasına karşın, tasarının kabul edilmesini engellemiştir. Bilindiği gibi BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinden herhangi birinin herhangi bir konuda veto tercihini kullanması halinde karar tasarısı/tasarıları kabul edilememektedir. Avro-Atlantik Dünyası, Arap Birliği ve Türkiye’nin üzerinde anlaştığı “kınama” odaklı karar tasarısının Rusya ve Çin tarafından kabul edilmemesi ise bu iki küresel aktörün sistemik tercihlerine ve bu tercihlere uygun bir şekilde yapılandırılan dış politika stratejilerine oldukça uygun düşmektedir.
Hem Rusya hem de Çin, “Arap Baharı” adı altında Ortadoğu’da ortaya konan siyasal değişim odaklı toplumsal gösteri ve ayaklanmaları kendi sistemik çıkarlarına zarar vermeyi amaçlayan dışsal bir faktör olarak görmektedirler. Onlara göre Arap Baharı, Ortadoğu halklarının demokrasi, siyasal çoğulculuk ve yolsuzluklardan arındırılmış bir toplum arzusundan daha çok, ABD tarafından kurgulanmış ve AB’nin sistemik desteğine de sahip bir değişim projesidir. Bu proje bağlamında ortaya konan asıl hedef, gerçekleştirilen askeri operasyonlar ya da toplumsal meşruiyeti olmayan diktatörlerin ortaya koyduğu politikalar aracılığıyla ortadan kaldırılamayan toplumsal muhalefet ve değişim arzusunun yatıştırılabilmesidir. Birer nefret objesi haline gelen diktatörlerin devrilmesi ve süreç içerisinde benimsenecek nispeten demokratik ve çoğulcu siyasal reformlar ekseninde iktidara gelecek hükümetler ve liderler, toplumsal meşruiyete haiz birer aktör haline gelecekleri için, toplumların değişim arzusuna ket vurulabilecektir. ABD liderliğindeki Avro-Atlantik Dünyası ise, gerçekleştirilen değişim sonrası iktidara gelen ve toplumsal desteğe sahip hükümetler ve liderler ile geliştireceği siyasal, ekonomik, askeri ve özellikle enerji odaklı ilişkiler sayesinde bölge ile ilgili hedeflerine ulaşabilecektir. Üstelik bu değişim oldukça masrafsız bir şekilde gerçekleştirilecek ve İsrail’e verdiği desteğin yanı sıra Afganistan ile Irak Operasyonları sonrası Ortadoğu bağlamında büyük bir yara alan ABD imgesine de herhangi bir zarar gelmeyecektir. Öyle ki, ABD’nin mevcut konjonktürde siyasal değişim odaklı çalışmalar yürüten aktörlere verdiği destek, bu grupların iktidara gelmesi sonrası kendi lehine işleyecek bir faktör olacaktır. Bu görüşün yanı sıra, Rusya ve Çin’in Arap Baharı bağlamında ortaya konan demokratik istemlere ve siyasal çoğulculuk odaklı girişimlere destek vermesi zaten mümkün değildir. Zira her iki ülke de otoriter yönetim kalıpları ile idare edilmektedir. Arap Baharı’nın gündeme getirdiği demokratik reform isteminin tüm dünyada olduğu gibi Rusya ve Çin’de de karşılık bulabilme ihtimaline sahip olması, her iki ülkenin yönetim kademelerinde bulunan aktörleri oldukça rahatsız etmiştir. Nitekim Rusya’da gerçekleştirilen Putin karşıtı gösteriler bu durumun önemli bir belirtisidir.
Rusya ve Çin’in Arap Baharı ile ilgili bir başka çekincesi de ortaya koyduğu dış politika stratejisi ile Ortadoğu halkları nezdindeki meşruiyetini arttıran ve Suriye özelinde de, Esad’a karşı mücadele veren muhalefetin en önemli müttefiki olarak görülen Türkiye’nin bölgesel liderlik rolünün güçleniyor oluşudur. Nitekim her iki küresel güç de farkındadır ki, Arap Baharı bağlamında gerçekleşen ve gerçekleşecek olan siyasal değişimler sonucunda Türkiye ile çok yakın ilişkilere sahip olan siyasal aktörler iktidara gelecek ve bu ülkenin Ortadoğu nezdinde artacak olan etkinliği, Rusya ve Çin’in bölge odaklı stratejilerinin aleyhine bir görünüm yaratacaktır.
Açıklamış olduğumuz nedenlerden dolayı Arap Baharı’nın beraberinde getirdiği değişim dalgasına karşı çıkan Rusya, Esad Suriye’sini değişimin önündeki en önemli engellerden biri olarak görmekte ve bu nedenle bu rejime destek vermektedir. Rusya, Suriye-İran-Hizbullah ekseninde şekillenen ve kendisi ile çok iyi ilişkilere sahip olan Amerikan karşıtı bloğun çökmesini istememektedir. Yine Rusya’nın Suriye ile imzaladığı karlı askeri antlaşmalar ve Tartus’ta bulunan Rus Deniz Üssü de, Beşşar Esad’ın iktidardan uzaklaştırılması sonrası tartışılmaya başlanabilecektir. Bu nedenle Rusya’nın, Esad Rejimi’nin olabildiğince devam etmesinden yana olduğunu ve bu nedenle BM nezdinde ortaya konmaya çalışılan Suriye karşıtı tasarılara karşı çıktığını söyleyebiliriz.
Tasarıya karşı çıkan bir başka BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Çin’in de, Arap Baharı’nın Ortadoğu’da ABD ve Türkiye’nin lehine bir görünüm yaratmasından endişeli olduğunu söyleyebiliriz. Enerji ihtiyacının giderilmesi noktasında Ortadoğu’ya büyük bir önem atfeden Çin, Arap Baharı aracılığıyla Ortadoğu’da toplumsal anlamda meşru bir zemine oturmuş ve Avro-Atlantik Dünyası ile işbirliği içerisinde bir yönetim anlayışının yapılandırılması durumunda, Ortadoğu ülkeleri ile kurmak istediği enerji ve ekonomi odaklı müttefiklik ilişkisinin çıkmaz bir sokağa gireceğinden endişe etmektedir. Çin, tıpkı Rusya gibi, Suriye’de gerçekleşecek bir yönetim değişikliğinin domino etkisini hızlandırmasından da endişe etmektedir. Zira Kuzey Afrika’da başlamış olan Arap Baharı Dalgası, Suriye’de durulmuş gibi görünmektedir. Beşşar Esad’ın devrilmesi, domino etkisini hızlandıracak bir ivme yaratabilir. Çin’in Suriye ile geliştirmiş olduğu savunma sanayi işbirliği ve ekonomi odaklı ilişkiler de Beşşar Esad’ın devrilmesi halinde sorgulanabilecektir. Bu nedenle Çin, BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ile işbirliği içerisinde hareket etmekte ve Suriye aleyhine alınabilecek kararlara engel olmaya çalışmaktadır.
Arap halklarının yıllardan bu yana biriken siyasal değişim, çoğulcu demokrasi ve toplumsal uzlaşı isteklerinin bir uzantısı olan Arap Baharı, uluslararası sistem ekseninde devam eden güç mücadelesinin bir aracı haline geldiği için, halkına zulmeden bir yönetimin BM nezdinde kınanması hususu dahi yerine getirilememekte ve uluslararası vicdanın sesi olarak ahlaki kıstaslar dâhilinde hareket etmesi gereken BM işlevsizleştirilmektedir. Böyle bir şerait içerisinde, oluşturmuş olduğu dikta rejimi sayesinde ayakta duran bir liderin ömrü de uzatılmış olmakta ve Suriye’nin çürümüş yönetimi katliamlarına durmadan devam edebilmektedir. Rusya ve Çin ise, insanlıktan nasibini almamış bir görünüm arz eden bu rejimin en önemli destekçileri olarak yaftalamaktadırlar.
Göktürk TÜYSÜZOĞLU
Giresun Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü